Ayşe Yıldırım: Değerli hocam, öncelikle Türk Şiirinde 1980 Kuşağı (YKY, 2013) adlı kitabınızı kutluyoruz. Çalışmanız gayet hacimli ve ayrıntılı. Akademik çalışmalar genellikle bilimsel üslup nedeniyle soğuk yazılar olarak bilinir. Oysa sizin kitabınızın bazı bölümleri sürükleyici bir roman okunur gibi okunabiliyor. Bunun nedenini şairliğinize bağlayabilir miyiz?
Bâki Asiltürk: İlginç bir değerlendirme… Teşekkür ederim Ayşe… Doğrusu, kitabı yazarken biçem üzerinde hiç düşünmedim. Ben, akademik makalelerimde, kitap boyutundaki bilimsel çalışmalarımda öncelikle nesnel bilgiye, kaynaklara önem veririm. Kaynak derleme ve tarama aşamasında bunu gözetirim. Yazma aşamasında da bu tutumumu mümkün olduğunca sürdürürüm ama zaman zaman şairlikten gelen biçemsel özellikle öne çıkıyor olabilir.
Ayşe Yıldırım: Ahmet Hamdi Tanpınar’ın makalelerinde, hatta edebiyat tarihinde de böyle bir durum olduğu söylenir hep…
Bâki Asiltürk: Doğrudur, Tanpınar’ın hem Edebiyat Üzerine Makaleler’indeki yazılarında hem de bugün hâlâ aşılamamış XIX. Asır Türk Edebiyatı Tarihi’nde öznelliğin kabardığı kısımlar vardır. Sıradan bir bakışla, edebiyat bilimi için zaaf gibi görünen bu özelliğin Tanpınar’ın çalışmalarına yaratıcı yeteneğinden yansımış taraflar olarak bakmak gerektiğini düşünüyorum. Mesleği akademisyenlik olan şairlerin çalışmalarında böylesi özel durumlara rastlamak normal galiba. (Yoksa, “mesleği şairlik olan akademisyenler…” mi demeliydim?) Bana gelince… Tanpınar’a benzemek gibi bir amacım yok, herkes kendisidir. Zaten ne şiirlerimiz ne makalelerimiz birbirine benzer. Ben mesela, Tanpınar’ın Yahya Kemal’e aşırı bir anlam yüklediğini düşünürüm. Benim için, yaşayan ya da ölü, hiçbir şair o kadar da yüce, ulu değildir. Henüz ortaokul, lise yıllarımdan itibaren sanatsal anlatımlı artistik metinleri düz anlatımlılara tercih etmeye başladığım için benim yazış tekniğime de okuduklarımdan bir şeyler sızmıştır.
Ayşe Yıldırım: Edebiyat tarihimizde kuşakları bu kadar geniş şekilde ele alıp inceleyen çalışmalara sık rastlanmıyor.
Bâki Asiltürk: Maalesef öyle… Aslında sadece dönemler ya da kuşaklar için değil tek tek şairler, yazarlar için de yeterli çalışmalara sahip değiliz. İngiltere’de Shakespeare, İtalya’da Dante, Almanya’da Goethe, Fransa’da Baudelaire, Rimbaud, Balzac vd. üzerine yapılmış çalışmaların sayısı dudak uçuklatır. Bizde nitelik ve nicelik açısından doyurucu çalışmalardan yoksunuz. Bunun asal nedeni, bence, özetle ve ana bilgilerle yetinme anlayışı, kültürüdür. Lise öğrenimindeki özet ve test kültürü, memleketin her alanına sızmış durumda. Üniversiteye gelmiş, üstelik pek çoğu gönüllü olarak Türk edebiyatı okumaya gelmiş öğrencilere bile İntibah, Eylül, Handan, Bir Tereddüdün Romanı, Esir Şehrin İnsanları, Ateşten Gömlek, Sokaktaki Adam, Kuyucaklı Yusuf, Tutunamayanlar vd. gibi belli başlı romanları okutmakta zorlanıyoruz. Elbette, haklarını yemeyelim, Garip ve İkinci Yeni dönemleriyle ilgili ciddi çalışmalara imza atan çok değerli akademisyenler var. Dönemlerin toplumsal özellikleri o sırada ortaya çıkan edebiyatı dolaylı da olsa etkilediği için dönemsel araştırmalar farklı disiplinleri bir arada düşünme zorunluluğunu da getireceğinden araştırmacının dünyasını zenginleştiren çalışmalardır.
