Claudio Morandini’nin insanın insanla ve doğayla bir tür mücadelesini doğaüstü ve psişik ögelerle bezeyerek anlattığı romanı Taşlar üzerine bir yazı.
İtalyan yazar Claudio Morandini’nin geçtiğimiz ay Timaş Yayınları tarafından, Esma Fethiye Güçlü’nün çevirisiyle yayımlanan kitabı Taşlar, insanın doğayla olan bir tür fantastik mücadelesini anlatıyor.
Morandini, romanını yıl içinde pek çok kez vadideki Sostigno Köyü ile dağdaki Testagno Köyü arasında gidip gelerek geçiren bir köy halkının, doğanın hükümdarlığı altındaki yaşamını anlatarak başlatıyor. Burada yerleşim alanları insanların kontrolü altında değil, tam tersi doğa insanları kontrol ediyor. Sismik sarsıntılar, sürekli yolunu değiştiren akarsu, paramparça olan toprak ve nereden geldiği bilinmeyen, istilacı taşlar… Köy halkının başına gelecek tüm felaketler bilim insanlarının araştırmalarından çok haberci rüyalar ya da aniden gerçekleşen tahmin edilemeyen olaylar sayesinde öğreniliyor. Bu noktada hikâye sıradan bir doğa-insan mücadelesinden çıkıp mistik, esrarengiz bir havaya bürünüyor.
Tüm roman, köyde yaşayanlardan biri tarafından anlatılıyor. Bu kişi o kadar iyi bir anlatıcı ki her şeyi görmüş, yaşamış, duymuş, tüm bunları en ince ayrıntısına kadar hatırlayıp anlatıyor. Bu da roman boyunca okurun kafasını başka yöne çevirmesine mâni oluyor. Okuru, Sostigno Köyü ile dağdaki Testagno Köyü arasında gidip gelmeli çileli bir hayatı olan bu köyün ve köylülerin bilgisini verip, neler yaşadığını ufak bir bölümle anlatarak romana hazırlıyor. Köyün zemininin yapısı, köylülerin alışkanlıkları, kültürel bilgisi, içselleştirilen afetler ve başa çıkma çabaları... Tüm bu zorlu coğrafi şartlardan bahsederken yıkılıp parçalara ayrılan bu vadide bir de esrarengiz, istilacı taşlar olduğunu anlatıyor. Romanı ilgi çekici kılan hikâye de böyle başlıyor. Köyde bu taşların nesiller boyu aktarılan bir hikâyesi olduğunu, bu taşları ilk görenlerin köye sonradan gelen Saponara çifti olduğunu söylüyor anlatıcı. Bu çiftin şehirden gelen öğretmen bir çift olması bilgisinin altında garip, birbirlerine zıt olmalarına rağmen anlaşılmaz bir birlikteliklerinin olduğundan da bahsediyor ve diyor ki: “Yine de her gün gözümüzün önünde onları gördükçe ikisinin birbirileri olmadan yapamayacaklarını anlıyorduk.”
Köydeki garip olayların başladığı ev; şehirden gelen Ettore ile Agnese Saponaraların evi olan Villa Agnese. Sessiz, kendi hallerinde bir hayat yaşayan ama köy halkına göre bir gariplikleri olan bu karı koca evde salonun ortasında bir avuç yere bırakılmış toz birikintisi bulduklarında bunun olağandışı bir tarafı olduğunu kendilerine itiraf etmeden önce somut nedenler arıyorlar: Eve gelen çocukların dökmüş olabileceği, tavandan dökülmüş olabileceği, kedinin getirmiş olabileceği... Ancak ufak ufak başlayan bu esrarengiz olaylar, taşların oturma odalarını istila etmesiyle içinden çıkılmaz bir hâl alıyor. Villa Agnese’de gerçekleşen tuhaf olayların yanı sıra bu köyde zaten her şey hareket ediyor. Bir köy düşünün, “her şey olması gerektiği gibi” demek, kafalarına taş gelme riskinin olmaması ya da bir çukura düşme tehlikesiyle yaşamamak demek. Anlayacağınız zaten doğal yaşam bu köyde büsbütün tehlikeli olaylardan oluşuyor.
