Kırmızı Kedi'de yolculuklar devam ediyor. Bu kez de "Trenler Kalkar Haydarpaşa’dan".
Kitap arka kapağında şöyle deniyor:
"Muavin olduk, otobüsü Cümleten İyi Yolculuklar diyerek uğurladık. Şimdi de Hareket Memuru olduk, gar müdürü, kondüktör, istasyon şefi olacak halimiz yok ya, baktık Trenler Kalkar Haydarpaşa’dan geliyor, hemen bir cem kurduk. Almanya’dan, İtalya’dan, Suriye’den, Hindistan’dan, Moğolistan’dan, Erzurum’dan, Ankara’dan, Eskişehir’den, Haydarpaşa’dan, en çok da rüyalardan, anılardan, aşklardan, yalnızlıklardan, ayrılıklardan, kavuşmalardan gelir de geçermiş tren. İçimizdeki gurbete gider orada beklermiş bizim gelmemizi. Biz de nedense oyalanırmışız, nasılsa tren Türkçenin en uzun kelimesi diye... Oysa tren birazdan Haydarpaşa’dan kalkacak, iskeleye bir vapur yanaşacakmış, kim bilir orada bizi hangi vazife bekliyormuş, miço olmak mı, çımacılık mı, Edip Bey’in “mavi bir suyun düşünü uyutur” dediği bir tayfa olmak mı, yoksa ‘deniz’ olmak mı? Uzatmayalım, yol verelim tren kitabına, yolculuk başlasın 21 yazarın tren yazılarına ve düşlerimizde vardığımız her gar Haydarpaşa olsun diyelim bu sefer de, her seferde..."
Derleyen: Haydar Ergülen
Serhan Ada • Merih Akoğul • Feridun Andaç • Hüsnü Arkan • Mehmet Aycı • Ali Ayçil • Pelin Batu • Adnan Binyazar • Sezer Duru • Nursel Duruel • Gültekin Emre • Ömer Erdem • Haydar Ergülen • Tuna Kiremitçi • Elif Köksal • Akif Kurtuluş • Celil Oker • Timur Özkan • Tayfun Pirselimoğlu • Sadık Yalsızuçanlar • Şükran Yiğit
264 sayfa
978-605-4764-26-6
Kitaptan Tadımlık:
Hareket Memuru Dedi Ki:
Attila İlhan’ın, o varken hayatta başka ‘Kaptan’ tanımam, baştan söyleyeyim, çakır şiirleri de vardır, dizelerin ‘damalı’nın ön sol camından dışarı şöyle hafiften italik gibi yaslandığı şiirleri de. O zaman ‘italik’ yokmuş ne gam, şiir de mi yoktu, italik icat olunca bazı şiirler de elini kolunu koyacak yer buldu. Ahmed abi mi dediniz, hangi Ahmed abi? Bakmayın numara yaptığıma, bilmezden geldiğime, kaç Ahmed var adını şiirin ‘d’siyle yazan? Elbette Ahmed abim, elbette Ahmed Arif. Onun da fiyakası fiyakadır ama yakası açılmadık cinsindendir, gömleğinin düğmesi darağacına kadar ilikli olanlardandır diyelim. Hem de italiğin İzmir’den çıkıp hem salına salına, hem sallana sallana, e hem de italik olduğu için eğile büküle, devrile kırıla Diyarbakır’a varması da nerdeyse bir cumhuriyet sürer, sürmüştür. Şükürler olsun cumhuriyetimizin eksik italiği de tamam olmuştur.
Attila İlhan, yani ya nam-ı diğer ya da nam-ı değer Kaptan. İki cihette de, iki cihanda da ‘Kaptan’ımızdır o bizim. Ah şimdi bir başka Ahmet olacaktı ki azizim, yok ‘azizim’ demeyecektim, yazı içinde olsun birbirimize uyaklı bir cemiyet olalım diye öyle dedim, aslında ‘gözüm’ diyecektim, hem de iki gözüm Ahmet Kaya diyecektim. Harfler karanlık italikler gibi devrilirken, gencecik üç fidanlar da onun sesinden, kahrından, öfkesinden ve suskunluğundan bizim anılarımıza her şafakta yeniden yeniden devrileceklerdir: “Saçlarıma yıldız düşmüş/koparma anne ağlama” dedikçe genç anılarımız, şimdi çoktan cigaranın, rakının, ekmeğin, şarabın, ümidin ve hüsranın kapısında yorulmuş anılarımız son bir efkârla, “o mahur beste çalar müjgânla ben ağlaşırız” diyebilmek için nöbeti sürdüreceklerdir.
