Onur Selamet ve Özgürcan Uzunyaşa; fantazi, bilimkurgu, korku, distopya, tuhaf kurgu ve polisiye türlerinde yazılmış “ucube” temalı 20 öyküyü Tüm Panayırların Heyulası adlı kitapta bir araya getirdi. Okurunu yalnız yürümek istemeyeceği bir patikaya davet eden bu çalışmayı Onur Selamet ve kitapta öyküleriyle yer alan yazarlarla konuştuk.
Yirmi öyküde, yirmi yazarla tanışıyorsunuz. Ucubenin farklı biçimlerini, farklı yerlerden ucubelik hâllerini okuyorsunuz. Ötelenen edebi türlerde yirmi performans bir arada, bu antolojide. Tüm Panayırların Heyulası, İthaki Yayınları’ndan çıkalı çok olmadı, şimdiden büyük ilgi gördü, okurlar arasında paylaşılmaya başladı. Kitapta; Ayça Erkol, Bahadır Cüneyt Yalçın, Bahri Vardarlılar, Deniz Erbulak, Eda İşler, Ekin Açıkgöz, Emirhan Burak Aydın, Ezgi Polat, Hakan Bıçakcı, Hikmet Hükümenoğlu, Mehmet Berk Yaltırık, Murat S. Dural, Müge Koçak, Onur Selamet, Orçun Ünal, Özgürcan Uzunyaşa, S. İpek Ortaer Montanari, Seran Demiral, Suat Duman ve Süreyyya Evren öyküleriyle yer alıyor. Kitabı yayına hazırlayan Onur Selamet ile okuru davet ettikleri tekinsiz patikayı konuştuk ve kitaba öyküleriyle katkıda bulunan dört yazardan görüş aldık. Ucubelerin fink attığı, tuhaf ve güzel bir partide buluşuyoruz.
Tüm Panayırların Heyulası öykü antolojisinin fikri nasıl doğdu?
Kayıp Rıhtım, 2008’de yayın hayatına başladığında, hedeflerinden birisi de yerli spekülatif kurgu edebiyatının üretimine katkı sağlamaktı. 2009’dan beri dijital ortamda devam eden Kayıp Rıhtım Aylık Öykü Seçkisi ile bunu yaklaşık 150 sayıdır sürdürüyoruz.
Bir süredir matbu bir çalışma yapmak, işleri bir adım daha öteye götürmek niyetindeydik. Tüm Panayırların Heyulası da bu noktada uzun zamandır hayal ettiğimiz kitaplar dizisinin ilk ayağı olarak ortaya çıktı.
Yazarlar nasıl bir araya geldi? Editöryal çalışmayla ilgili notlarınızı da merak ediyorum, editör ve yayına hazırlayan ekibi nasıl buluştu, nasıl bir çalışma yürüttü?
Spekülatif kurgu ve polisiye türlerinde üreten, çalışmalarını ilgiyle takip ettiğimiz yazarlarla bir araya geldik. Ardından onlara nasıl bir antoloji hazırlamak istediğimizi aktardık. Bu aşamada yazarlarımızın hayal güçlerine ket vuracak sınırlar çizmekten kaçındık. Temayı ele alırken her türlü soyutlamaya açık olduğumuzu aktardık.
Kitabı Özgürcan Uzunyaşa ile birlikte hazırladık. Kendisiyle 14 yıllık bir dostluğumuz var. 2013’ten beri de gerçeklerle arası iyi olmayan edebiyat fanzini Marşandiz’i yayımlıyoruz. Yayına hazırlayanlar olarak zaten beraber üreten, düşünen, tasarlayan insanlar olduğumuz için ortaya doğal bir birliktelik çıktı.
Tüm Panayırların Heyulası’nın çerçevesini beraberce çizdikten sonra öyküleri beklemeye koyulduk. Gelen metinler üzerine ortaklaşa çalıştık. Word belgeleri yazarlar ve bizim aramızda defalarca el değiştirdi. Nihayetinde kitaba son dokunuşları İthaki Yayınları editörü Ceyhan Usanmaz yaptı. Böylelikle her aşaması titizlikle yürütülen bir çalışmaya imza atmış olduk.
