Yazar ve eleştirmen Asuman Kafaoğlu-Büke ile “okuyan kadın” resimleri üzerinden sanatın, kitabın ve kadının zaman içindeki değişimini gözler önüne serdiği çalışması Tablodaki Kadın üzerine konuştuk.
Türkçede benzeri pek olmayan spesifik bir çalışmaya imza attınız. Bu kitabı yazma fikri sanırım pandemi döneminde oluşmuş. Ortaya çıkış hikâyesini sizden duyabilir miyiz?
Aslında 2000’li yılların başında haftalık K. Dergisinde, “Bak Şu Okuyana” başlığı verdiğim bir köşede, 20 kadar okuyan kadın tablosu üzerine yazmıştım. Sonra ilgim devam etti, antikiteden çağdaş eserlere binlerce resim indirdim. Kitap yazma fikri ise dediğiniz gibi pandemi sırasında oluştu.
Uzun yıllar boyunca çok sayıda kitabı okura tanıttınız. Bu noktada bir okur olarak da size öncelikle teşekkür etmek istiyorum. Sizce sanat tarihi okumaları konusunda Türkçe kaynaklar hakkında nasıl bir değerlendirmede bulunabilirsiniz?
Öncelikle çok teşekkür ederim. Sadece sanat tarihi konusunda değil, çeşitli alanlarda dilimizde yazılmış referans kitapları çok az. Plastik sanatlar ve müzik kitaplarının büyük bir kısmının çeviri olması çok üzücü, çünkü isimler, ekoller, düşünceler, dilimize yerleşemiyor böyle olunca. Ben en çok bu konuda zorlandım. Hangi kullanımı temel alacağımı, sanat tarihçilerinin hangi terimleri kullandığını çözmek çok zamanımı aldı. Yayınevleri dilimizde yazılmış referans kitaplarına öncelik vermiyor sanki.
Kitap, kadının okuma serüveni ve bunun resimdeki yansımasına odaklanıyor. Çok da uzak sayılmayacak tarihlere kadar kadınların eğitim hakkından faydalanmasında Avrupa’da da sorunlar yaşadığı bir vaka. İncelediğiniz tablolar ışığında eser sahiplerinin bakış açısı bakımından karşınıza nasıl bir manzara çıktı?
Yüzyıllar boyunca kız çocuklarının eğitim fırsatına sahip olmamaları, kadın ve kitap ilişkisinin nasıl bir sorun olduğunu gösteriyor bize zaten. Fakat sorunuzdan anladığım bir diğer boyutu ressamların bu sorunlu kitap ile kadın bağına nasıl baktığı, bu çok ilginç. Kitapta Berthe Morrisot, Mary Cassatt ve Marguerite Gerard gibi kadın sanatçıların eserlerini incelerken çok etkilendiğim şeyler fark ettim. Örneğin, akademiye kız öğrenciler kabul edilmediği için çoğu eğitimden mahrum kalmış, sadece özel hocalar ya da aile fertlerinden ders alabilmişler. Asla insan bedenini, anatomiyi çalışmalarına izin verilmemiş, çıplak erkek bedenini çizmeleri söz konusu bile değil tabii ki. Ev dışında çalışma, resim yapma olanağı da yok. Onlar da kızkardeşlerini, çocuklarını, annelerini gazete, mektup ve kitap okurken resmetmişler. Yani kadın sanatçıların tercihi değil, sınırı olmuş okuyan kadınlar. Kısıtlanmış dünyalarının göstergesi.
Kitapta incelemek için kadınların baskı altında olduğu çağları ağırlıklı olarak tercih ettiğinizi belirtiyorsunuz. Bu da ne yazık ki aslında insanlık tarihinin oldukça uzun bir dönemi. Philippe Aries ve Georges Duby’nin beş ciltlik Özel Hayatın Tarihi çalışmasında sürecin seyrinin yakın döneme kadar pek de değişime uğramadan devam ettiğini görüyoruz. Bunun ışığında tablolarda kadınlar genelde ev ortamında mı yoksa onları kamusal alanda da görebiliyor muyuz?
Kadın sanatçıların resimlerinde çok ender olarak dış mekânlarda ya da kamusal alanlarda resmedilmiş kadın figürü görüyoruz. Genelde evde, şık giysilerle görüyoruz. Pencere, kapı ve eşikler fiziksel kısıtlanmışlığı simgeliyor kadının dünyasında. Daha modern çağlara gelince örneğin Paris’te bir cafe’de gazete okuyan şehirli kadın tiplemeleri görmeye başlıyoruz. Kent yaşamı değiştikçe kadının toplumsal konumu da değişiyor ve bununla okuma alışkanlığı da değişime uğruyor.
İncelediğiniz tablolarda kadınlar genelde ne okuyor? Günümüzde kadın okurlar kurgu kitaplarının en önemli alıcısı durumunda. Örneğin dini metinler nasıl bir konumda?