Ey sözleri buğulu Kaptan, ey gözleri dumanlı Ahmed abim, ey bela çiçeği Ahmet iki gözüm, işte bir Hareket Memuru olarak gözümün yollarda kaldığı şu ıssız yaşımda, sizsiz, sözsüz günüm geçmiyor. Hem geçeceği de yoktu ki, bir gün istasyonun bekleme salonunda bir kitap buldum. O kitabı okuyunca dünyanın sırrına erdim, demek de vardı ama bu hem kitaba haksızlık olurdu hem de yazana. Lakin şöyle demek olurdu ve dedim: Sahipsiz olmadığımızı gördüm. Zaten trenin hep bir cem olduğunu düşünürdüm, tren cemi, yol cemi, böyle böyle çekip giderdi lokomotif, yürüyüp giderdi şimendifer, sürüp giderdi cem. O zaman dedim, insan insanın sahibidir, insan insana yoldur, hem de başka türlü cem nasıl kurulur, ben de şu uzuuuuuuuun cemin bekçisi olsam yeridir dedim, oldum.
Hem de bu cem göçer cemidir, yürür cemidir, vardığı da cemdir geldiği de dedim, o an sözlerimin üstünde bir turna kuşunu gördüm. Cümle turnası. O da uçar cemidir, kanadını açar cemidir, gün olur konar cemidir dedim. Cümleye de konunca artık bildim: “Cemi cümle bir sofrada/muhannetlik kalmayana” dediğini duydum bir canın. Şiire sürgün bir can. “Bir yük vagonunda açtım gözlerimi. Bizi kamyona doldurdular. Tüfekli iki erin nezaretinde. Sonra o iki erle yük vagonuna doldurdular. Günlerce yolculuktan sonra bir köye attılar. Tarih öncesi köpekler havlıyordu,” demişti ilk sürgünlüğünü şiir sürgünlüğüyle değiştiğinde. Biz onu sonraları “cemi cümle bir trende” diye de okuduk. Kimimiz kazma kürek yol işçisi olduk, kimimiz ray nöbeti tuttuk, kimimiz düdük çaldık, kimimiz bayrak salladık, ama hepimiz bu cemde bırakın bir cümle olmayı, bir inceltme işareti, bir virgül, en fazlasından bir harf olsak elverir dedik ve bize ‘sizin cümleniz çok eski’ diyenlere de ‘yenisi kalsın’ demedik, ‘sizde dursun’ dedik yalnızca. Bazen insan insanın yerinedir, bazen yol yolun yerine, bazen de insan yolun yerine niye olmasın dedik. Yolun yerine geçtik, yol olduk. Böylece harekete memur olduk.
Bulduğum kitap bir tren şiirleri antolojisiydi. Ben iki tren arası bir şiir okumaya da o andan sonra memur oldum. Kaptan’lardan Ahmed abilere, kara gözüm Ahmet’ime, Cemal’inde cem bahçesi açan şaire, Edip Bey’e, “bir bilet aldım gişeden/yolculuk başladı Haydarpaşa’dan” efkârıyla süren şiir cemine talip oldum, her zaman divana durulmaz ya, bu sefer de vardım yola durdum, yolu sordum, yol verdim. O gün bugündür uzun ince bir yol cemindeyim işte. Bir Hareket Memuruyum şiirden el alan, yol alan.