Ucube temasına nasıl karar verdiniz?
“Öteki” olmanın her gün yeniden tanımlandığı şu günlerde “ucube” kavramını sorgulamanın zengin bir bakış açısı sunabileceğini düşündük. Bununla beraber edebiyatımızda, efsanelerde, masallarda örnekleri olsa da çağdaş bir çalışmada günümüz yazarlarının ucube teması etrafında pek fazla dolaşmadığını gözlemledik. Nihayetinde aralık duran kapıdan birlikte geçmeye karar verdik.
Antoloji çalışmalarının yayıncılığımızdaki sıklığı, popülaritesi konusunda neler söylemek istersiniz? Antolojinin devamı da gelecek diye anlıyorum, sırada ne var?
Türkiye’de yurt dışına kıyasla pek fazla öykü antolojisi çalışmasına rastlayamıyoruz. Buradaki çabalar çoğunlukla dağınık ve gözden uzak kalıyor. Öte yandan öykü türünün en önemli yaşam alanı olan dergiler ve fanzinler, mevcut ekonomik koşullar nedeniyle içinden çıkılması güç bir açmazın ortasında. Öykü giderek bireyselleşiyor. Oysa kolektif bilinçle şekillenmeye en uygun alanlardan birisinden bahsediyoruz. Bu doğrultuda antolojiler belki de eskisinden de önemli bir konumda bulunuyor. Yine de bugüne dek Türkçede hak ettiği ilgiyi tam anlamıyla görmüş bir öykü antolojisinden bahsetmek güç.
Kayıp Rıhtım’da antolojiler hazırlamaya devam edeceğiz. 2023 için bir kitap daha tasarlıyoruz.
Kitabın ismi nasıl ortaya çıktı?
Temayı içinde saklayan ancak doğrudan söylemeyen bir isim arıyorduk. Panayırlar “ucube” için isabetli bir adres oldu. Heyula ise çift anlamlı yapısıyla bizi cezbetti. Ürkütücü hayal karşılığının yanı sıra, “Kendisinden her şeyin var edildiği, kendisinde varlıkların suretleri zâhir olan ilk prensip, ilk cevher, ilk madde” anlamını da taşıyor. Tüm panayırların aynı özü taşıması fikri bizi ateşleyen şey oldu.
Öykülerde pandemi zamanının izlerini satır aralarında bir okur olarak hissettim. Pandemi zamanı ve sonrası edebiyata, üretime dair bir şeyler söylemek ister misiniz? Siz öykülerde salgın dönemi duygusunu ne kadar hissettiniz?
Pandemi artık hayatımızın olağan bir parçası. Ancak kitabı hazırlamaya başladığımız dönemde salgının en bilinmez günlerindeydik. Öykülerde bu belirsizliğin, tedirginliğin izlerini görmek mümkün. Üstelik, tema olarak tercih ettiğimiz “ucube” de bu tekinsizliği körükleyen kararlardan oldu. Bizce “Ucube Öyküleri” anlatmak için en doğru çağdayız.
Öte yandan pandemi günlerinde üretmek her zamankinden daha güç. Yaratıcı düşünmek, odaklanmak, başladığın işi bitirmek zorlayıcı bir hâl aldı. Özgürce sosyalleşememek yaratıcılığın düşmanlarından birisi. Yine de niceliği azalsa da bu süreçte çok güzel kitaplar yayımlandı. Yayımlanmaya da devam ediyor.
Fantazi, bilimkurgu, korku, distopya, tuhaf kurgu ve polisiye türlerinde yazılmış yirmi öykü var kitapta. Üvey evlat muamelesi görüyor mu bu türler hâlâ ülkemizde, öykülerin alımlanması noktasında neler söylemek istersiniz, okurlardan dönüşler başladı mı?