Köylülerin günlük rutinine dönen, bir şekilde hayatta kalmanın yollarını buldukları doğa olaylarını kenara koyarsak asıl ilgi çekici olan -özellikle köylüler için- Saponaraların evindeki bu taş istilası. Çiftin aklını yitirmesine sebebiyet verecek kadar garip olan bu olaya çare bulunmaya çalışılmasının yanı sıra insanların buna bir sebep bulma çabası da işin içine giriyor. Köyün rahibinin evi kutsamak için gelmesi üzerine taşlar altında kaldıktan sonra bunun şeytanın işi olduğunu söylemesi, Agnese’nin geçmişte bir şeyler yaşadığı ve bunu sakladığı birinin hayaleti olduğunu sanması ve köy halkının Saponara çiftinin lanetli olduğu fikrini kabul etmeleri olayın gizemini çözmeye yardım etmediği gibi masum insanları birer hedef hâline getiriyor.
Saponaraların evindeki taşlar canlı, saldırgan, istilacı varlıklar olarak biliniyor, bu hâlleri Ettore ve Agnese için çıldırtıcıyken, köy halkı için korktukları kadar merak ettikleri, hakkında söylenti üretmekten zevk duydukları bir olay hâline geliyor. Öyle ki büyücüler, din adamları kadar gazetelerde de bu konunun üzerine gidiliyor ancak hiçbir sonuç alınamıyor. Tüm bu felaketlere, taşlara rağmen köylüler burayı terk etmiyor. Muhafazakâr yapıları burayı terk etmek yerine yer değiştirmeye imkân veriyor ve köylüler olayları mitleştirip anlatarak bundan keyif alır hâle geliyorlar. Gazeteler bu olaya yer verirken haber değerini düşünüyorlar. Bilim insanları burayı sadece deney alanı olarak görüyorlar. Tüm bunların yanında roman boyunca Saponaraların bu durumla başa çıkamayışlarını izliyoruz.
Morandini, hikâyesini anlatırken bir yandan da başka hikâyelerin varlığından, bazı isimlerden bahsediyor. Aslında bu da okurun merakını “nasıl, neden, kim” gibi sorular sordurarak besliyor. Örneğin Saponara ailesinin hikâyesinde hem fikir olunmasına rağmen Tarcisio Berlera’nın büyükbabasının kardeşi Ruggero’nun hikâyesinden de bahsediliyor, ki buna her ne kadar inanılmasa da. Gerçek sohbet gibi ilerleyen anlatım, iç içe hikâyelerle büyüyor. Hiçbir zaman olayın tek bakış açısı olmuyor. Her zaman pek çok faktör işin içine sokularak anlatının canlılığı ve gerçekliği pekiştiriliyor. Roman, her zaman esrarengiz olayların tek geçmişi olmadığını, gerçek ya da uydurma birçok hikâyeyi doğurduğunu gösteriyor. Tuhaf hikâyeleri tuhaf hikâyelerle besliyor.
Morandini, onunla tanıştığımız Kar, Köpek ve Ayak’ta olduğu gibi bu kitaba ilham veren olağanüstü bir olaydan bahsediyor. Abbé Henry’nin 1929 yılında basılan Histoire populaire, religieuse et civile de la Vallée d’Aoste isimli eserinde okuduğu 1908’in Eylül ayında Issime yakınlarında bulunan Gressoney Vadisi’nde bir kulübede oluşmaya başlayan ve insanlara saldıran, havada uçuşan taşların tuhaf hikâyesinden esinlendiğini belirtiyor. Okuduğumuz bu “tuhaf” hikâyenin böylesi tuhaf bir olaydan esinlenilerek yaratıldığını öğrenmek onulmaz tekinsiz hisleri beraberinde bırakıyor.
Küçük bir İtalyan köyünde başlayan; muhafazarkârlığın, cahilliğin, inancın, etiğin, doğanın gücünün altında kalan 30 bölümde bizi hayal etmesi bile endişe verici esrarengiz hikâyenin içine bırakan Taşlar, tuhaf ama okuma seyri kolay, heyecanını yavaş yavaş zerk eden bir hikâye sunuyor.
Başlıktaki görsel: Gianfranco Gorgoni.