Hiç unutmam ve derim ki hem tren de bir antoloji sayılmaz mı şiir gibi? Antolojinin yolda gideni hem de. Vagon vagon okunmaya, yazılmaya, görülmeye, bakılmaya açık bir şiir. Uzun şiir. Uzun boylu şiir. Öyleyse dedim benim yoldan akrabalarım, yol yakınlarım, yol kadar yakınlarım da buradadır. Artık nasıl dediysem bir bir görünür oldular gözüme. Kaptan’ı bilişim ilk oradandır, trendendir, Alsancak Garı’ndandır. “alsancak garı’na devrildiler/gece garın saati bela çiçeği” deyişindendir. “sirkeci garı’nda tren çığlıklarıyla bıçaklanıp/intihar dumanları içindeki haydarpaşa’dan” Anadolu’ya bakan bir şehre kafa
tuttuğundandır. “bu rüzgârın tadı senin hiç tatmadığın/bu yolcular bilmediğin bir yerden geliyor/konuştukları dil ömrünce duymadığın/gözlerini sakla sen burda bir yabancısın/akşam tren raylarına yağmur yağıyor” dediğindendir. Tam o sırada eski bir tanıdık gibi, bütün trenler tanıdıktır bana, tren değil bir şiir geçer, adıyla geçer, harekete memur değil miyim, durdururum, durur ve bana trenci tekmili verir, bu türküye çalan bir şiirdir: “makasçı rıza’yım ne belledin ki ağabey/yılan yılan ışılar düşümde çifte ray/marşandiz geçer ki uzun uzun urgan/banliyö geçer ki posta geçer ki/otoray geçer ki gayrı ben duramam/makasçı rıza’yım ne belledin ki ağabey /aklıma ziyandır ha çatallı çifte ray/bir kırmızı bir yeşil vay gidi vay/...”
...Sonra, sonra birden bakarım, ‘bilmem hayal midir bilmem düş müdür?’ Haydarpaşa’dan kalkıp sökün eylemiş turnalar gibi, kara turna ekspresi desem yeri var, bir trenin kokusunu duyarım. İyi de tren kalkmamış mıydı Haydarpaşa’dan, tamam da tren zaten Haydarpaşa’dan kalkmaz mı? Aklım bir hoş olur, fikrim karışır, gelen tren güzellerin treni midir yazarların treni midir, geze geze yaza yaza gelir, bizim istasyonda durur. Kırmızı Kedi’siyle meşhur bir istasyon. Aman hoş geldiniz, safalar getirdiniz hanımlar, beyler, nerden gelirseniz gelin, Haydarpaşa’dan gelmiş gibisiniz. Hem trenin başkenti de Haydarpaşa değil midir? İşte onun kokusunu, denizinin tuzunu, rayların tozunu getirdiniz, iyi ki bu ceme bekçi, bu trene memur edilmişim. Biliyorum hepiniz Haydarpaşa’dan gelmiyorsunuz ama bütün trenler Haydarpaşa’dan başlar ve onlar, bilir misiniz, ilk kampanayla Haydarpaşa’yı selamlarlar, tıpkı vapurların da hâlâ Haydarpaşa’yı selamladığı gibi dumanlı düdükleriyle. Trende buğulu, vapurda dumanlı, eh insanın gözleri bunlarla bazen kederden bazen sevinçten dolmasa neyle dolar?
Muavin olduk, otobüsü Cümleten İyi Yolculuklar diyerek uğurladık. Şimdi de Hareket Memuru olduk, gar müdürü, kondüktör, istasyon şefi olacak halimiz yok ya, baktık Trenler Kalkar Haydarpaşa’dan geliyor, hemen bir cem kurduk. Almanya’dan, İtalya’dan, Suriye’den, Hindistan’dan, Moğolistan’dan, Erzurum’dan, Ankara’dan, Eskişehir’den, Haydarpaşa’dan, en çok da rüyalardan, anılardan, aşklardan, yalnızlıklardan, ayrılıklardan, kavuşmalardan gelir de geçermiş tren. İçimizdeki gurbete gider orada beklermiş bizim gelmemizi. Biz de nedense oyalanırmışız, nasılsa tren Türkçe’nin en uzun kelimesi diye... Oysa tren birazdan Haydarpaşa’dan kalkacak, iskeleye bir vapur yanaşacakmış, kim bilir orada bizi hangi vazife bekliyormuş, miço olmak mı, çımacılık mı, Edip Bey’in “mavi bir suyun düşünü uyutur” dediği bir tayfa olmak mı, yoksa ‘deniz’ olmak mı? Uzatmayalım, yol verelim tren kitabına, yolculuk başlasın 21 yazarın tren yazılarına, ve düşlerimizde vardığımız her gar Haydarpaşa olsun diyelim bu sefer de, her seferde...