Ortaçağ resimlerinde azizelerin elinde kitap görüyoruz, İncil ya da dua kitapları okuyorlar. Aslında bu azizelerin okuma yazma bildiklerini hiç sanmıyorum, ellerindeki kitap okudukları için değil, tanrının sözünün onlara ulaştığını göstermek için var. Daha sonra mektup okuyan kadın resimleri var, özellikle Hollandalı ressamlar için bu önemli çünkü erkekleri Avrupa’nın denizcileri, uzaklardan, sevgililerinden, kocalarından ve oğullarından ancak öyle haber alıyorlar. Bu resimlerin en hoş yanı okunan metni tahmin etmek. Okuma nasıl yansıyor bedene: Ders çalışırken başka, erotik bir aşk romanı okurken başka, kutsal dini bir metni okurken ise bambaşka.
Özellikle Aydınlanma Çağı’nın bu konuda büyük bir kırılmaya yol açtığı biliniyor. Okuma-yazma oranının artması ve matbaalarda seri üretim gibi unsurlar değişimi etkileyen unsurlar. Tablolara yansıması nasıl oluyor bu durumun?
Kocaman İncil, Kuran-ı Kerim yerine ciltsiz, karton kapaklı ince romanlar alıyorlar ellerine. Okuma ibadet eder gibi değil artık, ciddiyetini ve ağırlığını yitiriyor, yerine hedonistik zevkler geliyor. Eğlenmek, hayal kurmak için okunan metinler.
Kitapta bahsi geçen ressamlardan biri benim de kişisel olarak çalışmalarını çok beğendiğim Camille Corot. Türkiye’de biraz ihmal edildiğini düşünsem de dünyada hakkında çok sayıda inceleme mevcut. Siz de kitapta kendisine bir bölüm ayırmışsınız. Paris’in altın çağı denilebilecek bir döneminde sanatını üretmiş bu ismin üzerinden o devirde kadının resmedilişinde ne gibi değişimlerin olduğunu sormak istiyorum…
Camille Corot çok sayıda okuyan kadın figürü resmetmiş. Onun figürleri özellikle çok çekici geldi bana. Bir zamana ya da coğrafyaya bağlı olmayan, mitolojik kadın kahramanlar gibi zamanın ötesinde varlar. Kırlarda, doğa içinde, serbest dökümlü giysilerle, başlarında çiçeklerden yapılmış taçlarla betimlemiş okuyan kadınları.
Elbette bir başlık da bu topraklara açmak gerekiyor. Hem Batılı ressamların hem de bu topraklarda yetişen sanatçıların tuvalinde okuyan kadın nasıl yer alıyor?
Oryantalist ressamlar, örneğin Liotard, Doğu’yu bir sahne dekoru gibi kullanmış. “Prenses Adelaide” portresinde, dönemin Türk giysileriyle kitap okur şekilde betimlemiş soylu genç kadını. Bazı resimlerde kitap sadece dekorun bir parçası olarak yer alıyor. Bu tür resimlere fazla ilgi göstermedim doğrusu, benim için okuma eylemi önemliydi. Okurun kitapla kurduğu bağ. Kitapta Osman Hamdi’nin ve İbrahim Çallı’nın çok güzel resimlerine yer verdim.
İki büyük dünya savaşına, çokça devrime ve büyük dönüşümlere tanıklık eden 20. yüzyılda fotoğraf ve videonun ön plana çıkması resim sanatının gördüğü ilgiyi bir nebze azaltıyor. Pek çok farklı hatta “aykırı” sanat akımının ortaya çıktığı bu dönemde nasıl bir tabloyla karşı karşıyayız?
Sanat üzerinde baskı da çoğalıyor bu dönemde. Örneğin Hitler’in Max Beckmann’ı ve çağdaş ressamları “soysuz” olarak adlandırıp yasaklaması ve müzelerden çıkartıp imha edilmesini emretmesi çok çarpıcı bir örnek. Sanatı anlamak zorlaşıyor, estetik değerler değişiyor. Sanatçılar da baskı karşısında daha sert tepki vermeye başlıyorlar. Ve bence bu yüzden halktan uzaklaşıyor sanat ve felsefe.
Bu noktada belki de erotizme ve nü çizimlere de bir parantez açmak faydalı olacaktır. Rönesans’tan bu yana kadınların çıplak bir şekilde resmedilmesi normalleşiyor. Yaklaşık beş yüzyıllık süreçte çıplaklık ve kitabın aynı çerçevede resmedildiği tablolar görüyoruz. Ressamlar bu noktada nasıl bir korelasyon kuruyor sizce?
Kaç kadın çırılçıplak kırlarda uzanıp kitap okur? Herhalde çok değildir. Buna rağmen o denli çok çıplak kitap okuyan kadın resmedilmiş ki, sanırsınız bu çok sıradan bir şey! Bu resimlerdeki çıplaklık bize iki şey göstermek için kullanılmış. Birincisi, gizem. Okuyan kadın gizem kazanıyor seyredenin gözünde çünkü bir bilinmez hayal dünyasında geziniyor. İkinci nokta ise okuduğuna karşı hisleri çıplaklıkla yansıtılıyor izleyiciye. Kadının okumayla cinsel olarak uyarılmış olmasını anlatıyor.
Önemli bir başvuru kitabına imza attınız. Söyleşimizdeki son sorumu sorarken bu noktada tekrarda teşekkür ediyorum. Bundan sonraki süreçte tablo okumalarına dair veyahut benzeri konuda bir çalışmanız olacak mı?
Güzel sorularınız için çok teşekkür ederim. Mitolojik kadın kahramanlar ve tanrıçalar ilgimi çekiyor son zamanlarda. Bakalım :).