Altı yavrusu ardında
paytak paytak
yürüyordu ördek.
Beşi uygun adım,
biri sekerek.
Yürüdü dereye ördek,
“Vak- vak” diyerek.
Beşi izledi onu,
“Vik- vik” yüzerek.
Biri kaldı karada,
“Cik- cik” öterek.
Tünüyordu baykuş
yuvasında.
Yavruları, mışıl mışıl
kanatları altında.
Bir tilki de
usul usul
yaklaşıyordu onlara.
Telaşlanıp öttü baykuş,
“Pu-pu” diye
yırtıp karanlık geceyi.
Hopladı tilki.
Titredi kuyruğu.
Kaçtı gölgesinden önce,
duyunca çığlığı.
“Vrak-
vrak” sesleri
kaplamıştı ortalığı.
Başlarında
en yaşlı kurbağa,
gözleri en patlağı.
Ve uzun bacakları üstünde
yeşil kuyruksuz bir smokin
gibi uzuyor boyu.
Sesi bastırıp sazlığı.
Anne ayı
deşerken bal kovanını
homurdandı yavru ayı.
“Gırrrrrrrrrrrr”
dedi, yavrusuna anne ayı.
Gösterdi ağaçtaki armutları.
Bu kez de
diğer yavru homurdandı.
Ona da
“Gırrrrrrrrrrrr”
dedi, yine anne ayı.
Gösterdi
deredeki balıkları.
Üstüne
güneş düşmüş
gevşemişti derisi.
Kıvrılıp bir tarlada
çöreklenmişti.
Birden
gökten
koca iki kanat
bir gölge düştü üstüne.
Sivri gaga,
keskin pençe...
İlkin başını dikti
“Sssssssssssssss”
diye, tiz bir sesle.
Sonra çözüp kıvrımını
kaçtı bir deliğe.
Bir müzik grubu kurulmuştu.
Bir ses aranıyordu kalınca.
Karşı ağaçtan
“Gaaaaaaaak”
diye
öttü bir karga.