Matias Faldbakken’in Nordik folklör ögeleriyle mizantropiyi bir araya getirdiği, sürükleyici ama tuhaf bir hikâyeye sahip romanı Biz Beş Kişiyiz üzerine bir yazı.
Matias Faldbakken’in Biz Beş Kişiyiz eserini elime aldığımda yazarına yabancı değildim. Çünkü daha önce okuduğum ve incelemesini de yazdığım Garson eseri, Faldbakken’in metne yaklaşımı konusunda fikir vermişti.
Keskin zekâ parıltısı göreceğiniz o muzip ve dinamik üslubuyla okuru metinde tutuyor, kısa kısa sahneler kurarak güzel bir “oyun” sahneliyordu. O kitabın sonuna geldiğimde, “Faldbakken’i bir daha okurum,” dediğimi hatırlıyorum.
Vi er fem, yani Biz Beş Kişiyiz’e işte böyle başladım. Kitabı okurken de yazarın, zaman içinde üslubunu nasıl geliştirdiğine ve bulduğu konu itibariyle -iyi anlatıldığı takdirde- edebiyatta her şeyin mümkün olduğuna bir kere daha tanık oldum.
Her Şey Gayet Güzel Başlıyor
Norveç’in Råset köyündeyiz. Ana karakterimiz Tormod Blystad, elektronik okurken Espen adında serserinin biriyle tanışıyor ve üzüm üzüme bakarak kararıyor. Tormod ipe sapa gelmez bir herif olup çıkıyor. Ancak Tormod, Espen gibi kendini bilmez değil, kendi içinde bir kişilik çatışması yaşıyor.
İdeal benlik ile olası benlik arasında bir savaş var; bir yanda alemlerde boy gösteren, korkusuz ve sınır tanımayan Tormod, diğer yanda daha ciddi ve çalışkan Tormod. Ne zaman bu benliklerden birini özümsese öteki hâlini garipsiyor. Fakat kendini daima karanlık tarafta buluyor.
Neden sonra karısı olacak Siv onu bu batağın içinden çekip çıkarıyor ve düzenli bir hayat kurmasına vesile oluyor. İki çocuk yapıyor, “dört kişi” oluyorlar. Ancak Tormod bir çocuk daha istiyor; çünkü kendisini hep üç çocukla hayal ediyor, “beş kişilik” bir aile olarak. “Simetrik, hoş bir sayıydı beş; dörtten daha ahenkliydi.” diyor Tormod.
Böylelikle Tormod, ailenin beşinci üyesi için arayışa giriyor. Ne ki Siv, bir çocuk daha istemiyor. Onun yerine zaman içinde -çocuklarının da ısrarıyla- Norveç Elkhound cinsi bir köpek edinmeye ikna oluyor. Bu köpek aile bağlarını güçlendiriyor ve evdeki ataleti yıkıyor. Fakat köpek bir gün ortadan kaybolunca herkes yine kendi yalnızlığına çekiliyor. Tormod da beş kişilik aile özlemi ve yaşadığı orta yaş kriziyle kendisini atölyesinde bir şeylerle meşgul olurken buluyor, hatta kendisini “bilim insanı” olarak tanımlamaya kadar götürüyor işi.
Neyi başardığını görünce “öyle değildir” de diyemiyoruz. Atölyesinde hayatın anlamını veya sonsuzluk iksirini bulmaya çalışan bir simyacı gibi saatlerce çalışıyor, kille haşır neşir oluyor, bundan mutluluk duyuyor. Hatta çocuklarını da bu işe bulaştırıyor. Sanatçılar ve bilim insanları, hayal güçlerini kullanarak malzemeye nasıl form veriyorsa Tormod’un çalışmaları için de böyle bir durum söz konusu.