Haydar Ergülen
***
tuttuğundandır. “bu rüzgârın tadı senin hiç tatmadığın/bu yolcular bilmediğin bir yerden geliyor/konuştukları dil ömrünce duymadığın/gözlerini sakla sen burda bir yabancısın/akşam tren raylarına yağmur yağıyor” dediğindendir. Tam o sırada eski bir tanıdık gibi, bütün trenler tanıdıktır bana, tren değil bir şiir geçer, adıyla geçer, harekete memur değil miyim, durdururum, durur ve bana trenci tekmili verir, bu türküye çalan bir şiirdir: “makasçı rıza’yım ne belledin ki ağabey/yılan yılan ışılar düşümde çifte ray/marşandiz geçer ki uzun uzun urgan/banliyö geçer ki posta geçer ki/otoray geçer ki gayrı ben duramam/makasçı rıza’yım ne belledin ki ağabey /aklıma ziyandır ha çatallı çifte ray/bir kırmızı bir yeşil vay gidi vay/...”
...Sonra, sonra birden bakarım, ‘bilmem hayal midir bilmem düş müdür?’ Haydarpaşa’dan kalkıp sökün eylemiş turnalar gibi, kara turna ekspresi desem yeri var, bir trenin kokusunu duyarım. İyi de tren kalkmamış mıydı Haydarpaşa’dan, tamam da tren zaten Haydarpaşa’dan kalkmaz mı? Aklım bir hoş olur, fikrim karışır, gelen tren güzellerin treni midir yazarların treni midir, geze geze yaza yaza gelir, bizim istasyonda durur. Kırmızı Kedi’siyle meşhur bir istasyon. Aman hoş geldiniz, safalar getirdiniz hanımlar, beyler, nerden gelirseniz gelin, Haydarpaşa’dan gelmiş gibisiniz. Hem trenin başkenti de Haydarpaşa değil midir? İşte onun kokusunu, denizinin tuzunu, rayların tozunu getirdiniz, iyi ki bu ceme bekçi, bu trene memur edilmişim. Biliyorum hepiniz Haydarpaşa’dan gelmiyorsunuz ama bütün trenler Haydarpaşa’dan başlar ve onlar, bilir misiniz, ilk kampanayla Haydarpaşa’yı selamlarlar, tıpkı vapurların da hâlâ Haydarpaşa’yı selamladığı gibi dumanlı düdükleriyle. Trende buğulu, vapurda dumanlı, eh insanın gözleri bunlarla bazen kederden bazen sevinçten dolmasa neyle dolar?
Muavin olduk, otobüsü Cümleten İyi Yolculuklar diyerek uğurladık. Şimdi de Hareket Memuru olduk, gar müdürü, kondüktör, istasyon şefi olacak halimiz yok ya, baktık Trenler Kalkar Haydarpaşa’dan geliyor, hemen bir cem kurduk. Almanya’dan, İtalya’dan, Suriye’den, Hindistan’dan, Moğolistan’dan, Erzurum’dan, Ankara’dan, Eskişehir’den, Haydarpaşa’dan, en çok da rüyalardan, anılardan, aşklardan, yalnızlıklardan, ayrılıklardan, kavuşmalardan gelir de geçermiş tren. İçimizdeki gurbete gider orada beklermiş bizim gelmemizi. Biz de nedense oyalanırmışız, nasılsa tren Türkçe’nin en uzun kelimesi diye... Oysa tren birazdan Haydarpaşa’dan kalkacak, iskeleye bir vapur yanaşacakmış, kim bilir orada bizi hangi vazife bekliyormuş, miço olmak mı, çımacılık mı, Edip Bey’in “mavi bir suyun düşünü uyutur” dediği bir tayfa olmak mı, yoksa ‘deniz’ olmak mı? Uzatmayalım, yol verelim tren kitabına, yolculuk başlasın 21 yazarın tren yazılarına, ve düşlerimizde vardığımız her gar Haydarpaşa olsun diyelim bu sefer de, her seferde...
