Dr. Joachim Sartorius'un 26 Şubat 2014'te Sezer Duru'nun aldığı Büyük Tarabya Çeviri Ödülü için yaptığı konuşma (T.C. Büyükelçiliği Berlin)
Berlin'deki evimin balkonuna çıktığımda, gece çaresizce yıldızlara baktığımda bunun bir nedeni var çoğu zaman, bir şiiri Almancaya çevirdiğimde ilerleyemediğimi gösteriyor. Kaçak mal havaleli. Başka bir medyada açılmak istemiyor. Yalnızca melodisi değil, düşünsel içeriği, çoğu zaman tek bir sözcük bile istemiyor. Şiir okunmalı ve hissedilmeli. Şiirdeki tek sözcük hissedilmek zorunda. Şairin dilinde bütün bir öyküsü var. Bir sözcükler ağının merkezi o ve çağrışımlardan oluşan bir ışın çelenginde oturmakta. Şairin dilinde büyümüş olan okuyucu bu sözcüğü hisseder. Benim aradığım ve belki de sonunda bulduğum Almanca sözcük başka bir yüke sahip ve tutuk. Kendimi ancak bu örneği yeni bir şiire dönüştürürsem kurtarabilirim.
Bunları söylerken kendi görüş ve deneyimden yola çıkarak ne demek istiyorum? Çevirinin güç, hassas, sorumluluk getiren, çok zaman alan bir misyon olduğunu. Bir aşk işi. Meslek değil, bir çağrı. Çevirmen yalnız. Bir sözcükten diğerine karar vermek zorunda. Sözcükleri bulma korkusuyla yaşıyor. Kendi ana dilini yeniden keşfediyor. Yalnız göz değil, kulak da olmak zorunda. Çünkü çevirisinin sesi olmalı, sesi olmak zorunda değilse de, çevrilecek olan yazarın dilinin tınısını, ritmini, kadanslarını bulmalı. Onun nefesiyle nefes almalı.
Sanırım bu akşam onurlandırdığımız Sezer Duru yaşamının büyük bölümünü bu işi yaparak geçirdi. Edebiyatla içli dışlı bir ailede büyüyen, İstanbul'daki Avusturya Lisesi’ne giden, sonra sosyoloji ve Germanistik okuyan, efsanevi yazar Tezer Özlü'nün kardeşi olan ve olağanüstü yazar Orhan Duru'nun eşi olan Sezer Duru'nun çevirmenlik çağrısı belki de bütün bunlar yüzünden önceden belirlenmişti. Alman dilinde yazılmış çağdaş edebiyatın önemli yapıtlarını Türkçeye aktarmıştır. Büyük isimler bunlar: Max Frisch, Heinrich Böll, Sigfried Lenz, Peter Handke, Christopf Ransmayr, Edgar Hilsenrath romanlarıyla, Bertolt Brecht şiirleriyle ve bir oyunuyla, Hans Magnus Enzensberger, bu büyük şairimiz üç yapıtıyla, "Titanic'in Batışı", "Havana Duruşması", "Ah Avrupa" sıyla, sonra Rainer Stach, o geniş kapsamlı, titizlikle araştırdığı Franz Kafka biyografisi, şimdilik iki cilt, bin sayfadan fazla devasa bir yapıt, çeviri açısından bir opus magnum!
