Illisions Perdues, Sönmüş Hayaller üçlemesi Honore de Balzac’ın, bugün gıptayla okunan, incelenen ve eleştirilen İnsanlık Komedyası külliyatının Taşra Yaşamından Sahneler bölümüne dâhil olmuştur. İki Şair, Taşrada Bir Büyük Adam ve Bir Yaratıcının Çektikleri olarak üçe bölünmüş olan bu hikâyenin derinlerine inmeden, yazıldığı 1837 yılının öncesinde Balzac’ın hayatına ve tecrübelerine bir göz atmak, bu muazzam üçlemenin daha iyi kavranmasını kolaylaştıracaktır.
Honore de Balzac, yazar kimliğinin yanında uslanmaz bir yayıncıydı da. 1824 kışının son günlerinde büyük yazarın Place Saint Andres-des-Arts 30 Numara’da yer alan Mösyö Urbain Canel’in kitapçısını ziyaretiyle birlikte yayıncılık hayatı da başlıyordu. La Fontaine ve Moliere’in bütün eserlerini tek bir ciltte basma tutkusuyla başlayan matbaacılık serüveninde Balzac, dönemin büyük bir boşluğunu dolduruyordu. Sönmüş Hayaller üçlemesi bu boşluğun “bir yayıncının maceraları” bölümüne denk gelir. İki Şair kitabında, sıkı arkadaş olan Lucien ve David’in, David’e babasından kalma matbaadaki mücadelesiyle başlayan hikâye, sayfalarca sürecek kâğıt, baskı ve dizgi bilgileriyle zenginleşir. Edebî eserin yalnız yazılmakla değil, kâğıt seçiminden dizgiye, baskıya ve okurun kitaba dokunacağı ana kadar bir bütün olarak var olduğuna inanan Balzac’ın matbaacılık girişimi başarısız olunca, geriye elinde bir tek şey kalmıştır: Sönmüş Hayaller’i oluşturacak evren ve deneyim.
İki Şair’le Angouleme taşrasında başlayan hikâye, şair ruhlu arkadaşlar Lucien ve David’in Paris’e bakıp iç çekmeleriyle ilerler. Lucien durmadan şiirler yazıp büyük kente özenirken David bir “ayı”[1] gibi matbaada çalışmakta ve Lucien’i desteklemektedir. Yasak aşkı zengin Madam Louise’in peşinden Paris’e gitme planları yapan Lucien’in en büyük destekçisi, elinde avucunda ne varsa satıp yoksulluğu göze alarak onu Paris’e gönderen dostu David olacaktır. Küçük matbaacı, Lucien’in kardeşi Eve ile evlenip sermayesini, Paris’te rezil olmasın diye Lucien’in eldivenlerine ve pantolonlarına yatırırken bir an bile tereddüt etmez. Sevgili arkadaşı, hem aşkının peşinden gidecek hem de bin bir hezimetle yazdığı Papatyalar kitabı ile meşhur bir şair olacaktır. Şöyle yazacaktı Honore de Balzac Lucien için: “İki seneden beri üzerinde çalıştığı IX. Charles’ın Tirendazı isimli tarihî romanla Papatyalar isimli bir şiir kitabının adını bütün edebiyat âlemine tanıtacağı, annesine, kız kardeşine, David’e karşı borçlarını ödemesini mümkün kılacak kadar para getireceği günün uzak olmadığını düşünüyordu. Kendini şimdiden yüksek mevkilerde görerek, istikbalde isminin ağızlarda dolaşmasına kulak veriyor (...) sefaletine dudak büküyor, son mahrumiyetlerin tadını çıkarıyordu.”
Taşralı Bir Büyük Adam Paris’te cildinde hayallerin gerçekleşmesinin “taşradan” göründüğü kadar kolay olmadığına tanıklık ederiz. Balzac, naif ve tecrübesiz bir şairin birdenbire içine düşüverdiği acımasız edebiyat ortamında var olma çabasını ince ayrıntılarla anlatırken kendi deneyimlerinden ustalıkla yararlanır. Bu açıdan bakıldığında Sönmüş Hayaller, o devirde edebiyat dünyasının ne kadar kokuşmuş olduğu, gazetecilerin türlü oyunlarla yer edinme çabaları, yazarlar arasındaki polemiklerin ve çekişmelerin acizliği odağa alınarak yazılmış bir ‘intikam’ romanı olarak okunabilir.
Varoluş savaşının başında şiir kitabını pazarlamaya çabalayan ama bir yandan da cebindeki tüm parasını güzel elbiselere ve metresine (sonsuz aşkı Louis onu Paris’e geldiği ilk günlerde sosyete uğruna terk etmiştir, Lucien şimdi bir vodvil oyuncusunu metres tutmuştur) harcayan zavallı şair, başka yazarlarla tanıştıkça coştukça coşar. Umutları yeşeriverir bir gün, diğer bir gün açlıktan guruldayan midesini susturamadığından ötürü hüzne gömülür. Duygu iniş çıkışlarıyla arşınladığı Lüksemburg Bahçesi’nde hayallere daha fazla dalar, Papatyalar’ına biraz daha güvenir. Meteliği kalmayınca, tanıştığı yazarların vesilesiyle bir gazeteye küçük bir makale karalar. Bu makale Lucien’in hem kurtuluşu hem de batışı olacaktır.