Spekülatif kurgu ve polisiye Türkiye’de uzun zamandır altkültür olarak konumlandı. Ancak özellikle son on yıldır bu türlere ilgi ciddi şekilde artıyor. Kaliteli işler ön plana çıktıkça eski algının da yavaş yavaş kırıldığını gözlemliyoruz. Çeviri eserler her ne kadar ilgili rafları tekelinde tutsa da yakın gelecekte Türkçe kaleme alınmış metinlerin de hakimiyet sahasını genişleteceğini düşünüyorum.
Kitaba dair ilk dönüşler ise genel olarak olumlu. Bizi en çok sevindiren geri bildirim, bu antolojiyle birlikte yeni yazarlar keşfettiklerini söyleyen okurlardan geldi. Hiç beklemediğiniz bir anda, tüm külliyatını silip süpürmek isteyeceğiniz yazarlarla karşılaşabiliyorsunuz. Antolojiler bence biraz da bu yüzden güzel.
YAZARLARDAN...
Eda İşler: “Kalemimi Esnetmeyi Seviyorum”
Hayatta herkesin zamanının kendine özgü olduğuna ve o zamanın kişilere özel bir ritmi tutturduğuna inanırım. Onur Selamet bana böyle bir proje fikri ile geldiğinde Erving Goffman’ın Damga isimli kitabını ve bazı İngiliz akademisyenlerin, kadınların maruz kaldığı tek taraflı cinsellik anlayışı üzerine yazdığı makaleleri okuyordum. Bu teklifi bu kadar güzel bir zamanlamada aldığım için onu reddetme ihtimalimin olmadığını hemen anladım. İnsan, işaretleri görünce onları takip etmek istiyor. Ben de öyle yaptım. Çok uzun süre, okuduğum bu eserlerdeki temaları harmanlayarak bir öykü yazmak için uğraştım. Sonunda “Boşluk Olması Gereken Yerde Değil” çıktı ortaya. Aynı dönem ikinci kitap dosyamı hazırlıyordum ve itiraf etmeliyim ki distopya yazmayı bu kadar seveceğimi bilsem onun gibi bir öyküyü kendi dosyama da koyardım.
Bana göre ucube, cismen ve ruhen normalin sınırlarının dışında kalan, o sınırların içinde birleşmişlere benzemeyen azınlıklara verilen genel isim. Korkunç seviyede çirkin veya bakılamayacak ölçüde iğrenç bir görüntü canlanıyor kafamızda, kelimeyi duyar duymaz belki. Ama modern dünyada artık herkes ötekinin ucubesi. Buna yalnız cismani açıdan bakmak biraz sığ bir görüş olur.
Gerçeküstü anlatım, distopya, büyülü gerçekçilik yazmaya aşina olduğum türler değil. Fakat kendi kalemimi esnetmeyi, yeni şeyler denemeyi, aynı kalmamayı severim. Ayrıca “ucube” teması ile epey ilgileniyorum ve az önce yukarıda anlattığım tesadüfler de kolektif bir çalışmanın içinde yer almayı kabul etmeme sebep olan etmenler arasında. Bunların yanında, Kayıp Rıhtım, benim için güvenilir, güçlü bir kaynak. Onur Selamet de okumaktan keyif aldığım bir yazar. Birlikte bir çalışmanın içinde yer almak beni mutlu ederdi. Etti de.
Mehmet Berk Yaltırık: “Farklı öyküler ve isimlerle bir araya gelmek yeni yeni hatıralar kazandırıyor, yeni isimlerle, sevebileceğimiz tarzlarla tanışmamıza vesile oluyor.”
Yıllar öncesinden memleketimde, Ceyhan taraflarında 1900’lerde geçen bir öykü taslağım vardı. Çok etraflıca olmasa da yine bir yörük obası ve büyü inanışlarıyla alakalı, belli belirsiz bir hikâyeydi. “Ucube” temalı bir antolojiye davet edilince, folklorik korku öyküleri yazdığımdan aklımda kabaca çirkinlik, acayiplik üzerine bir kurgu şekillendi. Buna uyan bir hikâye üzerinde çalışmak istedim.
