Rıdvan Ardıç
Cemal Süreya şiiri ve bizim bitimsiz arayışımız…
Bundan yıllar önce, edebiyatı ve bütün olarak sanatı tanımak için arayışıma başladığım zamanlardan birinde yolum Hatay Restoran’a düşmüştü. Cemal Süreya’yı okumayı başladığım zamanlarda, onun her şiirinde, şiirin kendine çekidüzen vermeye çalıştığını ve kendini Süreya’nın dizelerine göre tanımlama çabalarını görüyordum. Sonra bu ilgi, Cemal Süreya dizelerinde kendi hayatını görmek durumuna geldi. Sanırım bir sanatçıyı hayatımızda bir yere koymak için daha fazla sebep gerekmez. Cemal Süreya, sadece kendi şiiriyle hayatımda yeni bir ufuk çizgisi çekmekle bırakmadı bu işi. Şiirin, bir bütün olarak, şaşırtmacalı ve dolambaçlı yollarında gezinmeye başlamıştım. İkinci Yeni ve 80’ sonrası Türkiye şiiri derken, çıkış noktası olduğunu unutmayarak bulutları biraz daha aralayıp şiire ulaşmak...
Cemal Süreya Kültür Sanat Derneği ile tanışmamızın hemen yakın bir tarihinde Cemal Süreya Kültür Sanat Derneği bünyesinde Gençlik Yönetimi’ni kurduk. Yaz sıcağında, sadece güneşe karşı değil yorgunluk ve ulaşılmazlık kavramına açtığımız savaşın sonucunda, 28 Temmuz 2011’de Cemal Süreya’nın, Cemal Abi’nin kabrini ziyaret ettik. O gün, Gençlik Yönetimi’nin şu anki hali için bir tahminim ve yaptıklarımızın, sorguladıklarımızın olacağına dair düşüncelerim yoktu. Biraz cüretkâr ve haklılık payı olan bir yargıda bulunmak istesem, bu şu olurdu: Cemal Süreya’ya duyulan sevgi, Kundera’nın “Ölümsüzlük” romanına kesin bir örnek olarak girmeliydi. Gençlik Yönetimi, 2011’de yazın kuruldu, 2012’yi gördük ve 2013’e de şiire dokunduğumuz ellerimizle giriyoruz. Adorno’dan bir düşünceyle; sanatın toplumsal antitez durumunda olduğunu düşünüp, kendini toplumdan ayırıp da tam olarak kendini çekmediği o çemberde, şiire dokunduğumuz ellerimizle şiiri daha da kurcalıyoruz. Şiir okumayı bırakmıyoruz. “Dört nala sevişmek lazım” çünkü, onun da genç şairlere ve belki de tüm şiir arayıcılarına öğüdü buydu.
Benim için Cemal Süreya’nın ‘Beni Öp Sonra Doğur Beni’ kitabındaki ‘Yırtılan İpek Sesiyle’ şiirinin yeri çok ayrı:
“.../ Ya gelecek zamanlar? diyorsun. Sevgili yabancı, bir erginliktir aşk. Ne var ki mutluluğun kendisi değildir. Yine de en büyük kanıtıdır onun. İnsanın aslan kanıtıdır, güneş kanıtıdır aşk”
Sevgili yabancı! Bak bu kelimelerde, sana nasıl mesafeli ve mesafesiz yaklaşılıyor. Aynı anda yapılıyor bu hem de. Mutsuzluk! Umudu da görmezden gelemiyoruz. Bir şiir işliğinde, Haydar Ergülen’e mutsuzluk ve şiir hakkında sorduğum soru ve Haydar Ergülen’in aşk ve ayrılık arasındaki mesafede, ancak gerçek duyguları anlayabileceğimize dair söyledikleri geliyor aklıma bu noktada. Sevgili yabancı! Cemal Süreya şiirinde her an karşında bir şaşırtmacayı, bir oyunu bulabilirsin. Şiirin öznesi olduğun zamanların çokluğunu, şiirin hiçbir şeyi olduğun zamanların azlığını düşünerek şiirde bir merdiveni daha geride bırakabilirsin. Anadolu’nun herhangi bir köşesinde, uzak peşinde bir minibüsün içinde, solukların oluşturduğu sözcükleri düşünmeli. Sonra da bir kentin ışıkları henüz kapanmışken, tesadüfi hırsızlıklarla devrilen eşyaları. Eşyalardan biri de aşk olunca, içsel devinimlerimizde, bitimsiz arayışlarımızda sürekli olarak bizi bir Cemal Süreya dizesi anlatıyor işte sevgili yabancı.