Haydar Ergülen
***
tuttuğundandır. “bu rüzgârın tadı senin hiç tatmadığın/bu yolcular bilmediğin bir yerden geliyor/konuştukları dil ömrünce duymadığın/gözlerini sakla sen burda bir yabancısın/akşam tren raylarına yağmur yağıyor” dediğindendir. Tam o sırada eski bir tanıdık gibi, bütün trenler tanıdıktır bana, tren değil bir şiir geçer, adıyla geçer, harekete memur değil miyim, durdururum, durur ve bana trenci tekmili verir, bu türküye çalan bir şiirdir: “makasçı rıza’yım ne belledin ki ağabey/yılan yılan ışılar düşümde çifte ray/marşandiz geçer ki uzun uzun urgan/banliyö geçer ki posta geçer ki/otoray geçer ki gayrı ben duramam/makasçı rıza’yım ne belledin ki ağabey /aklıma ziyandır ha çatallı çifte ray/bir kırmızı bir yeşil vay gidi vay/...”
...Sonra, sonra birden bakarım, ‘bilmem hayal midir bilmem düş müdür?’ Haydarpaşa’dan kalkıp sökün eylemiş turnalar gibi, kara turna ekspresi desem yeri var, bir trenin kokusunu duyarım. İyi de tren kalkmamış mıydı Haydarpaşa’dan, tamam da tren zaten Haydarpaşa’dan kalkmaz mı? Aklım bir hoş olur, fikrim karışır, gelen tren güzellerin treni midir yazarların treni midir, geze geze yaza yaza gelir, bizim istasyonda durur. Kırmızı Kedi’siyle meşhur bir istasyon. Aman hoş geldiniz, safalar getirdiniz hanımlar, beyler, nerden gelirseniz gelin, Haydarpaşa’dan gelmiş gibisiniz. Hem trenin başkenti de Haydarpaşa değil midir? İşte onun kokusunu, denizinin tuzunu, rayların tozunu getirdiniz, iyi ki bu ceme bekçi, bu trene memur edilmişim. Biliyorum hepiniz Haydarpaşa’dan gelmiyorsunuz ama bütün trenler Haydarpaşa’dan başlar ve onlar, bilir misiniz, ilk kampanayla Haydarpaşa’yı selamlarlar, tıpkı vapurların da hâlâ Haydarpaşa’yı selamladığı gibi dumanlı düdükleriyle. Trende buğulu, vapurda dumanlı, eh insanın gözleri bunlarla bazen kederden bazen sevinçten dolmasa neyle dolar?
Muavin olduk, otobüsü Cümleten İyi Yolculuklar diyerek uğurladık. Şimdi de Hareket Memuru olduk, gar müdürü, kondüktör, istasyon şefi olacak halimiz yok ya, baktık Trenler Kalkar Haydarpaşa’dan geliyor, hemen bir cem kurduk. Almanya’dan, İtalya’dan, Suriye’den, Hindistan’dan, Moğolistan’dan, Erzurum’dan, Ankara’dan, Eskişehir’den, Haydarpaşa’dan, en çok da rüyalardan, anılardan, aşklardan, yalnızlıklardan, ayrılıklardan, kavuşmalardan gelir de geçermiş tren. İçimizdeki gurbete gider orada beklermiş bizim gelmemizi. Biz de nedense oyalanırmışız, nasılsa tren Türkçe’nin en uzun kelimesi diye... Oysa tren birazdan Haydarpaşa’dan kalkacak, iskeleye bir vapur yanaşacakmış, kim bilir orada bizi hangi vazife bekliyormuş, miço olmak mı, çımacılık mı, Edip Bey’in “mavi bir suyun düşünü uyutur” dediği bir tayfa olmak mı, yoksa ‘deniz’ olmak mı? Uzatmayalım, yol verelim tren kitabına, yolculuk başlasın 21 yazarın tren yazılarına, ve düşlerimizde vardığımız her gar Haydarpaşa olsun diyelim bu sefer de, her seferde...
Haydar Ergülen
***