-Eski komşum, sevgili arkadaşım Savaş, harika afişler, çarpıcı kitap kapakları, dikkat çekici dergi kapakları, takvimler ve elbette unutulmaz dergi tasarımları, kısacası diyeceğim ama, değil, hayli uzuncası diyeyim, grafik tasarımla ilgili, bir bölümünü benim de bildiğim ama pek çoğunu bilmediğim işler yapıyorsun yıllardır. Dilersen önce bu işlerden ve bu işi yapan adamdan biraz söz et bize...
1982 yılından bu güne grafik tasarımcı olarak bu mesleğin içindeyim. İlk iki yılı çıraklık olarak nitelersek bu mesleğe başlayalı 40 yıl olmuş. Bu 40 yıl meslek adına çok değişime de tanıklık etmek açısından hayli önemli. Bilgisayar öncesi kuşaktan geldiğim için üç ana değişimin bizzat tanığı oldum.
İlk dönemler tasarımların uygulamasının elle yapıldığı, sonucu önceden “tahmin” edilerek letrasetlerin, dizgilerin, pikajın ve çizimin kullanıldığı dönem ki o zamanlar, zamanın yetmediği, sonucun tahmin edilene nazaran kısmi nispette farklı çıktığı, baskı teknolojisinin de ilkel olduğu dönemlerdi. Doğru ve güzel bir tasarım üretebilmek sadece tasarımcının elinde değildi. Bu sürecin mesleğe hakimiyetime önemli katkıları olmuştur. O dönemde tasarımı bilmenin yanı sıra iyi sonuç almak için baskı sürecini de iyi yönetebilmeniz gerekirdi. Matbaa makinasının başına geçip iş bastığım dahi olmuştur.
İkinci dönem bilgisayarların hayatımıza girmesiyle başlayan tasarım algısının toplum tarafından da yavaş yavaş kavranabildiği, mesleğimizin tanımının da netleştiği, bilgisayarın ve programların tasarımın sürecini kısalttığı, çoklu alternatiflerin denenebildiği, iş baskı aşamasına gelmeden neredeyse sonuçlarını görebildiğimiz dönem ki bu aynı zamanda grafik tasarım atölyelerinin hayatımıza girdiği dönemdi de. Benim asıl sürecim işte bu zaman diliminde kendime ait tasarım atölyemi oluşturmam ve yaptığım işi bir parça kendimin belirlemeye başladığım dönemle başlıyor. Daha önceleri iş anlamında hangi müşteri olursa olsun kabul ederek, müşterinin isteği doğrultusunda tasarımlar üretirken, bu dönemle birlikte daha çok kendi istediğim türde müşteriyle çalıştım ve seçtiğim dallarda üretimde bulundum. Tabi ki tasarım anlamında da daha fazla özgürleştiğim bir dönem oldu bu.
Son dönem ise 2000’lerden başlayarak günümüze kadar gelen, internetin ve sosyal medyanın belirleyici olduğu, tasarımın artık iki boyuttan çoklu boyuta evrimleştiği dönem diyebiliriz.
Mesleğe ilk başladığımda bu konuda ürün veren tasarımcı sayısı iki haneli sayılardaydı. Şimdi ise dört haneli sayıları bile aştı. Ayrıca tasarımcılar artık belli konularda branşlaşmaya ve ürün verdikleri alanları sınırlandırmaya başladılar. Benim başlangıcımdan bu zamana kadar ilgi alanım hep konu olarak kültürel tasarımlar olmuştur. Şöyle özetleyebiliriz belki: %70 kültürel, %20 sosyal, %10 ise ticari. Tasarım geçmişimde afiş ve kitap hep birinci sırada yer aldı. Dergi tasarımı, kurumsal kimlik, ambalaj, faaliyet raporu, broşür, katalog, takvim, illustrasyon, sergi tasarımı, internet sitesi tasarımı ürün verdiğim diğer dallar.
-Disiplinlerarası ilişki her dönemde çok konuşılan bir kavramdır, daha çok da özlemle olması beklenen bir ilişki biçimi. Sen bu ilişkiyi uzun yıllar önce kurmuştun, ama galiba bundan da önce sanatçılararası bir ilişki de demek gerekir buna ve buradaki sanatçılardan önemli bir bölümü de şairler oluyor: Turgay Kantürk, Cenk Koyuncu, Orhan Alkaya gibi... Kitaba, edebiyata yakın olduğun biliniyor da şairlerle olan ilişkin, yakınlığın biraz daha özel ve önde gibi...