Ayşe Yıldırım: Derslerinizde daima nesnelsiniz, kronolojiden taviz vermiyorsunuz ama sevdiğiniz şairlere daha çok zaman ayırdığınız bazı dersler de oluyor: Attilâ İlhan, Dağlarca, Edip Cansever vd. Şairliğinizin de imge temeli üzerinde bina edildiğini biliyoruz. Röportajlarınızda, şiir üzerine deneme ve makalelerinizde bunu açıkça dile getiriyorsunuz. YKY Şiir Yıllığı çalışmalarınızın önsözlerinde de bu konuya değinmiştiniz geçmiş yıllarda. Türk Şiirinde 1980 Kuşağı’nı yazarken sevdiğiniz şairler ya da sevdiğiniz şiir tekniğine daha müsamahalı davrandığınızı söylenebilir mi? İmge bölümü kitabın en kapsamlı bölümü…
Bâki Asiltürk: Sevgili Ayşe, başka röportajlarda da bana en çok sorulan soru bu oldu. Derslerde öncelikli amaç, şiir tarihini kronoloji içerisinden aktarmak ve öğrenciyi nitelikli şiir, eleştiri örnekleriyle tanıştırmaktır. Bu nedenle, Hecenin Beş Şairi’nden Sembolistlere, Yedi Meşaleciler’den Garip’e, Toplumcu Gerçekçilerden İkinci Yeni’ye ve 60 Kuşağı’na vd. Cumhuriyet dönemi şiirini haftalık periyotlar hâlinde, ana hatlarıyla aktarıyorum. Bağımsız şairlere de aynı derecede eğilmeye çalışıyorum. Bu periyotta doğal olarak fazla zaman ayırdığım şairler oluyor. Nedeni açık aslında: Attilâ İlhan’a ayırdığım zamanın eşitini sırf Hecenin Beş Şairi içinde yer aldığı için Yusuf Ziya Ortaç’a ayırmak doğru olmaz. Burada belirleyici olan, dönem şiiri içinde öncülük, yenilik, farklılık özelliğidir. Türk Şiirinde 1980 Kuşağı’nda da bundan farklı bir yol izlemedim. İmge şiirinin temsilcileri olan Tuğrul Tanyol, Haydar Ergülen Metin Celâl hem yapıtlarıyla hem de tartışmalarda iddialı söz alışlarıyla kuşak şiirinin kuruluşunda öncü rolü oynamıştır. Belgenin de bilginin de arşivin de söylediği budur. Fakat ben bununla yetinmedim; Toplumcu şiirin öncülerinden Ahmet Erhan’a, anlatımcı şiirin temsilcileri ŞavkarAltınel ve Roni Margulies’e, folklorik şiirin ustaları Yaşar Miraç ve Adnan Özer’e, beatnik şiiri tek başına temsil eden küçük İskender’e, metafizik şiirin önemli imzaları Lâle Müldür ve İhsan Deniz’e de geniş yer verdim çalışmamda. İmge şiirine inanıyor olmam beni doğrudan yönlendirmedi ama böyle öznel bir yönlendiriciye ihtiyaç duysaydım elbette yine imge merkezli bir kitap yazardım. İmge ağırlıklı olmak, kuşkusuz başka bazı argümanlarla birlikte, dönem şiirinin en belirleyici özellikleri arasındadır.
Ayşe Yıldırım: Bu çalışmanızda edebiyatımızın çok yakın bir dönemini incelemişsiniz. Bu dönem şairlerinin çoğu da yaşayan ve sizin de iletişimde olduğunuz şairler. Aralarında dostlarınız da var. Bu durum size ne gibi kolaylıklar sağladı ya da sizi hangi konularda zorladı?
