20 MAYIS, ÇARŞAMBA, 2020

Sanatta Nasıl, Siyasette Nasıl: Süreyyya Evren ile Söyleşi

Salgın sebebiyle pek çok yayın gibi basımı ve dağıtımı ertelenen edebiyat fanzini Barbarları Beklerken'in 5’inci sayısında yayımlanan, İrem Kargıoğlu ve Fırat Kargıoğlu’nun Süreyyya Evren ile söyleşisini okurlarımızla paylaşıyoruz. 

Sanatta Nasıl, Siyasette Nasıl: Süreyyya Evren ile Söyleşi

Güncel sanattan siyasete, kurmacadan şiire pek çok alana ait, farklı türden, ufuk açıcı metinler üreten Süreyyya Evren’e; bireyci anarşizme, postmodernizme ve başka meselelere dair ‘kafamıza takılanları’ sorduk. “Hadi söyleşelim” diye değil, bu soruların birçoğu Evren’in metinleriyle -de- şekillendiği, haliyle yanıtları da özellikle ondan duymak istediğimiz için.

[FK]:Sizin de gayet iyi bildiğiniz üzere süreğen bir teori-pratik tartışması var siyasette. Teori, pratikle farklı biçimlerde ilişkilendiriliyor. Eldeki teorinin yeterli olduğunu, ama gereği gibi hayata geçirilemediğini, pratiğe dökülemediğini düşünenlerin -yani teori ve pratiği birbirinden ayıranların- yanı sıra, sözgelimi Saul Newman gibi teoriyle pratiği birleyen, özdeşleyen isimler de mevcut: Sizinle söyleşirken, “siyaset yapmak aynı zamanda teori yapmaktır ve teori yapmak da siyaset” diyor Newman – bu sözünün öncesinde Lacan’ı, Deleuze’ü ve Foucault’yu da anarak. Yazıp çizdiklerinizden anlayabildiğimiz kadarıyla -yanılmıyorsak- siz de Newman’la bütünüyle hemfikirsiniz bu konuda. Teoriyle pratiği aynılaştırdığımızda, Horkheimer’ın “lanetli görev” olarak nitelediği “düşünceyi doğru pratikle evlendirmek” eylemine sizce nasıl yaklaşmak -anlam vermek- gerekir?

[SE]: Ben anarşizmin tarihini incelediğimde teori ve pratiğin ilişkisine dair şöyle bir net tablo çıkmıştı: Gerek anarşist hareketten gelip tarih yazanlar, gerek nötr akademisyenler, gerek anarşizme mesafeli tarihyazıcıları, tümü, yaygın bir eğilim olarak, ‘anarşizm nedir?’ sorusuna yanıt ararken önce bir teori bulmaya çalışıyorlardı, bir fikir, sonra da bu fikrin uygulanmasında yaşananlar ve gelişenler adı altında anarşizmin pratiğine bakıyorlardı. Yani hep, önce teori, yaklaşımı vardı. O kadar içselleştirilmiş modernist bir refleks ki bu, yapan yaptığını fark etmiyor okuyan okuduğunu fark etmiyor, kimse takılmıyor. Bu, anarşizm gibi içeriğini çoğu kez (‘ne?’ değil de) ‘nasıl?’ sorusunda ve (konusunda değil de) formunda bulan bir harekete bile uygulanan perspektif tüm siyaseti ve teoriyi kavrayışımızı elbette etkiliyor ve elbette buna alternatif bakışlar da mevcut. Benim yakın durduğum alternatif teoriyi kendi başına oluşturup gene kendi başına oluşmuş bir pratikle buluşturmak değil de her ikisinin de nasıl oluştuğunu oluşacak şey kadar önemseyen deneyci, açık teorik ve pratik yapıp etmeler aramak.

[FK]:Michel Ragon’un Kaybedenlerin Belleği adlı romanında, devrim meleği Saint-Just’ün fazlaca iç karartan özdeyişlerinden birine rastlıyoruz: “Her sanat kendi harikasını yarattı, yönetme sanatı ise canavarlardan başka bir şey yaratmadı”. Yine Saul Newman’ı, onun -Bakunin’den Lacan’a adlı kitabında- yanıtını aradığı şu hayatî soruyu anımsatıyor bu söz: İktidara -tahakküme- dönüşmeksizin, iktidarın yerini doldurmaksızın muhalefet edebilmek, direnebilmek mümkün mü? Sizce eldeki teorik birikim ya da örneğin Gezi pratiği bu okkalı soruyu yanıtlayabilmek için yeterli mi – şayet yeterliyse, nedir o yanıt? Newman’a kulak verip Max Stirner’e -bireyci anarşizme- mi dikkat kesilmeliyiz?

