Ukrayna asıllı Amerikalı şair Ilya Kaminsky’nin on beş yıllık bir sürede yazdığı şiirlerinden oluşan Sağır Cumhuriyet, Selahattin Özpalabıyıklar’ın çevirisiyle Harfa Yayınları tarafından geçtiğimiz aylarda yayımlandı. Tamamlanması uzun bir sürece yayılmış olsa da aslında başından sonuna tek bir hikâyenin anlatıldığı, şiirlerin bütünlüklü bir anlatıyı oluşturduğu bir metin bu. Kendisi de çocukluğundan beri işitme güçlüğü yaşayan şair, baskıcı bir güç karşısında işitmemeyi, sessiz kalmak ve karşısındakini de bir sessizlik duvarıyla karşılamayı bir direniş biçimine dönüştürdüğü çarpıcı bir kitap sunuyor okuyucuya.
Sağır Cumhuriyet, ilk bakışta birbirini takip eden şiirlerden oluşan bir tiyatro oyunu gibi kurgulanmış izlenimini veriyor. Ancak “oyunun” kişilerinin tanıtıldığı (ve kendi içinde de bir şiir olan) bölümden başlayıp okudukça Kaminsky’nin tiyatro oyunu yazmak gibi bir derdinin olmadığı anlaşılıyor. Bitirdikten sonra ise birbirine eklemlenmiş şiirlerden oluşan tek bir hikâye çıkıyor ortaya. Bir tiyatro oyunundan ziyade, kişilerinin hem seyircisi hem de oyuncusu olduğu bir kukla gösterisi bu.
Kaminsky, kitap boyunca serpiştirdiği düzyazı metinlerle onları takip eden şiirlere bir bağlam veriyor, adeta sahneyi hazırlıyor. Bu metinlerin ilki olan Silah Sesi’ni “Sahne ülkemiz” diye başlatarak anlatıya daha en baştan uluslar üstü bir kimlik kazandırıyor. Zaten kitabı okudukça, anlatılanların “ülkemiz”de de rahatlıkla yaşanabileceğini, hatta hâli hazırda yaşanmakta olduğunu düşünebiliyorsunuz.
Adsız bir ülkenin Vasenka adlı kasabasını işgalci askerler kuşatmıştır. “Halka açık toplantılar” resmen yasaklanmıştır, ama kasabalılar yasağa rağmen meydandaki kukla gösterisini izlemek için toplanır. Gösteriyi askerleriyle birlikte basan Çavuş, kalabalığa dağılmasını emreder. Bir kişi dışında izleyicilerin tamamı korkuyla donup kalır. Kuklacı Sonya’nın sağır kardeşi Petya, ablasının oynattığı, Çavuş’un hareketlerini taklit eten kuklaya bakarak kıkırdamaya devam eder. Az sonra meydanı patlayan bir silah sesi doldurur. Sağır oğlan Petya’yı öldüren silahın sesi, Vasenka’lıları sağır eder.
Kaminsky, Petya’nın (belki de niyeti olmadan) komutana boyun eğmeyişinin kaynağı olan sağırlığı, bu andan itibaren bir sivil itaatsizlik aracı hâline getiriyor. Kasabalılar artık askerlerin emirlerini duymuyor, yasakları anlamıyorlar. Birinci perdenin anlatıcısı Alfonso’nun, “İşitmemiz zayıflamıyor, ama içimizde sessiz bir şey güçleniyor,” diye dile getirdiği boyun eğmeyiş, kasaba halkının kendi işaret dilini icat etmesiyle daha da perçinleniyor, kuvvet kazanıyor. Tabii askerler bu duruşu karşılıksız bırakmıyorlar, önce tutuklamalar, ardından sokağa çıkma yasağı ve infazlar geliyor. Boyun eğmeyen herkesin başına gelebileceği gibi, silah sesi yükseldiğinde Vasenka halkı da cesaretinden şüpheye düşüyor:
Cesur olun diyoruz, ama hiç kimse
cesur değil, işitmediğimiz bir ses
kuşları sudan kaldırırken
İnsanlar rasgele tutuklanıyor, tutuklanıp geri dönmeyenlerin evlerinin pencerelerine aileleri kuklalar asıyor. Tutuklamaya direnip sokak ortasında infaz edilenlerin bedenleri, ipleri salınmış bir kukla gibi askerlerin bıraktığı yerde hareketsiz yatıyor. Kasaba meydanında asılarak idam edilenler de, boyunlarına bağlı tek bir ipin ucunda, yine kuklalar gibi sallanıyorlar. Böylelikle, kolundan tutulup götürülen her insandan geriye bir kukla kalıyor aslında. Ama askerlerin uyguladığı bu zulüm de karşılıksız kalmıyor. İkinci perdenin anlatıcısı olan, tiyatronun sahibi Galya Ananın kuklacı kadınları, askerlerin aklını çelip onları tenhada kukla ipleriyle boğuyorlar. Bu yolla kuklacılar, bir bakıma kuklaların intikamını alıyorlar.