Bâki Asiltürk: Doğrusu, kitabın ilk baskısını hazırlarken şairlerle doğrudan bağlantı kurmamıştım. Burada, dergilerin eski sayılarına ulaşmamda yardımlarını esirgemeyen Metin Celâl’i mutlaka anmalıyım. Haydar Ergülen’in kişisel kütüphanesinde de iki gün kadar çalıştım. Kitabın yazılığından çok önce kendileriyle dost olduklarım da vardır, mesela Lâle’yle, İskender’le eskiden beri tanışırız. Hiç tanışmadıklarım da var. Osman Konuk, Ali Asker Barut, Murathan Mungan… Bu durum benim çalışmamı kolaylık ya da zorluk bağlamında etkilememiştir. Akademik çalışmalarda önce malzeme, kaynak ve nesnellik gelir; öznel yorumlar, değerlendirmeler bu nesnelliğin içinden yapılır.
Ayşe Yıldırım: İlk iki baskısı 2006’da 1980 Kuşağı Türk Şiirinin Poetikası adıyla yayınlanan çalışmanızla Türk Şiirinde 1980 Kuşağı arasında ne gibi farklar var? Araştırmanızdan da yola çıkarak o günden bu güne 80 Kuşağı şairlerinin poetikalarında ne gibi değişiklikler olduğunu gördünüz?
Bâki Asiltürk: Yıllar önce yazdığım “Soylu Yenilikçi Şiir” başlıklı manifestoda, 80 Kuşağı şairlerinin dönüştürücü güçlerini kaybettiklerini, yeni dönemde sadece kendi şiirleri içinden yenilik yapabileceklerini söylemiştim. Yakın zamanda bunun örneklerini gördük: Başlangıçta imgenin parıltısına, büyüsüne inanan Tuğrul Tanyol “büyü bitti” diyerek daha yalın bir şiire yöneldi. Haydar Ergülen, kendi ifadesiyle “geveze”, sayıp dökmeci bir şiire geçti. Ahmet Güntan somut/deneysel çizgiye yaklaştı. Osman Konuk ironik-eleştirel şiire yol aldı. Burada dikkat edilmesi gereken, 80 Kuşağı şairlerinin bu yönelişlerinin hiçbirinin yeni olmayışıdır. Yalınlık, sayıp dökmecilik, eleştirel ironi veya deneysellik saydığımız bu şairlerden önce zaten var olan şiir yönelişleriydi.
Ayşe Yıldırım: Metin Celal’in, kuşak hakkındaki yazılarıyla bir nevi 80 Kuşağı imge şairlerine alt yapı oluşturduğunu, kaynak oluşturduğunu söylemiştiniz bir dersinizde. Türk Şiirinde 1980 Kuşağı beş bölümden oluşmakta ve üçüncü bölümü, şiir anlayışları tasnifini yaptığınız bölümü de siz çalışmanın gövdesi olarak görüyorsunuz. İlk iki bölüm bu üçüncü bölümün alt yapısını oluşturmaya yönelik mi?
Bâki Asiltürk: Evet, öyle. Bilirsin, derslerimde de aynı şeyi yaparım: Öncelikle dönemin toplumsal arka planı hakkında bir tablo çizer, şiiri ve şairi bunun üzerinden değerlendirmeye alırım. Fikret’i anlamak için Abdülhamit’in baskıcı siyasetini, Hececileri anlamak için azınlık ayaklanmalarını ve Ziya Gökalp’ın öncülük ettiği Türkçülük cereyanını, Garip’i anlamak için o dönemde belirmeye başlayan işçi-memur sınıfını, İkinci Yeni’yi anlayabilmek için DP döneminde sonuçları olumlu veya olumsuz noktalara giden açılımları, 60 ve 70 Kuşağı’nı anlamak için de hem Türkiye’de hem de dünyada yaşanan yoğun siyasal atmosferi bilmek gerekir. Bunlara bakmadan ne “Han Duvarları” şiirini anlayabiliriz ne “Cımbızlı Şiir”i, ne de “Yerçekimli Karanfil”i veya “Partizan”ı… 80’ler için de aynı durum geçerli. Ben, partilerin ya da dönemin siyasal-toplumsal eğilimlerinin şiiri, sanatı belirleyebileceğine inanan biri değilim. Çok çok, ikinci sınıf sanatçıları yönlendirebilir dönemsel eğilimler. Gerçek sanatçılar, şairler bırakalım böylesi etkilerle davranmayı tam tersine gelecek olanı zaten çok önceden sezerler. Yine de, belli bir ölçekte şiirle dönemin aurasının paralelliğinden söz etmek gerekir. 70’lerde yaşanan yüksek yoğunluklu siyasal ortamın ardından politik sertliğe mesafeli bir döneme girilmiştir. Yeni kuşağın öncü şairleri zaten bunu öngördükleri için şiirdeki tıkanmayı açmak amacıyla farklı bir şiire yönelmişler, artçılar da bunları izlemiştir.