[SE]: Bir yanıt serisi şu olabilir: Bir ideal yanıt aramamalıyız. Bulduğumuzu söylersek kendimize inanmamalıyız. Bulmak arzusunun kendisini sorgulamaktan ümitlenmeliyiz. Bir yanıt yokken peki şimdi ne yapacağız diye ânında demoralizasyona, ümitsizliğe, çıkışsızlık hissine kapılmamalıyız. Bu tabii, o kadar kolay değil, boş bir umut gibi gelebilir çoklarına: İktidara dönüşmeden muhalefet edebilmenin mümkün olmadığı sonucuna vardık diyen iktidar karşıtı bir muhalefet hareketi tahayyül etmek zorlayıcıdır. Ancak imkânsız olmamalı. Ütopyanın yokluğuna karşın eyleyenler için hele…

[FK]: Aranan Kitap’taki Postmodernizm ve Anarşizm Üzerine başlıklı kışkırtıcı yazınızda özellikle şu tespitiniz çok çok önemli bizce: “Türkiye’de özgürlükçü bir sol yetişecekse postmodernizmin tarlalarında yetişir ancak”. Postmodernizmi post-anarşizm olarak mı okumalıyız bu tespitiniz üzerinde durup düşünürken? Öyle okursak, post-anarşist siyaset hangi öğelerden oluşur – solu, Türkiye’deki siyasal hayatı nasıl özgürlükçü hâle getirir? Soru soruyu doğuruyor: Žižek postmodernizmin burjuvazi-proletarya antagonizmasına çözüm getiremediğini söylüyor meselâ: Sizce de postmodernizmin -ve post-anarşizmin- belli başlı eksikliklerinden biri bu mu?

[SE]: Şakalı bir yazı o aslında. Parodiler var içinde. O bir yana, bugün baktığımızda postmodern teriminin itibarlı olmadığını, o anlamda kaybettiğini, ama teorisinin hâkim itibarlı teoriye dönüştüğünü söyleyebiliriz. Dolayısıyla artık post- teorilere göre öznesiz, merkezsiz, aşağıdan, çoklu ve yatay kurulmamış ne bir yeni politika var ne bir ayaklanma. İtibarlı her şey, her yeni teori ve her yeni eylem post- teorilerle uyumlu çatılıyor. Piramidal, merkezi, yukarıdan aşağıya inşa edilmiş, ‘burjuvazi-proletarya antagonizmasına çözüm getirdiğini’ iddia eden, temsilcilerin, toplumsal dönüşüm uzmanı olma iddiasındakilerin ne herhangi bir teorisi devrede ne de eylemi. Dolayısıyla artık 1990’larda değiliz, mesele başka bir yerde. Post-teorilerin bunca uygulama gördüğünde ortaya çıkan yeni sorunların yeni zamanı geldi.

[FK]:Postmodernizmi post-truth (hakikat-sonrası) ile ilişkilendiren yaklaşımlara dair fikriniz nedir? Örneğin Lee McIntyre, Hakikat-Sonrası adlı kitabında, hakikat-sonrasının atası olarak yorumluyor postmodernizmi: Sizce de bu türden bir ilişki kurulabilir mi?

SE]: Gene 1990’lara dönersek, o zaman da post- teorilerin ‘sağ’ ucu olarak tarihin sonuculuk (Fukuyama) vardı, şimdiki post-truth oraya da bağlanabilir; ve elbette bu post- teorilerin ‘sol’ yorumunu bağlamıyor. Lee McIntyre’ın kitabı zihin açıcı gene de. Hakikat sonrasında en kritik yerlerden biri hakikatin işlevsizleşmesi. Buna hakikati eski işlevine döndürerek yanıt verilebileceğini söylemek zor, o zaman yeni karşılıklar düşünmek gerek demektir.

[FK]:Edebiyat ve Sanatla -özellikle de Şiirle- Siyaset arasındaki ilişkiyi nasıl kuruyorsunuz? Biz, bu ilişkiyi de teori-pratik aynılığına benzeyen bir aynılıktan hareketle kurduğunuz, anlamlandırdığınız kanısındayız – hepsini birleyerek: Sanatsal bir devrim neyse, siyasal bir devrim de o. Yanılıyor muyuz?

[SE]: Evet, teori-pratik aynılığına benzeyen bir aynılıkla baktığım söylenebilir, sanatsal bir form arayışı, deneycilik, sanatta nasıl sorusuna verilen yanıtlar ile siyasette nasıl sorusuna verilen yanıtların bağlanması. Yenilikçi formlar böylece çoklu olarak düşünülebilir mi sorusu…

[İK]: 2010’da,23 Nisan Ağıdı’nın ardından Utku Özmakas’la yaptığınız söyleşide “nerede bizim Ermeni tehciri ağıtlarımız, nerede 6-7 Eylül ağıtlarımız, Kurtuluş Savaşı destanları ile raflar doldu tamam da nerede dışkı yedirmenin destanları”diye sormuştunuz. Sonrasında Ebu Garib Neşesi çıkageldi, peşinden Bir Avuç Adalet İçin. Festus Okey’den Engin Çeber’e, Sevag Balıkçı’dan Hrant Dink’e birçok maktulün yasını, resmî ideolojinin toplumsal hafızadan silmeye çabaladığı olayların, Roboskî’nin, Reyhanlı’nın kaydını tutuyor şiirleriniz. Tabiri caizse, boşlukları doldurmaya dair bir tür ‘etik-ödev bilinciyle’ mi yazıyorsunuz?

