Eski bir şehir efsanesi... 1880ler’de Paris’te Seine nehrinde boğulmuş genç bir kadının cesedi bulunur, üzerinde şiddet gördüğüne ya da saldırıya uğradığına dair herhangi bir iz yoktur. Ama yüzünde öyle tuhaf bir ifade vardır ki Paris morgunda çalışan bir patolog genç kadının yüzünün ölüm maskesini yapar ve onu ölümsüz kılar. 1900lere gelindiğinde bu meçhul genç kadının yüzü Paris bohemlerinin evlerini süsleyecek, yazarların ve sanatçıların hayalgüçlerini kışkırtacaktır. Albert Camus, Nabokov gibi yazarların da birer maskına sahip olduğu söylenen Seine Nehrinin Meçhul Kadını (L'Inconnue de la Seine) aslında gizemini halen koruyor... Kimdi? Neden öldü? İntihar mı etti? Yüzündeki ifadenin sırrı nedir? Neden gülümsüyor? Yoksa biz mi gülümsediğini düşünmeyi tercih ediyoruz? Zaman zaman Mona Lisa ile karşılaştırılan Seine Nehrinin Meçhul Kadını belki de tamamen bir yanlış anlamanın ya da anlam kaymasının ürünü. Belki de birilerinin iddia ettiği gibi ölü bir kadının yüzünden değil de Alman bir mask yapımcısının kızının yüzünden alınmış bir kalıpla üretilmiştir. Gerçekten de yüz derisindeki gerginlik suda boğulmuş birine ait olamayacak kadar sağlıklı görünüyor. Ama mesele gerçeğin ne olduğu değil... Önemli olan insanların yarattığı mit.
Her şeyden önce bir ölünün yüzünde mutlu bir ifadenin bulunması insana umut verir. Çünkü ölüm insanın karşısındaki olabilecek en korkunç yıkımdır. İnsan kendi yok oluşunu kolay kolay tasavvur edemiyor. Zihnimiz, uyanık olduğumuz anlarda, öncesiz ve sonrasız bir akış içinde sonsuz varoluş hissi içinde yaşıyoruz. Hep vardık ve var olacağız gibi geliyor. Oysa çok derinden bildiğimiz bir hakikat var: ölüm bir gün gelip bizi de bulacak, biz de çevremizdeki herkes gibi bir gün yok olup gideceğiz. Ölüm bu nedenle düşünsel bir kara deliktir, onun karşısında hiçbir kavram tutunamaz, solup gider. Nihai yok oluş fikrine alışsak bile kendi ölümümüzün nasıl olacağını düşünmeye başladığımız an derin bir huzursuzluk duyarız. Yaşamın ılık varoluşundan kopup ölümün soğuk katılığına geçme ânı da en az ölümün kendisi kadar ürkütücüdür. Bu yüzden huzurlu hatta mutlu bir ifadesi olan bir ceset bize olumlu duygular verir.
Bu gülümseyen genç kadının yüzündeki hoş ifade ölmüş gibi değil de uykudaymış ve güzel bir rüya görüyormuş izlenimi veriyor. Albert Camus’nün bu mask için suda boğulmuş Mona Lisa demesi boşuna değil. Mona Lisa’nın portresinin de dünya tarihinde en çok alıntılanan, en çok ziyaret edilen, en çok gönderme yapılan sanat eseri olmasının nedeni kuşkusuz Mona Lisa’nın yüzündeki ifadedir. Gizemli tebessümün yarattığı etki üzerine çok yazılıp çizilmiştir. Örneğin, aynı anda hem masum hem de davetkar olduğu söylenir. Daha ilginç spekülasyonlardan biri de Leonardo’nun kendi yüzünü model alarak Mona Lisa’yı çizmiş olmasıdır ki bu varsayım Mona Lisa’ya androjen bir kimlik kazandırır. Belki de portrenin büyüsü bu belirsizliklerden kaynaklanmaktadır: bu bir tebessüm mü, buruk bir ifade mi, masum bir bakış mı, gizli bir davet mi ve son olarak da kadın mı erkek mi? Bu tür zıtlıkların birbirine yaklaştığı sınır durumları göstermeyi başaran sanat yapıtları diğerlerinden çok daha fazla kurcalar aklımızı. Çünkü izleyici olarak kendimizde var olan sınır durumları hatırlarız ya da kimilerinin farkına varırız. Etki başlangıçta yapıttan bize doğru gelen bir akım gibidir ama kısa süre içinde bu etkiyi yaratanın bizzat kendi bakışımız olduğunu fark ederiz. Yapıtta gömülü olan sanatçının gizemli hatta tekinsiz deneyimi ile kendi bakışımızdaki gariplik yer değiştirmeye, üst üste gelmeye, çiçek dürbünlerinde olduğu gibi eğlenceli şekiller sunmaya başlar.