Ayşe Yıldırım: Türk Şiirinde 1980 Kuşağı’nın örneklemeler bölümünde mini bir antoloji havası hakim. Dönem şairlerinden küçük şiir alıntılarıyla şiir anlayışlarını yansıtmaya çalışmışsınız. Daha çok örnek koyulsa daha açıklayıcı, aydınlatıcı olabilir miydi?
Bâki Asiltürk: Elbette olurdu. Aslında niyetim, kitabın arka kısmına minik bir 1980 Kuşağı antolojisi koymaktı. Kitaba giren her şairden ikişer-üçer şiir… Epeyce bir derleme de yaptım ama kitabın hacminin aşırı derecede arttığını görünce bundan vazgeçtim. Bunu ayrı bir kitap olarak hazırlıyorum. Ne zaman yayımlarım bilemiyorum ama çalışmamı destekleyen bir toplam olarak böyle bir antolojiye imza atmak isterim.
Ayşe Yıldırım: Kitabınız dönemin çok renkliliğini, çok yönlülüğünü bütünüyle ortaya koyuyor. Hem dönemin toplumsal yapısı hakkında söylenenlere kulak kabartmış, 80’lerin arka planını tablo gibi resmetmişsiniz hem de bu tabloda öne çıkan anlayışlara eğilmişsiniz. Bu kapsamda sormak istiyorum:…Bir derste söylediğiniz bir şeyi hatırlıyorum: “1980 Kuşağı üzerinde İkinci Yeni’nin mahalle baskısı vardır.” Dersten sonra bunu birkaç arkadaşla odanıza gelip sorduğumuzda daha geniş olarak tartışmıştınız bizimle. Nasıl bir yol alıştan sonra bu düşünceye ulaştınız. Ayrıca, sadece İkinci Yeni’nin mi mahalle baskısı var kuşak üzerinde? Başkalarından da söz edebilir miyiz?
Bâki Asiltürk: Şimdi şöyle… İkinci Yeni’nin bütün büyük imzaları hayattaydı 80 Kuşağı’nın oluşum yıllarında. Turgut Uyar ve Edip Cansever biraz mesafeliydi ama Cemal Süreya, İlhan Berk ve Ece Ayhan genç kuşakla epeyce içli dışlıydılar. Sezai Karakoç’un ofisinin her zaman müdavimleri olduğu da bilinir. Benim inancım odur ki; önceki kuşaktan hayatta olan şairlerle ilişkide biraz dikkatli olunmalıdır. Her şiirsel dönem ister istemez kendinden sonraki kuşakta yaşamaya devam eder ama bunun doğal yollardan olması gerekir. Doğal bir geçişmeyle olması gerekir. Zorlamalar her zaman genç şairin zararına olmuştur. Büyük balık küçük balığı yutar. Bu bakımdan, 80’lerde yetişen şairlerin bir kısmında İkinci Yeni üzerinden yanlış beslenmeden söz edilebilir. Bunun verileri, tek tek kitapların veya şiir metinlerinin karşılaştırılmasıyla ortaya koyulacaktır. Önümüzdeki dönemde bu çerçevede yapılacak çalışmalarda ilginç verilere ulaşılacağı kesindir. İmgenin sembolistler üzerinden olduğu kadar hatta daha çok da İkinci Yeni üzerinden şiir birimi olması, metafizik şiirin Sezai Karakoç’un çizdiği çerçeveye fazlaca yakın durması, beatnik anlayışın Ece Ayhan üzerinden de çözümlenmesi vs. vs.