Tasarım üretimine başlamam ilk “Stüdyo İmge” müzik dergisiyle oldu. İmge Yayınevi’nin yayımladığı kitapların kapak tasarımları ve aynı zamanda derginin tasarımlarıyla girdim tasarım hayatıma. Tabii ki edebiyat çevresiyle tasarım anlamında ilk temasım buydu. Orhan Alkaya’yla tanışmam bu yayınevi sayesindedir. Sonrasında yayınevleriyle bağım hep sürdü, doğal olarak edebiyata karşı ilgim çocukluğumdan beri vardı ama bu dünya ile bir bağım yoktu. Mesleğimden dolayı bu bağ kurulmuş oldu. Edebiyat çevresinden çok arkadaş ve dostum oldu. Bazı dostlarımla dergiler de çıkarttık, kitaplar da bastık. Tabii ki sanat dünyasında sadece edebiyatçılarla değil, diğer sanat disiplinleriyle de bağım oldu: plastik sanatçılar, tiyatrocular, sinemacılar vb. Sanatın bütün dallarıyla ilgili kişi ve kurumlarla çalıştım ve çok değerli arkadaşlarım oldu. Birlikte bir sürü projeyi hayata geçirdik. Bu projelerde mesleğimden dolayı sadece tasarımcı olarak yer almadım, bazen projenin yaratıcısı, bazen editor, bazense hepsini birden (tasarımcılık dair) üstlenerek o projenin ortağı oldum. Geriye dönüp baktığımda evet, hayli heyecan verici, iz bırakan, zamanın ötesinde projeler gerçekleştirmişiz, şimdi düşününce çılgınlıktı diyorum. Tabii ki arkadaşlarımın ve birlikte düşünmenin çok önemi var ve bunları yaparken o ekonomik zorlukların nasıl üstesinden gelmişiz, hayret verici…
-Özellikle Turgay Kantürk'le birlikte unutulmaz dergiler yaptınız, “Eskiz”, “No” gibi. Benim hatırladıklarım bunlar, belki başka da vardır, yalnızca içerikleriyle değil, tasarımlarıyla da çok özel dergilerdi onlar. Sonra yine, komşuluktan söz ettik ya, Cihangir'de Matara Sokak'ın başında şimdi tarihe karışmış olan “No: 27” binasını hatırlıyorum, senin tasarım ofisin, Yıldırım Arıcı ile Fethi İzan'ın fotoğraf atölyeleri ve Turgay'la birlikte aynı adla kurduğunuz yayınevi. Benim de yayıncım sayılırsın, bir şiir kitabımı yayımlamıştınız. Biraz da bu serüvenden söz edelim...
Turgay Kantürk tasarım hayatımda en önemli kişi, en önemli fikir ortağım. Yukarıda bahsettiğim projelerin hemen hemen hepsinde birlikte yer aldık. Tuhaf ama bizim tanışmamıza neden olan sanat alanı edebiyat değil tiyatroydu. Turgay’ın şimdiye kadar sahneye koyduğu bütün oyunların afiş tasarımını ben yaptım. Turgay’la etrafımızda çeşitli sanat dallarından tanıdığımız arkadaşlarımız vardı. Herhangi bir tasarım için bir araya geldiğimizde yapmamız gerekenlerin haricinde, hep birbirimizi motive ederek yepyeni projeler ortaya koymak ve gerçekleştirmek için her türlü fedakarlığı birlikte üstlendik.
Kendimizce heyecan verici işlerdi bunlar, umarım izleyiciler, okuyucular için de öyle olmuştur. Bu projelerin biriydi No: 27 Yayınları, sıra dışı bir yayıneviydi. Bilinen bir şey olan şiir kitaplarının satmıyor oluşu bizi bu projeyi gerçekleştirmek adına motive etti. Bu yayınevi kapsamında kendi kuşağımızın kabul görmüş 8 şairi bir araya getirerek, şiirin yanına desenler koyarak, daha estetik kitaplar tasarlayıp yayınlayarak satışını etkilemek istedik. Tabii ki başarılı olamadık. Ama yayınevi sadece şiir yayınlamadı. Başka disiplinlere ait kitaplarımız da oldu. Başarısız bir projeydi ama yayıncılığa dair güzel örnekler oluşturmayı başardı. No dergisi de bu yayınevinin diğer parlak projelerinden biriydi.
-Yıllar önce seninle ilgili bir kitap yayımlanacaktı, seninle ilgili yazılardan oluşan, ben de yazmıştım, sahi o kitap yayımlandı mı, yayımlanmadıysa da yazım sende duruyordur, bu söyleşiyle birlikte onu da yollarsan, yayımlamak isterim doğrusu...