[1] Matbaacılara o dönemde verilen ad (Fr. Ours)
Kaleminin kuvvetiyle makalesinin parasal karşılığını bulan Lucien, zamanla şiire hafifçe sırtını döner. Belki de bunda yayıncı Dauriat’nın şu sözleri etkili olmuştur: “Benim için mesele sizin büyük şair olup olmamanız değildir, pek çok kabiliyetiniz var. Kitapçılığa yeni başlasaydım eserinizi basmak hatasını işlerdim. Ama her şeyden önce ortaklarımla sermayedarlarım ödeneklerini keserlerdi, geçen yıl yirmi bin frank kaybetmişim, yeter! Şiirin adını bile işitmek istemezlerdi, hem ben onlara bağlıyım. Ama mesele burada değil. Sizin büyük bir şair olduğunuzu kabul ediyorum. Verimli olacak mısınız? Durmadan soneler yumurtlayacak mısınız? On cilt haline getirecek misiniz? Hayır, nefis bir nesirci olacaksınız. Çok zeki ve kabiliyetlisiniz. Bunları birtakım kafiye bozuntularıyla ziyan etmeniz günah olur, gazetelerde yılda otuz bin frank kazanacaksınız, bunu kıtalarınız, beyitleriniz ve daha başka zırıltılarınızın size pek güçlükle getireceği üç bin franka değişemezsiniz!”
Şüphesiz, gazete kolonlarında ısmarlama eleştiriler, kötülemeler ve kumpas misali hicivler yazmak gayet iyi para getirecektir. Her gece güzel içkiler içecektir Lucien, localarda yeri ayrılacak, metresi ona biraz daha âşık olacaktır. Fakat para, lüksle ve egoyla sınanmaya görsün! “Harîs adamların ve ancak insanlarla hadiselerin yardımıyla, az çok iyi tertiplenmiş, ısrarla takip edilmiş bir plânla muvaffak olabilecek kimselerin hayatında öyle zalim bir an gelir ki bilinmez bir kuvvet onu acı tecrübelere tâbi kılar: Her şey birdenbire sarsılır, her yandan ipler kopar veya dolaşır, felâket her taraftan birden görünür.” Şarap gibi akan frankların ardından bakakalan Lucien, önceden olumlu eleştiriler yazıp yücelttiği yazar Nathan için yazarı yerin dibine batıran bir yazı yazacaktır – yüzyıllardır aşinadır okur bu parayla beslenen dönüşlere – İkiyüzlülüğü ve haysiyetsizliği böylece gün yüzüne çıkacak, gazetelerden kovulacak, metresinin ani ölümüyle iyice çökecektir. “Beni kim sevecek?” diye düşünecektir. “Hakiki dostlarım benden nefret ediyorlar. Ne yaparsam yapayım, benim her şeyim şurada yatana asil ve iyi görünürdü! Artık benim kız kardeşimle David’den, bir de annemden başka kimsem yok! Orada benim için kim bilir ne düşünüyorlardır.”
Üçüncü cilt Bir Yaratıcının Çektikleri’nin açılışıyla beraber yaya olarak Paris’ten Angouleme’ye dönen bitik şair Lucien’in sıkıntıları taşrada devam edecektir. “Kalbini David Séchard’ın kalbine boşaltmadıkça ve elinde kalan üç meleğe danışmadan oyunu bırakmak istemeyen” Lucien’in borç senetleri kendisini orada da kovalayacaktır. Yıllardır sıkıştığı Angouleme’de yeni bir kâğıt türü keşfetmeye çalışan David’in yaşadıkları ise Lucien’inkilerden gayrı kalmaz ve David, matbaacılık işini tekellerinde tutmaya çalışan Cointet’lere teslim olmak zorunda kalır. İntiharın sevgi dolu düşüncesiyle dolan Lucien artık Tanrı’ya da inanmıyordur. Şiire, insanlara ve kitaplara sırtını dönen Lucien için hayaller sönmüş ve mum üflenmiştir.
Sönmüş Hayaller’in üç cildini ardı ardına okurken, 1830’ların Paris’inin edebiyat dünyasının bugünkü yayıncı-yazar-okur evreninde bulduğu karşılıklar pek de şaşırtıcı görünmüyor. Hayalci yaratmaya devam ettikçe, yeteneği kendisi, başka yazarlar ve yayıncılar tarafından sömürülecek; bir gün başlarda gezdirilirken diğer bir gün ayaklar altında çiğnenebilecek ve hep daha iyisini üretmenin baskısıyla belki de hiç üretememenin riskiyle kendini tüketecektir. Yazar, yayıncı ve matbaacı açılarından ortaya koyduğu ve bugün de geçerli olan tüm gerçekliklerden sıyrıldığında Sönmüş Hayaller’in Balzac’ın İnsanlık Komedyası yap-bozunda o bir türlü bulunamayan eksik parça olduğunu düşünmek yanlış olmaz. Balzac’ı daha iyi anlamak ve okumak için, ne yazık ki yeni baskıları olmadığından bir sahafa gidip bu üçlemeyi tamamlamak, her Balzacseverin yapılacaklar listesinde en üst sırada yer almalıdır.