Ayşe Yıldırım: Kitabınızdaki dipnotlara bakıldığında genellikle şairlerin birbirleriyle ilgili olarak çokça yazdıkları, birbirleriyle sık sık röportajlar yaptıkları, ciddi dayanışma içinde oldukları görülüyor. Tartışmalarda da çoğunlukla imgecilerin dayanışmasından, anlatımcıların birbirine arka çıkmasından vs. söz edilebiliyor. Bunu neye bağlıyorsunuz?
Bâki Asiltürk: 1980’lerde şairlerin birbiri hakkında bu kadar çok yazmasının birincil nedeni eleştirmen eksikliğidir. “Eleştirmen yokluğu” diyemeyiz çünkü Mehmet H. Doğan hem de yakın takiple kuşak hakkında pek çok makale kaleme almıştır. Hasan Bülent Kahraman da kuşak hakkında ciddi çalışmalar ortaya koymuş bir başka eleştirmendir. Ancak, ne Mehmet H. Doğan’a ne de Hasan Bülent Kahraman’a “80 Kuşağı eleştirmeni” diyebiliriz. Her ikisi de eleştirmenliklerinin tarihsel akışı içinde 80’lerle de ilgilenmiş eleştirmenlerdir. Kuşakla aynı dönemde çıkan ve kuşağa odaklanan bir eleştirmen olmadığı için şairler eleştiri de yazmak zorunda kalmıştır. İkincil neden ise, kavramları Haydar Ergülen’den ödünç alarak söyleyeyim, “vefa” ve “kadirbilirlik” duygusudur. 1980 Kuşağı şairleri sadece kendilerinden önceki şairler değil birbirlerine de “vefa” duygusuyla bağlıdırlar. Ha, içimizdeki şeytana kulak verecek olursak, şairler arası gereksiz bir dayanışma eğiliminden de söz edebiliriz elbette! Bu dayanışma eğilimi daha çok, iyi şairler üzerinden değil de vasat şairler üzerinden gündeme gelebilir. Bazı vasat ve kifayetsiz eleştiri erbabı kuşağın bazı şairlerine zamanında “çeteleşme” eleştirisini yönelttiyse de bu çığırtkanlar yakın zamanda nedamet getirmiş, kuşak şairlerine saygı ve bağlılıklarını bildiren metinler yayımlayarak pişmanlıklarını ortaya koymuşlar, aldıkları “aferin”le kendilerini “yüceltilmiş” saymışlardır.
Ayşe Yıldırım: Kitabınız dönemin çok renkliliğini, çok yönlülüğünü bütünüyle ortaya koyuyor. Hem dönemin toplumsal yapısı hakkında söylenenlere kulak kabartmış, 80’lerin arka planını tablo gibi resmetmişsiniz hem de bu tabloda öne çıkan anlayışlara eğilmişsiniz. Bu kapsamda sormak istiyorum:…Bir derste söylediğiniz bir şeyi hatırlıyorum: “1980 Kuşağı üzerinde İkinci Yeni’nin mahalle baskısı vardır.” Dersten sonra bunu birkaç arkadaşla odanıza gelip sorduğumuzda daha geniş olarak tartışmıştınız bizimle. Nasıl bir yol alıştan sonra bu düşünceye ulaştınız. Ayrıca, sadece İkinci Yeni’nin mi mahalle baskısı var kuşak üzerinde? Başkalarından da söz edebilir miyiz?