Afiş tasarımlarımla ilgili bir kitap çıkarmayı düşünüyordum. Biraz sıra dışı olmasını istemiştim ve yine Turgay’la bir araya geldiğimizde bu kitabın editörlüğünü üstlenmek istedi. 100 tane afişimi seçtim ve Turgay her bir afiş için bir yazar belirleyerek onlardan, onlara gönderilen afişe dair yaratıcı bir metin istedi. Belirlediği kişilerden biri sendin. Sağol, sen hemen karşılık vererek bize geri döndün. Ama malesef 23 kişi geri dönmüştü ve proje öylece yarım kaldı. Senin metnini bulmaya çalışırım, umarım bulurum ve seninkini yayınlarız.
-Başka birkaç yayınevinin yanında, şair arkadaşımız Kadir Aydemir'in kurduğu “Yitik Ülke Yayınları” senin kapak tasarımlarınla da tanınıyor, biliniyor ve özellikle son yıllarda edebiyatın her alanında pek çok yeni ve iyi ismin kitaplarını yayımlıyor. Sen de büyük bir sürpriz yaparak bu yılın başında oradan bir haiku kitabı yayımladın: “kıyı'ya, göl'e, ada'ya haiku”. Elbette kapağından tasarımına ve içindeki şiirlere kadar tümüyle sana ait 168 sayfalık bir kitap. Şiire haikuyla başlaman ilginç geldi bana. Niye haiku? Haiku dışında da şiir yazıyor musun? Şiir yazmayı sürdürüp yeni şiir kitapları yayımlamayı düşünüyor musun?
Yitik Ülke gibi bir yayınevi oluşturma düşüncesinin annesi Kadir Aydemir ise babası benimdir. Bu yayınevinin ilk kitabından son kitabına kadar hep projenin içinde yer aldım. Evet bazen tasarımcı olarak bazen ise fikir adamı olarak.
Bu projeyi daha farklı bir platforma taşımayı çok istiyorum. Tabii ki istediğimiz koşullara sahip olduğumuzda bu da olacak, farkındayım, ama yine de koşulları zorlamaktan vazgeçmiyorum. Bu yayınevi benim tasarım serüvenimde de çok öneme sahip. Yayıncıların koydukları görsel kavramları tasarımcı olarak yıktığım ve kuralsız olarak bir yayınevinin nasıl kimlik oluşturabildiğine dair bir deneme gerçekleştirdiğimi söyleyebilirim.
Şiir kendi edebi serüvenimde 1990’lara dek çok önem verdiğim bir dal değildi. Elbette ki çok önemli şairlerimiz var ve ben her zaman onlardan etkilendim, her zaman da okuyucularındandım. 1990’dan sonra tasarımcı olarak tipografiyle yoğun bir şekilde ilgilenmeye başladım. Tipografiyle edebiyatı birleştirmeye karar verdiğimde en uygun disiplinin şiir olduğuna karar vererek şiirin yazımına karşı da ilgi duydum. 1992 yılında “Salgınlarım” adlı şiir, tipografi, illustrasyondan oluşan bir deneme yayınladım.
Bu haiku şiirlerim yayınlanmış ikinci kitabım. Şiir benim için damıtılmış bir metin, doğası minimal, az şeyle çok şey anlatma odaklı ve imge yüklü; haiku ise daha da minimal ve söylemek istediğini 17 heceyle sınırlandıran bir tür. İletişim tasarımıyla çok benzeyen yanı var, yaptığım işe çok yakın. Tasarımda görsel anlamda yalınlığı arıyorsun, haikuda ise sözel. Her iki dal için de imgenin çok kuvvetli olması gerekiyor. Sanırım beni cezbeden ve haikuya hayran olmamı sağlayan durum bu. Bu yüzden haiku diyorum. Yayınlamaya gelirsek sanırım bir iddia için yaptım. Haikularımı eleştirebilirler, beğenmeyenler, belki berbat diyenler bile olabilir. Ama o kitaba bir bütün olarak bakmalarını istiyorum. Nesne olarak, tüm içeriğiyle birlikte. Böyle kitaplar yılda kaç tane yayınlanıyor ki? Yayınevlerinden çıkan hangi kitap bu kitaba benziyor ki? Bu tür yayınlar bir parça özel. Sanırım böyle bakmak kitabın hakkını vermektir diye düşünüyorum.
-Kısa öyküler yazdığını da duydum, yayımlanmış örnekler var mı, bizimle birkaç kısa öykünü paylaşırsan sevinirim.
Benim edebiyata dair denemelerim iddialı denemeler değil. Ben yazdıklarımı mutlaka başka sanat disiplinlerini de katarak göstermek istiyorum. Sanırım henüz yayınlamaya uygun değiller. Umarım bir gün yeni bir projeyle birlikte onları da paylaşırım. Bu röportaj için çok teşekkür ediyorum…