Kulağınızda okyanus sesi, dilinizde muz ve karnınızda tekmelerinin tadı… Uçsuz bucaksız bir hayal gücü ile Mevsim Yenice'nin Tekme Tokatlı Şehir Rehberi isimli kitabı üzerine bir inceleme.
Karar vermiştim. Hemcinslerimi kayırmacı tarafım ağır basmıştı, pozitif ayrımcılık yapmak istedim. Kadın ve mümkün ise yeni bir yazarın kitabını incelemek istiyordum. Kitapçı raflarında dönemsel mi (olumlu düşünmeye çalışıyorum) yoksa genel eğilim mi bilemediğim testosteron fazlalığı bu arayışta iyice dikkatimi çekti, kişisel olarak bir seviye daha umutsuzluğa gömüldüm o ayrı, ama pes etmedim. Danıştım, sordum, ne yaptım ettim, en sonunda Mevsim Yenice’ye ve Tekme Tokatlı Şehir Rehberi’ne çıktı yolum.
Elime ilk aldığımda, adına aldanıp bahar meltemi gibi hikâyeler okuyacağımı, sadece insanlar güzel vakit geçirsin diye yazılmış bir kitaba başlamak üzere olduğumu sandım. Hatta bu sebepledir ki biraz erteledim kapağını açacağım günleri. Nasıl olsa, her ne öyküler varsa içinde, hepsi ayrı ayrı akıp gidecekti. Bu ikinci hususta yanılmadım esasında, aktılar. Ama öyle kolay sindiremedim hiçbirini. Şöyle anlatmaya çalışabilirim sanırım: Hani hayata dair beklentilerimiz ne kadar az olursa, onun da bize sürprizleri, güzellikleri bir o kadar son dozda olur ya…
Tekme Tokatlı Şehir Rehberi’nin sayfalarında ilerledikçe, içimde yanan beklenmedik minik alevlerle nasıl ısındım, anlatamam. Hepsi ilk bakışta ayrı tornadan çıkmış gibi, bazısında sanki ucundan yeraltı edebiyatı, bazısında sanki melankoli gezindi kanımda, birçoğunda da muzipliğini hissettim yazarın...Ancak her öyküde bu genç kadının uçsuz bucaksız ve kıskandıran hayal gücü vardı.
Bu ilk kitabı kime adadığından başlıyor yolculuk (Okyanus Sesi öyküsüne göndermedir) ve sonrasında Lucian Freud’un 1995 yılında yapmış olduğu ve en pahalı 10 nü tablo arasında (yanlış bilmiyorsam değeri 34 mio usd’ye yakın) yer alan “Benefits Supervisor Sleeping” görseli ile giriş yaptığı ilk öykü “Açık Arttırma” karşılamada… Bahsettiğim müzipliği ile bizi bir dede-torun ilişkisine davet ediyor. Ahmetcan bir Lucian değil ama olsun, dedesi yine de onu çok seviyor. Ahmetcan da bu tabloyu seviyor. Hatta belki Lucian’ın dedesi Ahmetcan’ı tanısa, çocukluğuna inebilse, dedesinin ve bu tablonun onun kişilik gelişimine olan derin etkisini tahlil edebilirdi, kimbilir.
Sonra “Muz ve Kovboylar”. Karanlık bir öykü bu, hemen anlıyorsunuz. Babalar her zaman sevilmez, babalar her zaman güçlü de olamaz. Güçsüz, kırık dökük ve alkolik bir baba ile başbaşa kalmış bir oğul var karşımızda.
Her zamankilerden biri gibi başlayan, bir kovboy filmi eşliğinde devam eden ancak her zamanki gibi olmayan bir finalle biten bir akşam.
“İnsanlar da böyledir işte. Dışarıdan güzel gözükür, lezzetli, taze. Sen görmeyi bileceksin. Öğreneceksin. Kabuğun altındakini görmeyi öğreneceksin. Sonra çürük çıkınca üzülmeyeceksin. Bak bana! Ben öğrenemedim, üzüldüm.”