Bâki Asiltürk: Şimdi şöyle… İkinci Yeni’nin bütün büyük imzaları hayattaydı 80 Kuşağı’nın oluşum yıllarında. Turgut Uyar ve Edip Cansever biraz mesafeliydi ama Cemal Süreya, İlhan Berk ve Ece Ayhan genç kuşakla epeyce içli dışlıydılar. Sezai Karakoç’un ofisinin her zaman müdavimleri olduğu da bilinir. Benim inancım odur ki; önceki kuşaktan hayatta olan şairlerle ilişkide biraz dikkatli olunmalıdır. Her şiirsel dönem ister istemez kendinden sonraki kuşakta yaşamaya devam eder ama bunun doğal yollardan olması gerekir. Doğal bir geçişmeyle olması gerekir. Zorlamalar her zaman genç şairin zararına olmuştur. Büyük balık küçük balığı yutar. Bu bakımdan, 80’lerde yetişen şairlerin bir kısmında İkinci Yeni üzerinden yanlış beslenmeden söz edilebilir. Bunun verileri, tek tek kitapların veya şiir metinlerinin karşılaştırılmasıyla ortaya koyulacaktır. Önümüzdeki dönemde bu çerçevede yapılacak çalışmalarda ilginç verilere ulaşılacağı kesindir. İmgenin sembolistler üzerinden olduğu kadar hatta daha çok da İkinci Yeni üzerinden şiir birimi olması, metafizik şiirin Sezai Karakoç’un çizdiği çerçeveye fazlaca yakın durması, beatnik anlayışın Ece Ayhan üzerinden de çözümlenmesi vs. vs.
Ayşe Yıldırım: Kitabınızdaki dipnotlara bakıldığında genellikle şairlerin birbirleriyle ilgili olarak çokça yazdıkları, birbirleriyle sık sık röportajlar yaptıkları, ciddi dayanışma içinde oldukları görülüyor. Tartışmalarda da çoğunlukla imgecilerin dayanışmasından, anlatımcıların birbirine arka çıkmasından vs. söz edilebiliyor. Bunu neye bağlıyorsunuz?
Bâki Asiltürk: 1980’lerde şairlerin birbiri hakkında bu kadar çok yazmasının birincil nedeni eleştirmen eksikliğidir. “Eleştirmen yokluğu” diyemeyiz çünkü Mehmet H. Doğan hem de yakın takiple kuşak hakkında pek çok makale kaleme almıştır. Hasan Bülent Kahraman da kuşak hakkında ciddi çalışmalar ortaya koymuş bir başka eleştirmendir. Ancak, ne Mehmet H. Doğan’a ne de Hasan Bülent Kahraman’a “80 Kuşağı eleştirmeni” diyebiliriz. Her ikisi de eleştirmenliklerinin tarihsel akışı içinde 80’lerle de ilgilenmiş eleştirmenlerdir. Kuşakla aynı dönemde çıkan ve kuşağa odaklanan bir eleştirmen olmadığı için şairler eleştiri de yazmak zorunda kalmıştır. İkincil neden ise, kavramları Haydar Ergülen’den ödünç alarak söyleyeyim, “vefa” ve “kadirbilirlik” duygusudur. 1980 Kuşağı şairleri sadece kendilerinden önceki şairler değil birbirlerine de “vefa” duygusuyla bağlıdırlar. Ha, içimizdeki şeytana kulak verecek olursak, şairler arası gereksiz bir dayanışma eğiliminden de söz edebiliriz elbette! Bu dayanışma eğilimi daha çok, iyi şairler üzerinden değil de vasat şairler üzerinden gündeme gelebilir. Bazı vasat ve kifayetsiz eleştiri erbabı kuşağın bazı şairlerine zamanında “çeteleşme” eleştirisini yönelttiyse de bu çığırtkanlar yakın zamanda nedamet getirmiş, kuşak şairlerine saygı ve bağlılıklarını bildiren metinler yayımlayarak pişmanlıklarını ortaya koymuşlar, aldıkları “aferin”le kendilerini “yüceltilmiş” saymışlardır.
Ayşe Yıldırım: Kitabınız dönemin çok renkliliğini, çok yönlülüğünü bütünüyle ortaya koyuyor. Hem dönemin toplumsal yapısı hakkında söylenenlere kulak kabartmış, 80’lerin arka planını tablo gibi resmetmişsiniz hem de bu tabloda öne çıkan anlayışlara eğilmişsiniz. Bu kapsamda sormak istiyorum:…Bir derste söylediğiniz bir şeyi hatırlıyorum: “1980 Kuşağı üzerinde İkinci Yeni’nin mahalle baskısı vardır.” Dersten sonra bunu birkaç arkadaşla odanıza gelip sorduğumuzda daha geniş olarak tartışmıştınız bizimle. Nasıl bir yol alıştan sonra bu düşünceye ulaştınız. Ayrıca, sadece İkinci Yeni’nin mi mahalle baskısı var kuşak üzerinde? Başkalarından da söz edebilir miyiz?