Kukla gibi, Kaminsky’nin sıklıkla yinelediği bir motif de izlemek, seyirci olmak. “Kasaba seyrediyor”, ya da “kalabalık seyrediyor” sözü metin boyunca farklı bağlamlarda tekrarlanıyor. Kimi zaman birinin tutuklanıp askeri cipe konuluşunu, kimi de sokak ortasında infaz edilen birinin düştüğü yerde duran bedenini seyrediyor Vasenka halkı. Hatta, direnişin simgesi olan karakterlerden biri yine kasabalılardan oluşan öfkeli bir grup tarafından öldürülürken de seyrediyorlar. Bu edimin onları nasıl özlerinden kopardığı da, öldürülen karakterin cenazesinde toplanan kalabalığı anlattığı şiirde etkileyici biçimde veriliyor:
Çok fazla beden vardı ve
Pek az insan-
çok fazla kulak vardı, ama onlara bağlı kimse yoktu
Böylelikle bir çeşit sivil itaatsizlik aracı olan sağırlığın, yeri geldiğinde seyretme ile birleşip umursamazlığın, olup bitene sırtını dönmenin aracı haline de gelebildiğini gösteriyor Kaminsky. Vasenka’lıları itaatsizlikle kayıtsızlığın arasındaki ince çizginin iki yanında da konumlandırıyor. Yine de, kimi zaman korkuya, kimi zaman boşvermenin cazibesine yenik düşse de insana dair umudunu yitirmiyor ve direnişin, direnme ruhunun sonradan edinilen bir kuvvet olmadığını, insana içkin bir özellik olduğunu söylüyor:
Yeryüzünde
insan göğe orta parmak çekemez,
Çünkü her insan zaten hep
göğe çekilmiş bir orta parmaktır.
Sağır Cumhuriyet’i Türkçe’ye kazandıran editör ve çevirmen Selahattin Özpalabıyıklar’ın yazılarından oluşan ilk kitabı Göndermeler’de “Bir Kitap Dolayısıyla Size Kendimden Bahsedeceğim.” adlı bir bölüm vardır. Sağır Cumhuriyet, hem okurken hem de sonrasında üstüne düşünürken okuyucuyu sıklıkla kendine döndürüyor, kendi yaşamından, çevresinde, ülkesinde yaşananlardan ve izlediklerinden parçaları akla getiriyor. Bunu yapmaya da kitabın açılışını yapan -bir prolog da sayılabilecek- “Savaş Sırasında Mutlu Yaşıyorduk” adlı ilk şiirle başlıyor. Daha buradan okuyucuyu kendiyle yüzleşmeye zorluyor Kaminsky:
Ve başkalarının evlerini bombaladıklarında, biz
protesto ettik
ama yeterince değil, onlara karşı çıktık ama
yeterince değil.
“Ülkemiz”de yaşayan birinin, burada bahsedilen evinin rahatlığında savaşı izleme hâliyle özdeşlik kurması ve bunun getirdiği suçluluk ile acı verici eylemsizlik duygusunu hissetme ihtimali oldukça yüksek. Çünkü biz de yanı başımızdaki ülkelerde insanların bombalanmasını izledik, kendi ülkemizde öğrenciler sabah baskınlarıyla evlerinden alınıp götürülürken biz uyuyorduk, gazeteciler (sağır oğlan Petya gibi) vurulup sokak ortasında saatlerce ölü bırakılırken de, hapis edilirken de evlerimizde televizyon başındaydık, kimimiz başkaldırdı, ama çoğumuz izlemeyi sürdürdü. Ezcümle, kötülüğün bütün silahlarını kullanarak kazandığı savaş sürüp giderken biz mutlu yaşıyorduk, hâlâ da yaşamaya devam ediyoruz. Bu hâliyle, Kaminsky’nin şiirleri günümüz insanının (ya da izleyicisinin) durumunu öyle isabetli anlatıyor ki, dönüp acaba benim iplerim nerde diye bakası geliyor insanın.