Cemal Süreya’nın şiir dili hakkında ettiğimiz sohbetlerde “İki Şey” şiirindeki şu dizeler de yolumuzu açabilir: “İki şey: aşk ve şiir / bunlar kuşkuyla çiftleşir / bir şey eksiktir sanki / ve vakit vardır daha”. Kimi görüşlerin temellenişinde, -ki İkinci Yeni de haksız suçlamalara hedef olmuştur ‘anlamsızlık’ konusunda- bu kuşkuyu anlamak istememe çabası yatıyor olabilir. Çünkü insanın özel hayatı açığa vuruldukça, kelimelere saklanma ihtiyacı artıyor. Belki tüm insanlık, geliştiği sürece ‘kültür’ü asıl anlamından çıkarıp aynı tip insanlık durumuna getirmek istedi. Şiirler karanlık ve derinliği görülsün diye bekleyen, orada öylece duran ve bir çocuğun ilk duyduğu kelimeyi tekrar etmesi gibi tekrarlanırken kurcalanmak isteyen dışavurumlar olarak bekliyordur. Fakat birbirinin birer taklidi olan, söylemek istediğini ilk planda söyleyen şiir, belki de teknesini kaybetmiş balıkçının durumuna düşmüştü İkinci Yeni’yle beraber. Ezber bozumu, bağ bozumundan çok daha önce geldiyse de, görmediğimiz bağların bir yerlerde varlığı, onların kapıları hâlâ bekliyor yolculuğumuzu.
Biz bugüne kadar, Cemal Süreya Kültür Sanat Derneği Gençlik Yönetimi olarak, kuruluşumuzdaki “şiirin peşinde olmak” amacımızın doğrultusunda işler yaptık. Toplumun bilinen insanlarıyla, tiyatrocularla ve şairlerle, hayatlarındaki Cemal Süreya şiirlerini konuştuk. Kendi yazınlarımızı tartıştık, eleştirdik. Bugünden sonra da Cemal Süreya’nın istediği gibi şiirin peşinde olmaya devam edeceğiz.
Cemal Süreya hangi şehirde, hangi sokakta, hangi evde okunuyorsa “yalnızlığın başkenti” orasıdır.
Hakan Sipahi
Popüler edebiyatın gürültüsünden uzaklaşıp kişinin kendi edebiyat doğasını oluşturması gerektiğine inanırım. Yazma süreci içinde daha iyi bir okura dönüşüyordum. Günün birinde şiir birikiminin önemli olduğunu ilk Cemal Süreya okumaya başladığım anlarda onun için şiirin, hayat olduğu kanısına vardığımda anladım. Hayatın her şeyidir. “Şiir için hayat deneyimi gerek, düşünce, iletişim gerek, her şeye uzanmak gerek.” Şiir birikimi bir nokta sonra okur açısından şiir unutkanlığını siliyor. O şiir farklı kılınıyor ve unutulmuyor.
“Orada masanın bir yerinde olmak isterdim” hayıflanışım Cemal Süreya Kültür Sanat Derneği bünyesinde Gençlik Yönetimi'ni kurmamıza kadar uzandı. Hayıflanış, Cemal Süreya'nın Hatay Restoran'da masasında oturduğu bir fotoğrafa idi. Derneğin gençlerle ilgili bir çalışma yapma isteğiyle Gençlik Yönetimi kuruldu. Bir şairi yazıları dışında da yaşatmak isteğimiz şiiri seven herkesi mutlu etmiştir. Bundan sonraki karede bizim olacağımız günlere dair programlarımızı oluşturmaya başladık. Anma ve okur toplantıları, Eleştirmen Mustafa Öneş'in katılanların şiirlerini değerlendirmesiyle ve ağırladığımız konuklarla gerçekleşen Şiir İşliklerimiz bizlerin şiirle aktif bir ilişki içerisinde olmamızı sağladı. Geçtiğimiz sene 9 Ocak akşamı başlattığımız Cemal Süreya'ya Mektuplar çalışmamızın bu yıl ikinci kısmına başlıyoruz. Her 9 Ocak'ta yinelenecek bu çalışmamız mektup gönderelerin kendi Cemal Süreya'sını yazdıkları metinlerden oluşuyor. Cemal Süreya şiirinin bizlerden genç olduğunun izlerini her geçen gün daha iyi görebiliyoruz. Dileğim, Cemal Süreya ve şiir sevenlerin derneğe üye olması, bizlerle birlikte çalışmalar yapılmasıdır.
