Hayata gözlerini yumuşunun 14. yılında can Yücel sevgiyle anıyoruz… Haydar Ergülen yazdı… 1999’un o “Kirli Ağustos”unda önce güneş tutuldu, sonra Can Yücel sonsuzluğa göçtü, ardından da deprem oldu. “Şiir bir umutsuzluktur” diyen adam “Ben haberciyim” demişti bir de “deprem habercisiyim.” Hangi depremin diye sormayın, akıl tutulması mı fikir unutulması mı, neyse, zaten başlamıştı, bir daha da geçmedi, gözümüze kalbimize de karanlığın perdesi indi. Eskiden beri tek tip toplum rüyası görenler kılık değiştirdi, maske değiştirdi ama tek tipleştirme çabaları hiç değişmedi. Faşizmin, ırkçılığın halkları halklara kırdırma, aydınları, yazarları susturma makinesi ise hiç susmadı. Gazi mahallesinin kurbanlarının kanı hala kurumadı, Sivas’ın külleri gözümüze dolmaya, kalbimizi yakmaya devam ediyor hala...
Aziz Nesin’i yitirmemizden birkaç yıl sonra bir yazı yazmıştım: “Çok yalnızız Aziz bey, sizin kıymetinizi bilenler, bilmeyenler, size eskiden ‘Aziz Nesin sen nesin?’ diye bağırmayı marifet bilenler, hepimiz çok yalnızız. Sizin ‘gülmece yazarı’ oluşunuzda gayrıciddi bir yan bulup dalga geçen ve ‘aydın’ olarak nitelenmenize tahammül edemeyen ‘aydınlarımız’ da sizin yokluğunuzu hissediyor olmalılar, hele son yıllarda, hele bu düşünce yoksulluğunda, bu kavurucu ortamda.../... Sahiden ‘Aziz Nesin sen nesin?’ Doğru bildiğini hangi ortamda hangi koşullarda olursa olsun seslendirmekten çekinmeyen ve artık Türkiye’de gölgesi bile kalmayan cesur bir aydın mı, bu ikiyüzlü toplumun maskesini indirmek için durmadan yazan ve eleştiri oklarını baskının, eşitsizliğin üzerine korkmadan yollayan bir gülmece ustası mı, aydınlık, açık, özgür fikirli çocuklar yetiştirmek için tüm varlığını ortaya koyan Aziz dede mi?”
Can Yücel şiirine dair esaslı yazılar var, Cemal Süreya’nın “Can Yücel’in Şiirindeki İroni’, Selahattin Hilav’ın “Can Yücel Üzerine” ve Mahmut Temizyürek’in “Can Yücel Şiiri: Ses ve Söz Tiyatrosu” yazıları bunlardan bazıları. Üç ayrı yazının da Can Yücel’e ve şiirine yaklaşımı
bütünsel, özellikle Temizyürek’in yazısı, kavramlaştırması, saptamaları, bulgularıyla kapsamlı bir çalışmanın yetkin bir özeti gibi. Bu yazılara ekleyecek fazla bir şey yok, ama onlardan aldığım esinle şunu şunu söyleyebilirim, hem yazının girişini de hatırlayarak: Can Yücel’in şiiri, güncel olanın tarihsel de olabileceğinin hem lirik, hem ironik, hem de diyalektik bir göstergesi, örneğidir. Can Yücel ironik olarak Metin Eloğlu’nun yanında, politik olarak Nazım Hikmet’in safındadır, ama güncelin tarihsel önemini kavrayışı ve şiirleştirmesi bakımından Nazım Hikmet’e en yakın isimdir. Yukarıdaki yazıda Aziz Nesin’in yerine Can Yücel’in adını koyun ve öyle okuyun, her ikisi de sonsuzluğa göçünce, hayatta, siyasette ve şiirde nelerin eksik olduğunu, nelerden mahrum kaldığımızı derin bir kederle anlayacaksınız. Biri yazının biri şiirin yüzünü güldürmüştür ama, içleri kan ağlaya ağlaya yapmışlardır bunu. Aziz Nesin eylemci ‘son aydın’sa, Can Yücel de hem şair hem de bir bakıma devrimin vakanüvisi olarak yitiklerimizi, uğradığımız katliamları, acılarımızı tarihe yazan ‘son şair’dir. Son kitabı Mekanım Datça Olsun’a (1999) bakmak bile yeter, kontrgerillanın ve faşist çetelerin Gazi mahallesine saldırısını yazmıştı: “Bu Datça’da/Bu uzak zürafasında Anadolu’nun/Filizkıran fırtınası esiyor/Eşzamanda İstanbul’da, Gaziosmanpaşa’da/Dal gibi Aleviler kırılıyor/İşte bu Vatanla Milletin/Bölünmez Bütünlüğüdür”.
Can Yücel’den sonra 70 şair, 90 şair birer ikişer dizeyle Hrant için, Gazze için, Seyfi Turan için ortak şiirler yazdık, beğenildi beğenilmedi orası ayrı, ama Can Baba olsaydı şimdi, hem hepimizden evvel hem de hepimizden cesur biçimde, işkencede katledilen Engin Çeber’in, taş attığı için 15 sene yiyen çocukların, ölüme terkedilen kanser hastası Güler Zere’nin, ve işin içinde şarap da var, hem olmasa ne olur, konseri basılan İdil Biret’in şiirini yazıp bir de söylemez miydi? 90 şair yazar ama biri dinletir, işte o Can Yücel’dir.