[SE]: Bilemiyorum, ‘ödev bilmek’ ilginç bir temadır. Parrhesia arayışlarını, parrhesia ile bağlantılı tartışmaları hatırlattı bana. Ödev ya da değil, bahsettiğiniz hat üzerinde yer alan “olay”ları şiirlerde, öykülerde, romanlarda hep kat eden bir yanım var sanırım gerçekten. Bunu, bir sorumluluk olarak mı görüyorum, gördüm? Belki. Ama yenilikçi deneylerin siyasi dağılımını işaret ediyor da olabilirler…  

[İK]: Neredeyse 25 sene evvel hazırladığınız Genç Şairler ve Yazarlar Kitabı’nın ‘Önyazı’ bölümünde şöyle diyorsunuz: “Edebiyat dünyamıza güvenmiyorum. Şairler ve yazarlar her yıl yarbayların açıklanmasını bekleyen subaylar gibi rütbelerin açıklanmasını bekliyorlar. ‘Dünyadaki ve çevremdeki çirkinlikler benim umrumda ve gündemimdedir’ şair-sözü vitrinden başka bir yerde görülmüyor.” Bugün de aynı şeyleri mi düşünüyorsunuz? Yine o söyleşilerde yaptığınız gibi, “takır takır isim vererek”“ellerimiz prizdeyken” konuşalım mı? En azından, ‘güvendiğiniz’ birkaç isim sayarsınız belki bize.

[SE]: Sanat dünyası içi iktidarlara karşı çıkmak anlamında, yukarıda değindiğimiz parrhesia kavramına dönecek olursak, parrhesia denenmiş diyebilirsiniz bu erken girişime bakıp. Fakat o zamanlarda internetin, piyasanın egemenliği yoktu ve sanat-içi iktidarlar su başını tutabiliyorlardı ve dolayısıyla hedef tahtasına da oturtulabiliyorlardı. Bugün iktidarın yeri çok daha karmaşık, bambaşka bir prestij ekonomisi dönüyor. Gene de, günümüzde genç bir yazar kültür sanatta özellikle de değerlerin ve bilgilerin inşasına, işlerin akışına baksa ne görürdü, rütbeler görür müydü, görse söyler miydi, insan merak edebilir.

[İK]: Biz söyleşiye devam ederken Dokunan Kitap çıkageldi! Bu vesileyle bir soru daha ekleyelim mi? Sözgelimi, Ece Ayhan’ın anarşist etiğini ya da Kafka’nın Şato’sunu konu edindiğiniz -daha seçmece- yazıların yanı sıra; Gangnam Style’dan Küçük Prens’e, Hilal Cebeci’den Breaking Bad’e, pek çok ‘popüler’ konuya temas eden metinleriniz de var bu kitapta. Neden önemsiyorsunuz ‘popüler-olan’ı? Sadece, tüketici hareketlerine ilişkin taze veriler sağladıkları için değildir sanırım.

[SE]: Ona da teori-pratik meselesinde olduğu gibi bir hiyerarşi sonrası olarak belki bakabilirsiniz. Beyin ile beden der gibi derin olan ile yüzeysel/popüler olan ayrımı olmadan konuşulabilir mi? Veya bu ikilik başka türlü kurulabilir mi? Bu yazılar bu minvalde arayışlar etrafında da kurulu gibidir.

[İK]: Gündelik bir soruyla bitirelim o hâlde: Sırada neler var okurlarınız için? Şiir, tezgâhınızda yer tutmaya devam edecek mi?

[SE]: Şiir, evet. Kelepçelerden kurtulma numaralarıyla ünlü, büyük illüzyonist Harry Houdini üzerine şiirler çalışıyorum bir süredir. Houdini’nin ‘hileleri’ hayatla başetme biçimlerimiz hakkında çok şey söylüyor gibi geliyor. Bakalım o çalışma nasıl toparlanacak.

Güncel sanattan siyasete, kurmacadan şiire pek çok alana ait, farklı türden, ufuk açıcı metinler üreten Süreyyya Evren’e; bireyci anarşizme, postmodernizme ve başka meselelere dair ‘kafamıza takılanları’ sorduk. “Hadi söyleşelim” diye değil, bu soruların birçoğu Evren’in metinleriyle -de- şekillendiği, haliyle yanıtları da özellikle ondan duymak istediğimiz için.

0
5346
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Geldanlage