Seçkiye çağrı yıllardan beri yazdığım hatta ilk yazdığım platformlardan olan Kayıp Rıhtım’dan geldiği için epey heyecan duyuyordum. Genelde bu tür seçki tekliflerine nadiren “hayır” diyebilirim, farklı öyküler ve isimlerle bir araya gelmek yeni yeni hatıralar kazandırıyor, yeni isimlerle, sevebileceğimiz tarzlarla tanışmamıza vesile oluyor.
İşte bu heyecan esintileri eşliğinde, taslak dosyamda istenilen temada birkaç dosyayı açıp kapatırken, aklıma bahsettiğim bu eski taslak geldi. “Güzel ve Çirkin”vâri bu hikâye temel hatlarıyla belirledikten sonra üzerinde çalışmaya başladım. Taslak ortaya çıkınca da geriye oturup yazması kaldı.
Orçun Ünal: “Antolojide yer almanın güzelliği, hem özgür hem dâhil olabilmek.”
Uzun zaman önce benzer bir fikirle yola çıkıp yazmaya başladığım öykümü “ucube” teması üzerine kurulu bu antoloji için gerektiği yerlerde ekleyerek, çıkartarak ve değiştirerek yeniden biçimlendirdim. Beklemiş bir malzemeyi ele almak bir yandan kolaylık sağlarken, diğer yandan önceki dilsel ve kurgusal yapılarımı artık beğenmediğim için zorluklara da sebep oldu.
Ucube, benim için belirli özellikleri dolayısıyla ötekileştirilmiş bir bireyi ifade ediyor. Bu birey, ötekileştirilmenin ve soyutlanmanın zorluklarını çekerken sürüleştirmeye maruz kalmadığı için kendiliğini de korumayı başarıyor. Ancak bunu bir değer olarak değil, yük olarak görüyor. Böylece en az başkaları kadar kendini ötekileştiriyor ve sonunda kendine yabancılaşıyor. Benim karakterlerim, ucubenin bu tanımının aksine ötekiliklerini olumlu yönde değerlendirmeyi başarıyorlar.
Böyle bir antolojide yer almanın güzelliği, hem özgür hem dâhil olabilmek. Bir yandan yazarken özgürsünüz, diğer yandan yazdığınızın daha büyük bir bütünün parçası olacağını biliyorsunuz. Ayrıca, bu bütün-parça ilişkisi size kendi yazımınızı karşılaştırma olanağı da sunuyor. Farklı kalemlerin aynı konu çerçevesinde neler yazdığını okuyabilmek hem okur hem yazar için büyük bir keyif.
S. İpek Ortaer Montanari: “ ‘Ucube’ kavramı benim için, onaylanmayan bir davranışta bulunurken arkasına sığınılan etiketi, üzerimize geçirdiğimiz kostümü temsil ediyor.”
Öyküyü yazmaya başlamadan önce ilk olarak zihnimde tekrar tekrar kurguladım. Beğendiğim kısımları kısa kısa not ettim ve ardından hepsini bir bütün olarak toparlamaya çalıştım. Tabii sonrasında da pek çok kez üzerinden geçtim, yeni ayrıntılar ekledim, fazlalıkları çıkardım.
“Ucube” kavramı benim için, onaylanmayan bir davranışta bulunurken arkasına sığınılan etiketi, üzerimize geçirdiğimiz kostümü temsil ediyor. Ucube kostümünü üstümüzden attıktan sonra hiçbir şey olmamış gibi hayatımıza devam edip insan içine çıkıyoruz.
Çoğunluğu severek takip ettiğim yazarlardan oluşan bir ekibin parçası olmak, böyle güzel bir antolojide yer almak beni hem çok mutlu etti hem de heyecanlandırdı. Ortak tema dışında her birimizin solo çalışmalar üretmesinin yaratıcılığımıza gem vurulmasının önüne geçtiğini, sonuç olarak her kesime hitap edebilecek öykülerin ortaya çıkışına yardım ettiğini düşünüyorum. Kolektif bir işe dâhil olmak insanı rahatlatıyor gibi görünse de değerli kalemlerin öykülerinin yanında yer alabilecek bir metin hazırlama fikri de insanın omuzlarına zevkli bir yük bindiriyor.