17 MART, PAZARTESİ, 2025

“Sanat Umutsuzluğun Derinliklerinden Gelir, Mutluluktan Gelmez”

Eşsiz Ceruse’ün yazarı Tullio Forgiarini ile İstanbul ziyareti vesilesiyle bir araya geldik ve kitabına, yarattığı karakterlere dair merak ettiklerimizi konuştuk.

“Sanat Umutsuzluğun Derinliklerinden Gelir, Mutluluktan Gelmez”

Tullio Forgiarini, 1966 yılında Lüksemburg’un Neudorf şehrinde İtalyan bir babanın ve Lüksemburglu bir annenin oğlu olarak dünyaya geldi. Lüksemburg ve Strasbourg’da tarih üzerine eğitim aldı. 1989 yılından beri de Lüksemburg’un Wiltz şehrinde Lycée du Nord’da tarih, Latince ve coğrafya öğretmenliği yapmakta.

Forgiarini, genellikle Fransızca dilinde kara mizahın ve sosyal eleştirinin öne çıktığı karanlık, kısa hikâyeler, senaryolar ve tiyatro oyunları kaleme almakta. Forgiarini, 2011 yılında yayımlanan Amok romanıyla 2013 yılında Avrupa Birliği Edebiyat Ödülü’nü kazandı. Ayrıkotu Kitap’tan çıkan Eşsiz Ceruse ise yazarın önemli eserlerinden biri. Gerçek ile kurgunun iç içe geçtiği, kara mizah ve toplumsal eleştirinin ön planda olduğu bir roman Eşsiz Ceruse.

​Tullio Forgiarini, geçtiğimiz aylarda Türkiye’deki okurları ile buluşmak için İstanbul ziyaretinde birçok mekânda programlara katıldı. Yazar Cemile Özyakan’ın 8 Şubat Cumartesi günü Penguen Kitabevi’nde yapılan lansman sonrası yazar ile gerçekleştirdiği bu röportaj, Eşsiz Ceruse kitabının yazım süreci ve karakterleri hakkında bilgiler veriyor.

Eşsiz Ceruse kitabınızda Martine adlı karakter der ki: “Ne kadar araştırırsanız araştırın, bu talihsiz insanların hayatlarının bilinmeyen taraflarını yazın, onlara ses vermeye çalışın, başaramazsınız. Neden mi? Çünkü bunları anlayacak kadar acı çekmediniz.” Ezileni yazmak konusunda Martine’e katılıyor musunuz? Edebiyatta ezen ve ezilen ilişkisi hakkında ne düşünüyorsunuz?

Edebiyatta en büyük sorulardan birisi budur: Bir başkasını yazabilir misin? Buna cevabım evet, aksi hâlde edebiyat olmazdı ama aynı zamanda bu konuda hep çok dikkatli davranmalısınız. Çünkü farkındalığınız olsa bile her zaman bir bakış açısına sahipsinizdir. Örneğin ben yaşlı, beyaz bir erkek olarak yazacağım çünkü ben Lüksemburg’dan gelen yaşlı beyaz bir erkeğim. Peki nasıl olur da ben diğer insanların acısından söz edebilirim? Kadınlar adına konuşma hakkına sahip miyim? Bu çok zor. Bu yüzden bu konuda konuşurken ya da yazarken çok dikkatli olmalısınız.

​Kitapta mülteci bir karakter var ve bizim yazar karakterimiz onu dinleyip onun hikâyesini yazmaya çalışıyor. Fakat çirkinleşmeden, küçümsemeden, biz Avrupalılar her şeyi biliriz, sizi zavallılar gibi bir yerden bakmadan nasıl yazabiliriz bunu? Zaten kitap da o ezilenin hikâyesini yazıyor ama bu hikâyeyle kimse ilgilenmiyor.​

Kitap’ta Garance karakteri uzun bir süre sadece diğer karakterlerin onun hakkında konuşması şeklinde var oluyor. Onun hakkında konuşan, ondan bahseden erkekler var. Sonra Garance ortaya çıkıyor ve sanki onları susturup kendisi için, kendisi hakkında konuşmaya başlıyor. Bu az önceki cevabınızla mı ilgili?

Evet, bu onunla ilgili. Burada ezen taraf Ceruse ve kızı Garance’ı nasıl ezdiğini bir başkasının yazmasını istiyor ama kızı “hayır,” diyor, “bu benim hikâyem”, “Bu çok büyük bir yara ama benim acımı yazma hakkını sana veren nedir? Bunu yazıp yazamayacağına ancak ben karar verebilirim, başkaldırabilirim.” Burada kurmaca karakterler yazara başkaldırıyorlar. Yazar için bunu yazmak çok kolaydır, sadece iki boyutludur bu iş onun için. Kadın umutsuzdu ve sebebi şuydu deyiverir. “Sen kim oluyorsun da benim duygularımı yazıyorsun. Kurmaca bir karakter olarak bile kendi duygularıma sahibim.” diyor Garance ve yazara isyan ediyor.

