Kötülük bulaşıcıdır. Doğası gereği kötülüğün bulaşıcı olduğu söylenir. Şaşırtıcı ama bazen iyilik de bundan nasibini alır. Kaynağı belirtilmeyen bir alıntı gibi, yazıdan yazıya artarak bulaşır. Birbirine hiç benzemeyen insanlara bulaşır. ‘iyiliğin imkansızlığı’nın ‘yıldızın parladığı anlar’ gibi yüzyılda bir imkana dönüştüğü olur. Cengiz Aytmatov’un güzel romanı gibi “Gün Uzar Yüzyıl Olur”, iyilik olur.
‘En güvenilen sanatçı’ anketinden Seda Sayan çıkmıştı. Sanırım şu sıralarda iki ayrı anket yapılsa ikisinden de açık ara Uğur Yücel çıkar. İlki okur ve seyirci nezdinde, ‘en sevilen...’, ikincisi ‘bir kısım medya’ nezdinde, ‘en övülen...’ anketi. Bazıları için yalnızca Yazı Tura’dan gelen bir sempati söz konusu. Seyirci için Muhsin Bey’den Eşkıya’ya, Alacakaranlık’tan Hırsız Polis’e ve elbette Canım Ailem’e, filmlerinden ve dizilerinden taşan bir sevgi seli. Canım Ailem’i izlerken gözümüzün önünde sürekli bir gözyaşı damlası, onu bir önceki sahnede kedere dökmüştük, bir sonraki sahnede belli ki sevinçli bir alkış yerine geçecek.
Uğur Yücel, Muhsin Bey’deki türkücü adayı Ali Nazik rolünde Küçük Emrah’ın, artık yalnızca Emrah, bıyıklısı gibiydi, kimbilir belki de onun melodramlarındaki kayıp ağabeyiydi. Perihan Abla dizisi çekilirken sanıyorum mahalleden merkeze taşınmıştı, şimdi mahalleye kesin dönüş yapmış gibi. Türk şiirinin son iki büyük atılımındaki şairleri hatırlatıyor: Red ve kabul. Batı ve Doğu. Kaçış ve dönüş. Şimdi ‘şiir gibi suratı var, bi bakışıyla beni ağlatabilir’ diyen de var, Türk sinemasının Neşet Ertaş’ı diyen de. Nazım Hikmet, Cemil Meriç, Ahmet Kaya, Uğur Yücel diye uzayıp giden bir ‘değerlerimiz listesi’ bile gördüm.
Dilde klişe kalmayınca, eldekilere sarılma geleneği: Dervişi, ermişi daldığı alemden uyandırıp, yolundan çevirip en hakiki ‘övgü’ yerine kullanmaya başladık: Uğur Yücel’de bir ermişlik var, halinde tavrında bir dervişlik var, sanki bu dünyadan değil...’Sizin bir içiniz var’ diye sesleniyor ona bir hayranı ‘onun içine anlatmayı beceremediğim herşeyi koyuyorum, siz beni insanlarınızın insanlığına inandırdınız.’
Tiyatrocu, sinemacı, yönetmen, oyuncu, müzisyen, davulcu, şovmen, senarist, öykücü, galiba bir de ‘gizli şair’, mahalleli, samim(i), Kuzguncuklu, ki bu Boğaz köylü demeye de gelir, düzgün, adam gibi adamdı. Maharet, marifet sıfatlarıyla anılan işleri vardı. Şimdi merhamet, adalet, sukunet nev’inden yeni sıfatlarla anılır, ruhani nitelikler bulunur oldu. Evet belki de Canım Ailem’den mülhem ‘Canım Arkadaşım’(ız) deyip burada da durmak gerekir. Fazlası hepimize fazla gelebilir, başta da Uğur Yücel’e elbette. Yoksa devamında ‘gönül adamı edebiyatını gitsin Kuzguncuk’taki kahvede yapsın!’ cümleleri gelir. Bu kötülük sahibine aittir, geçelim. Uğur Yücel’den neş’et eden, bulaşan iyiliğe bakalım: Acaba onunla ilgili yazan ve kibirde üstüne olmayan kimi yazarlar, gazeteciler de bu iyiliği överken biraz olsun iyileşiyorlar mıdır? Yani Uğur Yücel’de buldukları iyiliğin onlardaki kötülüğe bir yararı oluyor mu, arınıyorlar mıdır? Uğur Yücel’in sayısız yeteneği, mahareti, hakikiliği ve samimiliği yanında, yapacağı en büyük iyilik de bu olurdu.
“Ben mükemmel peşinde değilim. Bundan sonra hele hiç değilim. Böyle birden gelen birden çıkanla daha çok ilgileniyorum...Hayatın kendi bozukluğuyla ayrıca ilgileniyorum. Yani bir sürü tamir edecek şeyi bıraktım, bozuk kalsın.” Ne ruh marangozu o ne de gönül tamircisi. Uğur Yücel ‘Efendimiz acemilik’ diyen Turgut Uyar’ın ‘korkulu usta’larından biri:” Efendimiz acemilik. Bir taş alacaksınız. Yontmaya başlayacaksınız. Şekillenmeye yüz tutmuşken atacaksınız elinizden. Bir başka taş, bir başka daha. Sonunda bir yığın yarım yamalak biçimler bırakacaksınız. Belki başkaları sever tamamlar...”