Bâki Asiltürk: Şimdi şöyle… İkinci Yeni’nin bütün büyük imzaları hayattaydı 80 Kuşağı’nın oluşum yıllarında. Turgut Uyar ve Edip Cansever biraz mesafeliydi ama Cemal Süreya, İlhan Berk ve Ece Ayhan genç kuşakla epeyce içli dışlıydılar. Sezai Karakoç’un ofisinin her zaman müdavimleri olduğu da bilinir. Benim inancım odur ki; önceki kuşaktan hayatta olan şairlerle ilişkide biraz dikkatli olunmalıdır. Her şiirsel dönem ister istemez kendinden sonraki kuşakta yaşamaya devam eder ama bunun doğal yollardan olması gerekir. Doğal bir geçişmeyle olması gerekir. Zorlamalar her zaman genç şairin zararına olmuştur. Büyük balık küçük balığı yutar. Bu bakımdan, 80’lerde yetişen şairlerin bir kısmında İkinci Yeni üzerinden yanlış beslenmeden söz edilebilir. Bunun verileri, tek tek kitapların veya şiir metinlerinin karşılaştırılmasıyla ortaya koyulacaktır. Önümüzdeki dönemde bu çerçevede yapılacak çalışmalarda ilginç verilere ulaşılacağı kesindir. İmgenin sembolistler üzerinden olduğu kadar hatta daha çok da İkinci Yeni üzerinden şiir birimi olması, metafizik şiirin Sezai Karakoç’un çizdiği çerçeveye fazlaca yakın durması, beatnik anlayışın Ece Ayhan üzerinden de çözümlenmesi vs. vs.
Ayşe Yıldırım: Kitabınızdaki dipnotlara bakıldığında genellikle şairlerin birbirleriyle ilgili olarak çokça yazdıkları, birbirleriyle sık sık röportajlar yaptıkları, ciddi dayanışma içinde oldukları görülüyor. Tartışmalarda da çoğunlukla imgecilerin dayanışmasından, anlatımcıların birbirine arka çıkmasından vs. söz edilebiliyor. Bunu neye bağlıyorsunuz?
Bâki Asiltürk: 1980’lerde şairlerin birbiri hakkında bu kadar çok yazmasının birincil nedeni eleştirmen eksikliğidir. “Eleştirmen yokluğu” diyemeyiz çünkü Mehmet H. Doğan hem de yakın takiple kuşak hakkında pek çok makale kaleme almıştır. Hasan Bülent Kahraman da kuşak hakkında ciddi çalışmalar ortaya koymuş bir başka eleştirmendir. Ancak, ne Mehmet H. Doğan’a ne de Hasan Bülent Kahraman’a “80 Kuşağı eleştirmeni” diyebiliriz. Her ikisi de eleştirmenliklerinin tarihsel akışı içinde 80’lerle de ilgilenmiş eleştirmenlerdir. Kuşakla aynı dönemde çıkan ve kuşağa odaklanan bir eleştirmen olmadığı için şairler eleştiri de yazmak zorunda kalmıştır. İkincil neden ise, kavramları Haydar Ergülen’den ödünç alarak söyleyeyim, “vefa” ve “kadirbilirlik” duygusudur. 1980 Kuşağı şairleri sadece kendilerinden önceki şairler değil birbirlerine de “vefa” duygusuyla bağlıdırlar. Ha, içimizdeki şeytana kulak verecek olursak, şairler arası gereksiz bir dayanışma eğiliminden de söz edebiliriz elbette! Bu dayanışma eğilimi daha çok, iyi şairler üzerinden değil de vasat şairler üzerinden gündeme gelebilir. Bazı vasat ve kifayetsiz eleştiri erbabı kuşağın bazı şairlerine zamanında “çeteleşme” eleştirisini yönelttiyse de bu çığırtkanlar yakın zamanda nedamet getirmiş, kuşak şairlerine saygı ve bağlılıklarını bildiren metinler yayımlayarak pişmanlıklarını ortaya koymuşlar, aldıkları “aferin”le kendilerini “yüceltilmiş” saymışlardır.