Seine Nehrinin Meçhul Kadını da en az Mona Lisa kadar gizemlidir. Etkileyiciliğindeki aslan payı arkasındaki “gerçek” hikâyedir. Her ne kadar şehri efsanesi olsa da bu maskın sabitlediği ifade Seine nehrinde boğularak ölmüş genç bir kadının gerçek çizgilerini taşımaktadır. Böyle bir maska dokunmak o âna temas etme hissi verir. Ölüm değildir artık bu. Ölümün adeta aşıldığı bir andan söz ediyoruz. Ölüm olmayan bir ölüm ancak bir yolculuktur. Bu genç kadın da Seine nehrinin sularında bir yolculuğa çıkmıştır sanki. Yeraltı ile ilişkili olan nehir yaşamla olduğu kadar ölüler ülkesiyle de bağlantılıdır. Oraya gidip dönebilmek meçhul kadını bir haberci konumuna getirir. Ancak getirdiği mesaj sözcüklere dökülmeden önce balmumundan bir kalıba dökülecek ve ardından Paris bohemlerinin evlerine kadar ulaşacaktır.
Seine Nehrinin Meçhul Kadını da Mona Lisa gibi insanı zıtlıkların kesiştiği bir sınır boyunda düşünmeye zorlar. Gülümseme yaşama dairdir, canlılıktır, var olmaktan duyulan sade sevincin ifadesidir. Ama kapalı gözler, uykuyu, ölümü, yokluğu, karanlığı hatırlatır. Elbette dış dünyaya kapanan gözler iç dünyaya açılır. İnsanı bir iç yolculuğa çağırır. Seine Nehrinin Meçhul Kadını da cinsiyet açısından belirsiz bir yerde durmaktadır. Çocuklukla kadınlık arasında bir yerde... Su, ölüm, genç kadın, tebessüm... Bu dört unsur bir araya geldiğinde çok temel bazı duygular harekete geçiyor olsa gerek. Aranan ya da kaybedilmiş olan mutluluk ve masumiyet belki...
Aradan uzun zaman geçer...
1950lerde bir olay: Asmund Laerdal boğulmakta olan oğluna tam zamanında müdahale ederek solunum yoluna dolan suyu boşaltıp onu hayata döndürür. Laerdal Norveç’te önemli bir oyuncak üreticisidir ve boğulan kişilere ilk yardım olarak geliştirilen kalp masajı ve hayat öpücüğünden oluşan tekniğin eğitimi için bir manken yapılması gerektiğinde bu konuda son derece istekli olur, çünkü oğlu da yaşamını bu türden bir yardıma borçludur. Mankenin bir kadın gövdesine sahip olmasının daha iyi olacağını düşünür ve mankeni yaparken Seine Nehrinin Meçhul Kadını’nın yüzünü kullanır. BBC’nin 2013 yılında yaptığı haberde 300 milyon kişinin boğulma ilkyardım eğitimini bu manken üzerinde yaptığı yazıyor. Yani, üç yüz milyon kişi Seine Nehrinin Meçhul Kadını’nın durmuş olan kalbini çalıştırmak için ona kalp masajı yaptı ve üç yüz milyon kez dudaklarına hayat öpücüğü verdi.
O gülümseme... On dokuzuncu yüzyılın sonlarında Paris’te ölen genç bir kadın... Ölüm maskını alan bir patolog... Sanatçıların habitatına karışan bir tasvir... En sonunda bir ilk yardım mankeni... Suyla gelen ve suya dönen bir esrar. Yaşatılmaya çalışılan bir tebessüm, genç bir kadının tebessümü...