İnsanların birbirine selam vermeye üşendiği diyarlarda tek başına bir barda içkisini içerken arayamadığı kızları düşünen heriflere bakıp gülümsüyorum. Aklımda tek bir şey var çünkü ve ben artık her türlü üzüntüyü ertelemek istiyorum. Otuz küsur yıllık ömrümün en uzun Ekim’ini yaşıyorum. Bu ayın her gününü üçle çarpıp yaşadım sanki. Boktan bir maçı sonuna kadar izlemek gibiydi Ekim, onuncu dakikada bitirmişken sınavı doksan dakika daha dışarı çıkamamak gibi, acıdan geberdiğin böbrek taşı kırma makinesinden kurtulabilmek için beş saniyede bir saatine baktığında hep yarım saatinin daha olduğunu görür gibi. Ve sonunda, sonu görünmeye başladı lanet olası ayın. Velhasıl Ekim’de beklemeye kalmış bir çocuk gibi mahzundum. Kasım’ın ucu göründü neyse ki. Kasım’da neler olacak, bakacağız artık!
Ömrümün sadece başlarını biraz hatırlıyor ve sonunu biliyorum. Aralarda ne yaptım peki? Allah kahretsin! Arada olup biten her şey birbirine benziyor ve karışıyor. Hatırlamaya çalışmak bile bu kadar sıkıntı verirken nasıl yaşamışım bu hayatı? Nasıl çat diye çatlamamışım orta yerimden? Neye benziyor bu durum biliyor musun? Kötü bir filmi yüz ellinci kez falan seyretmeye...
Fakat şükürler olsun ki ölümümle bunların hepsinin üstesinden geleceğim. Bunu biliyorum. Nasıl mı? Anlatırım. Ölmek isteyip de ölemediğim her anın, her sıkıntının, kalıp katlanmak zorunda olduğum her acının intikamını tek seferde alacak gibiyim.
Bunları okuduğunda intihar hazırlığında falan olduğumu düşüneceksin kesin. Yanlış. Bilirsin inançlarım engel bir kere böyle bir şey yapmama. Ayrıca o kadar da cesur sayılmam ben onu da bilirsin. Sadece biliyorum nasıl olacağını. İster gelişmiş bir tahmin de buna, ister vasıflı bir öngörü. Tanrı bazı insanlara bir takım ayrıcalıklar veriyor. Kimine iyi bir yaşam, kimine anlayış, sabır, şefkat... Hiçbir şeyi layık görmediği kullarına da giderayak bir iyilik yapıyor ve ölümlerini öngörme becerisi lütfediyor. Ne kıyak ayrıcalık değil mi?
Üzülme. Ben üzgün değilim. Ne yarım bıraktığım bir iş var geride ne de ertelendiğine üzüldüğüm bir heves. Keşke dediğim şeyler yok değil tabii. Ama şu an bulunduğum mesafeden bakınca geçmişe, tüm o keşkeler eski, buruk ve puslu anı parçalarından başka bir şey değillermiş işte. Kaçmak isteyip de kaçamayan, bununla birlikte durması gereken yerde durması gerektiği gibi durmayı da beceremeyen herkes gibiyim anlayacağın!
Bazen önüme ilk çıkan insanın boğazına yapışıp "Neden?" diye bağırmak, öyle veya böyle bir cevap almak istiyorum. Hemen geçiyor tabii bu istek. Hayli tehlikeli malum. Öyle zamanlarda çoğunlukla parka gidip bira içiyorum. İyi geliyor.
Sana son yazdığımda (ki çok uzun zaman oldu hatırlar mısın bilmem) işlerin şaşırtıcı biçimde yolunda gittiğini, kendimi iyi hissettiğimi, artık neredeyse kanıksadığım göğüs spazmlarımın bile geçer gibi olduğunu söylemiştim. Yanılmışım. Bizim gibilerin hayatında sürekliliği olan tek şey can sıkıntısı ve hüzünmüş meğer. Onun dışında, kendimizi biraz olsun iyi hissettiren her şey zavallı halüsinasyonlardan başka bir şey değil...
Ne tuhaf, çocukken ne olacağımı sorduklarında bilim adamı olacağımı ve insanlara yardım edeceğimi söylerdim. Kim öğrettiyse artık bunun iyi bir şey olduğunu. Şimdiyse bırak birilerine yardım etmeyi, yardım isteyecek bile gücüm yok. Sebep olanların!.. Neyse...
Günlerimi bir odaya kapanıp karararak geçirdiğimi düşünme. Aksine neredeyse bütün gün dışardayım. Bolca içiyor, ara sıra histerik kahkahalar atıyor, çoğunlukla da şaşkın şaşkın sağa sola bakıp insanları gözlüyorum. Biriktirmek ister gibi. Neyi mi? Bilmiyorum tam olarak. Öyle işte tuhaf bir hal...
Zaman geçiyor. Ve bu iyi bir şey. Gerçekten... Özetle, iyiyim ben... Olabildiği kadar. Az kaldı, yakında bunları uzun uzun konuşuruz kimsenin lafımızı bölemeyeceği o yerde. O zamana kadar hoşça kal...