Aşka, kadına, şiire bağlılığı bize öğretip gittiği 9 Ocak günü Cemal Süreya, “Üstü kalsın” deyip aramızdan ayrılalı 23 yıl oluyor. Bizler de 9 Ocak'ı içeren haftada Türkiye'nin dört bir yanından Cemal Süreya'yı hayatında benimseyen, anmaya katılmak isteyen fakat İstanbul'da olmayıp katılamayanlar için bir program hazırlıyoruz. Programa dahil ettiğimiz bazı şehirler Ankara, İzmir, Eskişehir, Denizli, Muğla, Muş…
“Üç şiirim taze kalsın, ilerde de okunsun, yeter bana” demesindeki naifliğine ilikli şair büyüklüğünü ve O gittikten sonra şiirinin daha da sonsuzlaştığını görebiliyoruz. Sözün kısası imge'nin kalbinde duran Cemal Süreya, şiirinin temel izlekleri olan kadın, göçebe imgeleriyle hayatlarımıza masmavi güzellikler yaratmıştır.
Aşkları, şiirleri, mektupları, anıları, hepsini yalnızca 59 seneye bu kadar güzel sığdırmak zordur. Bu yüzden Cemal Süreya'dan bize kalan, şiirini bırakmayan, şairin izini süren, belki ellerinden tutan bir şeyler olmalıdır. “Bulutların altında kelimelerimiz var. Bunlar günün birinde, Üvercinka'nın uçurtmasını uçururken, ellerine süzülen kelimler.”
Mehmet Ali Işık
Cemal Süreya 1980’den sonra restorana gelmeye başladı. Ondan önce de gelenler vardı. Can Yücel, Atilla Tokatlı, Balıkçı Nuri, Orhan Menemencioğlu, İslam Çupi, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Mehmet Kemal, Selahattin Hilav… Behzat Ay, Haydarpaşa Lisesi’nde çalıştığı için sık uğrayanlardandı aslında. O zamanlar müşterilerimizin yüzde otuzu öğretmendi. Taşranın merkezi olduğu için uğrayanı eksik olmazdı.
Cemal Süreya ile lokantanın havası değişti. Şöyle ki, iyi yemek yaparsın, hizmetin de iyidir fakat bu fazla bir şey ifade etmez. Bir de reklamın oldu mu tadına doyum olmaz. Cemal Süreya günlüklerinde, yani Milliyet Sanat’ta ve Gösteri’de “Hatay’a gidiyorum” diye yazınca, gelen arkadaşlarından bahsedince tabii lokantanın da ünü artmış oldu. O zaman Kadıköy’deydik. Talihsizlik yaşayıp Bostancı’ya taşındık. Burada da benim insanlara dostça yaklaşımımdan insanlar bizi tercih etmeye başladılar. Bu arada yaptığım etkinlikleri göz ardı etmemeliyim. İmza günleri, resim sergileri ve Cemal Süreya’nın Cuma toplantıları Bostancı’da da devam etti. Benim müşteriye tavsiye ettiğim yemekleri bile Cemal Süreya’nın günlüklerinde bahsettiği oldu. Ve Cemal Süreya ile arkadaşlığımız önce dostluğa, sonra abi-kardeş ilişkisine dönüştü. Hatta bir gün geldiğinde şöyle yazdı deftere “Sevgili Hatay, sevgili Mehmet Ali, Hatay’a girince içim nasıl açıldı. Hayatımızın bir parçası, hatta kendisi olmuştur burası.” “Candan, Cemal Süreya.” diye de imzalamıştır. Yani Cemal Süreya’nın günlüklerini okuyanlar bunları görecektir.