Garance ortaya çıktıktan sonra bana göre yazıdaki netlik azaldı, görüntüler flulaştı sanki. Buradan sonra, Garance hikâyeye girdikten sonra yazma deneyiminizde bir farklılık oldu mu, örneğin zorlandınız mı? Yoksa bu kasten yaptığınız, efekt diyebileceğimiz bir tercih mi?

Evet, söylediğiniz gibi netlik azaldı. Bu kasten yaptığım bir şey. Bu benim yarattığım bir efekt. Hikâyede karakterler çift çift yazıldı. Ceruse ve Bianchi - ikisi de aynı karakterler. Garance ve Clemence, bunlar da aynı karakter olabilirler. Burası çok açık değil. Bianchi bu iki kadın karakterin karşısında duruyor gibi ve bu iki kadın karakter bir şekilde ona düşmanca davranıyorlar, bunun bir nedeni var ve nedenini sonunda anlıyoruz bu düşmanca tavrın.

Hikâyede Marian, Mariana, Ana ve Christiana şeklinde dönüşüyor. Bu isim değişimi sırasında çok itaatkâr ve hiçbir karşı çıkma olmadan kendisine eşi tarafından verilen isimleri kabul ediyor. Bunun anlamı nedir?

Ceruse’ün kadınlar üzerinde çok büyük bir gücü var. Onlara istediği ismi veriyor. Onlara bir nesne gibi davranıyor. Kadının ismini her gün değiştirebiliyor ve kadın ona bir köle gibi itaat ediyor. Bu mutlak güce sahip ve onun karakterinin bu yanını bu şekilde göstermek istedim.

Kitabınızda neden hiç mutlu karakter yok?

Anne karakteri oldukça mutlu çünkü demans hastası. Aslında bu depresif bir kitap ve bundan memnunum. Evet, dediğiniz gibi pek mutlu karakterler yok. Sanırım bu benim kişiliğimle, bakış açımla ilgili bir durum.

“Sanat umutsuzluğun derinliklerinden gelir, mutluluktan gelmez” diyor Anne karakteri kitabınızda. Bu cümle hakkında ne düşünüyorsunuz?

Bence mutlu insanların hikâyeleri yoktur, mutlu insanlar sanat yapmazlar çünkü mutlu insanlar yemek yerler ve bütün gün sevişirler. Tabii ki oturup kitap yazmazlar ya da tablo çizmezler. Burada umutsuzluk büyük bir kelime olabilir ama sanat bir rahatsızlıktan, huzursuzluktan doğar, perdelerin ardındakinden, karanlıkta olandan çıkar; ışıktan, parlaklıkta değil, gölgede saklı durur.

O hâlde okur olarak edebiyattaki ya da sanattaki arayışınız mutluluk ve keyif duymak değil mi?

Hayır, değil. Benim için okumak bir keyif meselesi değil. Okumak benim için uyarıcı/ uyandırıcı bir şey. Bazen aptalca aksiyon filmleri izlerim, dikkatimi dağıtır. Bu filmler beyninizi boşaltır istediğiniz zaman. Ama keyif duymaktan söz edemeyiz. Belki bunlar sakinleştirici olabilir, örneğin saçma korku filmlerini izleyip gerçek hayatta her şeyin yolunda olduğunu düşünebilirim ama bir metin karşısında mutluluk duymaktan söz edemem. Zaten bu dediklerim de sanat sayılmaz.

Peki edebiyatta yazar olarak peşinde olduğunuz şey nedir?

Uyarıcılar ve cevaplar değil, sorular. İlham, zihnimi uyaran ve harekete geçiren şeyler. Örneğin bir modern sanat sergisine gidiyorum ve çıkınca kafamda bir hareket oluyor. Bir filme gidiyorum, aptalca olmayanlar tabii. Üzerine pizza yiyip filmi konuşmak mesela, filmin en iyi kısmı bence. Bu zihni harekete geçiren şey. Kafanda yeni bir yol açar. Yani farklı fikirler görmek, zihnini farklı yönlere götürmesi, fikir vermesi, yaratıcılığı tetiklemesi…

Bildiğim kadarıyla yazarlığın yanı sıra öğretmensiniz. Nasıl bir yazma rutininiz var?

Evet, genelde uyuşturucu bağımlıları ile çalışıyorum ve öğretmenim. Eğer günde bir saat yazabilmişsem iyi yazdığım bir gündür. Tatil zamanlarında daha fazla yazıyorum ama genelde haftada üç saat yazabiliyorum diyebiliriz. Şimdilik bu düzende kalmayı tercih ediyorum.

“Creep” şarkısı Eşsiz Ceruse kitabı içinde sıkça geçiyor. Bu şarkıyla özel bir bağınız var mı?

Bir aralık ayında İspanya’da bir terastaydım. Brezilyalı bir adam bu şarkıyı Bossa Nova tarzında söylüyordu. Bu an aklımda kaldı. Yazarken tamamen tesadüfi bir şekilde bunu kullanmaya karar verdim. Ben de beş dakika öncesinde bu şarkıyı seçeceğimi bilmiyordum.

0
1585
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Geldanlage