...Ne çok sanat eseri... Dünyada artık daha fazlasını alacak yer yok... Odaların dışına sarkmak zorundalar... Ne çok kitap... Ne çok kitapçık... Kim tümünü okuyabilir?.. Yiyecek olsalardı... Bir büyük açlık dalgasında, bir salata yapsaydık, onları doğrayıp, üzerlerine mayonez gezdirseydik... Yetti artık... Tahammülümüz kalmadı... Dünya bir kitap selinde boğuluyor... Reverdy bana dedi ki: “Postaneye söyledim bana getirmesinler. Onları açamazdım. Hiç yerim kalmadı. Duvarlara tırmandılar, bir felaketten korktum, kafama yıkılacaklardı...” Eliot’u herkes bilir... Çizer ve oyun yazarı olmadan ve parlak eleştiriler yazmadan önce, benim şiirlerimi okurdu... Pohpohlanırdım... Hiç kimse onları daha iyi anlamazdı... Sonra bir gün bana kendisininkileri okumaya başladı, bencillikle kaçtım, protesto ederek:
“Onları bana okuma, onları bana okuma”... Kendimi banyoya kilitledim, ama Eliot kapalı kapının ardından bana okudu... Kederlendim... İskoç şair Fraser oradaydı... Bana parladı: “Neden Eliot’a böyle davranıyorsun?*... Yanıtladım: “Okurumu kaybetmek istemiyorum. Onu dikkatle yetiştirdim. O, şiirimi tüm kıvrımlarıyla bilir... Eliot öyle yetenekli ki... Çizebilir... Denemeler yazar.” Ama bu okuru kaybetmek istemem; korumak, egzotik bir bitki gibi sulamak isterim... “Anlıyor musun, Fraser...” Çünkü, gerçekte, böyle sürerse, şairler yalnızca öbür şairler için yayımlayacak... Her biri kendi küçük kitabını cebinden çıkarıp diğerinin cebine koyacak...
şiirini... ve diğerinin tabağına bırakacak... Bir gün Quevedo kendisininkini bir kral peçetesinin altına koymuş... gerçekten değerdi... Öğle güneşi altındaki meydanda bırakılan şiir gibi... Ya da kitapları insanlığın parmakları arasında eskimeye, parça parça olmaya bırakmak... Neyse, bu şey, şairin başka şairler için yazması beni isteklendirmiyor, cezbetmiyor, yalnızca kendimi yayınevlerinin, basılmış tek bir sayfanın çok uzaklarında doğanın ağaçları arasına, bir kaya ya da dalgaya gömmeye itiyor... Şiir okurla bağlarını yitirdi, erişemiyor ona... Onu geri almalı... Karanlıkta yürümeli ve insan yüreği, kadının gözleri, sokaktaki yabancılar, alacakaranlıkta ya da yıldızlı bir gecenin ortasında hiç değilse şiirin bir satırına ihtiyaç duyanlarla karşılaşmalı... Bu beklenmeyene yapılan ziyaret, kat edilmiş tüm mesafelere, okunan her şeye, öğrenilen her şeye değerdir... Tanımadıklarımızın arasında kaybolmalıyız, o zaman ansızın bizden bir şeyleri sokaktan, kumdan, aynı ormana binlerce yıldır düşen yapraklardan toplayacaklar... ve yaptığımız şeyi özenle yükseğe kaldıracaklar.-... İşte o zaman gerçekten şair olacağız... O şeyde şiir yaşayacak...
Pablo Neruda
Türkçesi Mustafa Ziyalan