On beş günde bir yayınlanıyordu dergiler. Hatta bir gün, Fazıl Hüsnü Dağlarca “Hatay olmazsa bu Cemal ne yazacak?” demişti. Bu saygı ve sevgi içerisinde, Cemal Abi’yi kaybettik. Gerçek bir abimi kaybetmiş gibi sağa sola telefonlar… ve nihayet evine gittiğimde gerçeği öğrendim. Sunay Akın’ın da konuşmalarında bahsettiği gibi, sabah Haydarpaşa Hastanesi’nin morgunun önüne ilk giden bendim. Sonra Sunay ve daha
sonra da Memo geldi. Şişli Camii’ne götürdük, yıkanmaya başlanıncaya kadar başındaydık. Memo, göğsündeki kılları okşayarak ağlamaya başladı. Cemal Abi’nin ölümü beni çok etkilemişti. Ve sonraki yıllar, anmalar birbiri ardına, 1990’dan sonra ,13 yıl boyunca sürdü. Ve ben bu arada, imza toplayarak Kadıköy meclis üyesi Cemal Bey’in yardımı ile Nurettin Sözen’in de imzasıyla oturduğu sokağa adının verilmesini sağladım. Ölümünün beşinci yılında büstünü yaptırdım. (Nihal Okçetin’e) 1997-2002 arasında Hatay Şiir Yarışması düzenlenip Cemal Süreya’nın anma günlerinde ödül verildi.
Sonra hep aklımda Cemal Süreya adına dernek kurmak vardı. Bunu da 13 yılın ardından İsmet Kemal Karadayı, Zuhal Tekkanat, Günnur Yalçın’ın katkılarıyla Yaşar Günaçgün’ü, Bedrettin Aykın’ı, Üstün Akmen’i de yanımıza alarak derneği kurduk. Böylece bu yönetim olmuş oldu. Dernek çalışmalarına başladık. Güzel günlerimiz de hüzünlü zamanlar da oldu. Omzumuza basıp çıkanlar, çıktıktan sonra da bizi baltalayanlar, Cemal Süreya’nın hayatımızın bir parçası dediği yere “Bostancı’da malum lokanta” demekten, imza ve anma günlerinin yapıldığı yere “lokantanın bodrum katı” demekten, bin bir emekle özenip kütüphane kurduğumuz, resim galerisi haline getirdiğimiz yere “bakkal dükkanı” demekten sıkılmadılar. Raşit Kara’nın “edebiyatımızın kültür kervansarayımız” dediği yere Cemal Süreya Kültür Sanat Derneği’nde başkan seçilip üç sefer istifa ettikten sonra, başkan bile değilken başkan olarak lanse ettiğimiz kişiler bile bizi baltaladılar. Onların da “Kadıköy” deyip sığındıkları dört metre kare yerden nasıl kovalandığımızı unutamıyorum. Ben bunlara Cemal Süreya sevgisi saygısı için katlandım. Cemal Süreya’yı seviyorlar ya, işlerine gelmediği yerde arkalarına bakmadan terk ettiler, en yakınları bile. Bunlar en çok 2008-2011 arası oldu.
Derneğe, katkı sağlayan Necati Tosuner, jüri ile görüşmede basın bülteni, hatta yaptığımız etkinliklerin afişlerini hazırlıyordu. Kiralarımızda da Mustafa Öneş, Uğurtan Atakan, -ayrıca Uğurtan Bey etkinliklerimizin- çok yükünü çekenlerdendi. Takvim yaptıranlar, Mehmet Ünsal, Fatih Çam, Taylan gibi dostlardı. Faruk Pak maddi katkıda bulunan dostlardandı. Itır Yeğena, Zuhal Tekkanat, kiramız için katkı sağlayanlardandı. Derneğimiz, her yıl 18 ile 22 arasında etkinlik yapıyordu.
Son yönetime gelen arkadaşlarla derneğin dağılmışlığını yeniden toparladık, Aslı Durak, Aydan Ay, Melahat Babalık, Mustafa Işık ve benim çalışmalarımızla. Bir yıldır Cemal Süreya Derneği, Gençlik Yönetimi’ni hayata geçirdik. Hakan Sipahi ve Rıdvan Ardıç’ın gösterdiği ilgi ile şiir işliği günlerini gerçekleştiriyoruz. Amacımız, tüm üniversitelerde Cemal Süreya şiirini, kişiliğini daha çok tanıtmak. Bugüne kadar 9 şiir işliği yapıldı. Bunun haricinde şiir işliği, Mustafa Öneş’in şiir değerlendirmeleriyle devam ediyor.
Feride Bilgin’in Günebakan Filmcilik, Bülent ve Ayben’in “Süreya’nın Cemal’i” belgeselini gerçekleştirdik. Semih Poroy karikatürleriyle derneğimize katkı sağladı. Mehmet Avdan, şiirlerini besteledi. Bu yıl şiir yarışmasına 202 başvuru yapıldı.