Sezer Duru'nun bütün bu çeviri yaratıcılığının merkezinde Thomas Bernhard durmakta. Onun on kitabını çevirdi Sezer Duru, Jutta Limbach, Sezer Duru'ya 2007'de Frankfurt'da DekaBank Ödülü verildiğinde yaptığı övgü konuşmasında bu ilginin konformist olmayan yazar kanalıyla Avusturya Lisesi’ne sonradan yapılmış bir teşekkür olarak alınması mı gerektiği, yoksa bu okulla bir hesaplaşma mı olduğunu çok hoş biçimde tahmin etmişti, Limbach'a göre asıl bu daha tutarlı olurdu. Her ne ise Bernhard'ın o uzun, sonsuz ve durmadan bir akıntıya kapılan cümlelerinin Türkçeye çevrilmesi çok zordur. Sözlerime başlarken şiir çevirisinin güçlüğünden söz etmiştim. Thomas Bernhard'ın cümle kalabalığını, geçerli durumlar üzerine yazdığı öfkeli dili, Avusturya kabalığını başka bir dile çevirmek, özellikle de Türkçeye çevirmek daha da zordur. Buna hayranlık duyulmalıdır. Bir kezinde Sezer Duru'ya sormuştum Thomas Bernhard çevirirken acı çektin mi diye. "Acı mı?" diye cevap verdi. "Çoğu zaman bilgisayarın başından kalkarak evde dolaşıyorum ve bağırıyorum: Thomas bunu bana yapamazsın!' diye, bu sözlerin ardından o karakteristik, yüksek sesli, bulaşıcı kahkahasını atardı.
Sezer Duru olmadan Türkiye'de Thomas Bernhard olmazdı. Sezer Duru olmadan Franz Kafka'nın tüm dallarıyla yaşam öyküsü Türkiye'de tanınmazdı. Sezer Duru olmadan çağdaş Alman Edebiyatı’nın önemli bir bölümü, yani toplumsal eleştirel, politik angaje edebiyat, Brecht'ler, Böller ya da Enzensberger'ler Türkiye'de kabul görmezdi. Çevirmenin işi kültürel diyaloga, onun tartışılmazlığına ve başarılarına iyi bir örnek sunuyor. Çeviri tam anlamıyla bir değiş tokuştur: Bir kapı açılmaktadır. Uluslararası edebiyatın, dünya edebiyatının teknik ön koşulu çeviridir. Avrupa'da romanların çevrilmesi -ki ben Türkiye'yi de Avrupa'dan sayıyorum- kültürel Avrupa'nın en önemli kan dolaşımını oluşturur. Çoğunluk tarafından, şurası muhakkak ki kitle tarafından algılanmayan deri altında etkisi yapan bu durum dili ve dilleri yeniliyor, ulusal çitlerden uzaklaştıran pasajlar açıyor.
Almanya ile Türkiye arasındaki bu kan dolaşımında Sezer Duru'nun önemli bir payı var. Çevirmen olarak, evet, diyebiliriz ki Türk çevirmenlerinin genç duayeni olarak. Ve işte böyle olduğu için bu akşam onurlandırılıyor.
Buna rağmen çeviri işinden böbürlenmeden bana bir seferinde, bir sohbetimiz sırasında "Biz değiliz dünya edebiyatının en iyi çevirmenleri, dünya edebiyatının büyük yazarları, asıl onlar," dedi. Duru'nun büyüklüğü ya da olağanüstünlüğü geniş anlamda, çeviri eyleminin ötesinde uzlaştırmacı oluşu. Kendisi yalnız edebiyat alanında değil, gazetecilik alanında da aydınlatmacı oldu. 1965'ten 1990'a kadar önce ZDF, sonra ARD için röportajlar yapımına eşlik etti Türkiye'de, o yıllardaki Türkiye resminin Almanlar tarafından anlaşılmasına katkıları oldu. Kültür gazetecisi olarak Türk gazetelerine Alman yazarlar ve sanatçılar hakkında yazılar yazdı. 1983'ten 1991'e kadar sekiz yıl boyunca Berlin'li burslu sanatçıların mentoru olarak Peter Schneider, Sten Nadolny gibi yazarlara ya da Detlef Glanert gibi bestecilere eşlik etti. O yıllarda sıkça İstanbul'da oluyordum ve Sezer Duru'nun bu program çerçevesinde ön ayak olduğu ve organize ettiği birçok sergi, konferans ve okumalarda bulundum. Türk PEN'i üyesi, 2005'den 2007'ye kadar genel sekreteri oldu. "Waves of Three Seas" adlı Rodos'taki uluslararası yazar ve çevirmenler merkezi kurucularından. Bu örgütte Baltık ülkeleri, Karadeniz ülkeleri ve Akdeniz ülkeleri yazarları bir araya getirilmiş, önyargıların yıkılması ve bu ülkelerdeki sivil toplumsal süreçler desteklenmiştir. Bu kurumdaki çalışmaları daha çok İsrail ve Filistinli yazarlara dönük olmuştur. Bu dile getirdiklerimizle de son bulmuyor başarıları, 2006'dan bu yana Sezer Duru S.Fischer Vakfı'nın Türkiye'de gerçekleştirdiği 'Adımlar' adlı projenin yöneticisidir, bu projeyi Egon Ammann'la birlikte yürütmektedir. Alman dilinde yazılmış edebiyat, edebiyat dışı ve çocuk kitaplarının Türkçeye çevrilmesinde önemli adımlar atılmaktadır. Yazarlar ve çevirmenler eşliğinde okumalar yalnız İstanbul, Ankara ve İzmir'de değil, tüm ülkede yapılmaktadır.