“Tilkiler Aç Mı Kalsın” kalbinize dokunacak bir hikâye. Bir önceki karanlıktan çıkarıyor okuyucuyu. Yalnızlığımıza, garipliklerimize, dost olmaya dair.
“Durağan Yolcu” beni en çok etkileyen öykülerden biriydi, o an için zamanı dondurdu. Bir kadın öyküsü, belki bu yüzden biraz torpillidir gözümde kabul ederim, ancak gencecik bir yazar kadının olgun yaşlarına ermiş bir başka kadının ruhunun derinlerindeki yaşanmışlıkların ya da yaşanamamışlıkların ağırlığını böyle samimi ifade edebilmesi beni gerçekten çekti içine. Bir kadın isyan ediyordu bu öyküde ve ben o isyanı derinden hissettim.
Kitaba adını veren “Tekme Tokatlı Şehir Rehberi” muzip öykülerden biri daha…İzmir’den, ailesinden ve eski sevgilisinden uzakta başka bir şehirde, bir hayat kurmaya çalışan Demir’in günlük hayatta sürekli karşısına çıkan şiddetle huzur(?) buluşunu okuyoruz.
“Böyle”’de şüpheli bir ölüm arkasından kocası hakkında aslında hiçbir şey bilmediğini öğrenen ve birer birer elinden alınan hatıralarının arkasından, ölmüş kocasına hitaben durumunu anlatan bir kadın görüyoruz. Tüm o evlilikten, kocadan, evden geriye –gerçekten- kalan sadece bir çift terlik oluyor. “Ya da” yine karanlık bir dünya. Bir intihar, bir anne ve hafıza sildirmek üzerine sanki paralel evrenli bir kısa hikaye. Edgar Keret’ın “Kir” öyküsüne nazire olarak yazılmış. “Burada Bir Yerde Olmalı”da odakta Kenny var. Onu bulmaya çalışma hikayesini, daha doğrusu bir saplantının hikayesini okuyoruz.
“Okyanus Sesi” kitapta en sevdiğim öyküydü sanırım… Kulağında okyanus sesi duymaya başladığı için doktora giden bir kadın karşımızda, adı Eser. 35 yaşında ve yalnız yaşıyor. Ablası yok, bu yüzden ablasının eltisinin dayısının küçük oğlu da yok. Keşke abisi de olmasaymış. Her şeyi en iyi bilen, ahlak zabıtası bir abisi var çünkü…Okumaya devam ettikçe karşımıza Sümer Su Tanrısı Enki de çıkıyor, Enki’nin oğlu Marduk ta, Aşk Tanrısı Inanna da…Ve duman eden bir final.
“Yalandan Kim Ölmüş Ltd Şti” hem biraz komik, hem biraz trajik bir öykü. İçinde bulundukları durumlardan kurtulmak için insanlara profesyonel yalancılık desteği veren bir firma sahibi, Akel Hanım’ın ağzından bir müşterisini ve biraz da kendisini tanıyoruz.
Son öykü “Yer Yarıldı İçine Girdi”’ ise, gayrı meşru bir oğulun, Armağan’ın, sadece bir kere gördüğü babasının cenaze töreninde yaşadıklarını ve hissettiklerini anlatıyor bize.
1985 İzmir doğumlu Mevsim Yenice’nin ilk kitabı Tekme Tokatlı Şehir Rehberi. Aslında üniversitede fizik öğrenimi görmüş. Çeşitli öykü yarışmalarında birincilik dahil dereceleri var. Varlık, Karahindiba, Psikeart, Öykülem ve daha birçok dergi ve fanzinlerde de öyküleri yayınlanmış. Yeni kitaplarını bekliyorum.
Görsel: Mark Conlan, Elizabeth Hinders