Buraya kadar Norveç’in kırsalında yaşayan sıradan bir ailenin günlük yaşamına tanık oluyoruz; çocuklar büyüyor, evlilik gitgide daha sıkıcı hâle geliyor, sıkıntının yerini Wi-Fi, abur cubur ve kil dolduruyor... Gün doğuyor ve batıyor. Hayat, bitmek tükenmek bilmeyen bir monotonluk içinde devam ediyor. Ama bu noktada bilimkurgu edebiyatının mümkün kıldığı bazı sürprizlere de açık olmak gerekiyor.
Ne oluyor yani; robotlar kasabayı ele mi geçiriyor? Hayır, bu öyle klişelere sahip bir eser değil. Daha çok Philip K. Dick havası veren, malzemesini sıradan bir dünyadaki sıradan insanlardan alan sıra dışı bir hikâye ortaya çıkıyor.
Tormod’un bir takıntı olarak beşinciyi bulması yolunda, ailenin parçası hâline gelen kinetik bir “şey” ile karşılaşıyoruz. Norveç’in geleneksel masallarında Troll adı verilen devasa bir yaratık vardır. Bu hikâyedeki acayip yaratık için de “Trollcük” tanımlaması yapabiliriz. Atölyede sürekli olarak yeni maddeler ve malzemelerle beslenen, Wi-Fi sinyalleriyle çığırından çıkan bir kil parçasından bahsediyoruz ve neler yapabileceğini tahmin bile edemezsiniz.
Hikâyesini Gündelik Hayattan Alan Sıra dışı Bir Bilimkurgu
İşte bu noktada, hiç de beklemediğimiz bir anda kendimizi bilimkurgu teamüllerine uygun bir anlatının içinde buluyoruz. Faldbakken, Nordik masalları çağrıştıran unsurları, içinde bulunduğumuz dijital çağın nesneleriyle harmanlayarak bize çağdaş bir Frankenstein uyarlaması sunuyor.
Bildiğimiz gerçekliğin dışına adım atan anlatılarda okuru ikna etmek ve iç tutarlılığı sağlamak başlı başına meseledir. Üstesinden gelirseniz bilimkurgu sevmeyen okuru bile tavlarsınız. Faldbakken’in de bunun üstesinden ustalıkla geldiğini söyleyebiliriz. Bu başarıyı, engin hayal gücünü sanat eserlerinde de açığa vuran Faldbakken’in gerçek hayatta da formları eğip büken bir görsel sanatçı olmasına ve güçlü gözlem yeteneğine bağlayabiliriz.
Bu eseri başarılı bir bilimkurgu eseri kılan unsurları da -tıpkı Faldbakken’in çağdaş sanat yerleştirmelerinde olduğu gibi- kendi gerçekliğini yaratan nesnede ve Faldbakken’in geleneği bugünle bir araya getirebilen yazın gücünde arayabiliriz. Hikâyeyi anlatış tarzı, korku edebiyatının uzağında olsa da yarattığı eser, onu Norveç edebiyatının “tuhaf çocuğu” yapmaya yetiyor.
Biz Beş Kişiyiz, sakin bir ortamda geçmesine rağmen düşmeyen temposu, sürprizleri ve ritmi sayesinde okurun ilgisini cezbediyor. Kırsal yaşamın dinamiklerini ve günümüz toplumlarında evlilik içi yalnızlaşmayı da iyi gözlemlediği her hâlinden belli olan Faldbakken, boş sayfayı -Tormod’un kille yarattığı kinetik yaratık gibi- tuhaf ama geleneklere de saygı duruşunda bulunan bir hikâyeyle dolduruyor; yaratıcı yazının tadını çıkarıyor.
Timaş Yayınları etiketiyle yayımlanan Biz Beş Kişiyiz, Mehmet Emin Baş’ın akıcı çevirisi, Ceren Yavuz’un kitabın içeriğiyle uyum sağlayan modern kapak çalışmasıyla rafta okurunu bekliyor.
Fotoğraf: © Sebastian Dahl