Bu bakış çerçevesinin ardında son derece büyük enerji, angajman, güç, fikirler ve girişim zenginliği olmak durumundadır. Bir de hümor. Kurnazlık. Ve de sabır. Sezer Duru'yu yakın tanıyanlar onda bütün bu kalitelerin çoklukla olduğunu bilir. Ben Sezer Duru'yu 1978'de Ankara'da tanıdım, ne akıl almaz uzun bir zaman- böylece onun en eski arkadaşlarından ve hayranlarından biriyim. "Prens Adaları" adlı kitabımda onun kısa bir portresini çizdim, yazar Ferit Edgü ile karşılaştırdım, Edgü'nün romanını tersine, yani Türkçeden Almancaya çevirdi, bunu da başardı! Bir övgü konuşmasında kişisel renklerden de söz edilebilir mi? Bence edilebilir: bu kitaptan bir pasaj okumama izin verin:
"Sezer ve Ferit, sabah ve akşam gibiler. Sezer enerji, Ferit izleyici. Sezer dışa dönük, Ferit sakin. Sezer derviş, Ferit estet. Sezer her saat başı pillerini yenileyen devamlı işleyen bir dinamo. Arkadaşları ona incelikle "cadı" ya da "yüzbaşı" derler. O her ikisidir de. Ben de bunu incelikle söylüyorum. Şimdi evinde oturuyoruz Cihangir'de, sevgi ile düzenlenmiş. Vitrinlerde ender Bizans ve Osmanlı objeleri, en önemli Türk ressamlarının, Orhan Peker, Ömer Uluç, Sarkis gibi tabloları asılı duvarlarda, yanlarında yanyana büyük boyutlu kaligrafiler. Şu sırada Thomas Bernhard biyografisi yazıyor. "Yazmak, yazmak" diye bağırıyor. "İnsan yaşamı kaçırıyor. Ben âşık olmak istiyorum, yazmak değil! Arkadaşlarımla içmek istiyorum, bilgisayarın önünde oturmak değil."
Yaşama dönük olan Sezer Duru'nun özgün sesi bu!
Bugüne kadar olan başarılarına baktığımızda, tüm diğer işleri yanında yıllar içinde çeviriyi hiç elden bırakmadı. Hele son yıllar bütünüyle Franz Kafka biyografisine adandı. Kafka deyince: Hans Magnus Enzensberger aracılıktan ve değiş tokuştan söz ettiğinde seve seve Kafka'dan alıntı yapar. Kafka'nın "yasa önünde nöbet tutan bekçi"sini beğenir. Bununla beş ya da altı kişiyi kasteder, çevirmenler ve yayıncılar bir ülkeye girmesine izin verdikleri, kaçak içeriye sokulanlara izin verirler, dışarda, kapının önünde ise içeriye giremeyenler kalır. Bekçinin bu görüntüsü Sezer Duru'ya uyuyor ve biz bu akşam onu Tarabya çeviri ödülü ile onurlandırıyoruz. Alman edebiyatına baktığımızda onun, Türkçe dil sınırında duran en uyanık ve en etkili nöbetçi olduğunu görüyoruz.
En içten tebriklerimle!