ene
beni benimle anlayan
hiçbir zaman anlamadığı beni
belki anlar
beni benden uzak gören
ıssızlığın cümbüşünde kendini arar
bir gün kimbilir neler anlar
anlamanın sıkıntılı halidir yaşanan
benden uzaklaşmaya çalışan
bendeki uzağı anlar
bendeki beni tereddütsüz anlayan
elbette beni yanlış anlar
kırdığım her aynadan içeri bakar
: indefinitam identitatis
sözün oyun ve büyüsüyle herkes bakar
yatağını terk eden suyun yolunu hep buluşu
deltaya bir çoğul akar, cuybâr âteş yakar
ben hepimizin meçhûlüdür, kelime kanar
her yanılgıdan kendini arayan bir insan çıkar
cazibelidir daima, yanılmaktan korkmayan
insan kimbilir, yalnız yanılmayı yaşar
sokulgan bir ısıdır dokunan, özenli hâr
vakta ki o vakit tin ile bir başkası olan
bir ben’de bir ben yoktur, bunu anlar
birinci defa taslaktır yaşamak, anlayan anlar
Orhan Alkaya
***
Orhan Alkaya için
Cem-İ Cümle
1 Başkasının yerine şiir yazmak politik bir eylemdir. Orhan Alkaya ‘başkasının yerine’ ve ‘başkaları için’ çok şiir yazdı. O yüzden şiiri sonuna kadar politiktir ve Türkçede politik şiirin en ‘şık’ örnekleri arasında başta gelir.
2 Bilerek ‘şık’ dedim. Çünkü şiirinin de üstüne başına azami devrimci özeni gösterir. Sağından solundan bir şeylerin sarkmasına izizn vermez, orasına burasına bir şeyler sokuşturmaz, şiirinin giyimine de çok dikkat eder. Her şey yerli yerindedir.
3 ‘Şair’ olmayı bu kadar ‘fiyaka’yla taşıyan adam da az bulunur şair de. Ben Orhan’ı tanımadan önce ‘şair’ olduğunu işitmiştim, tanıdıktan sonra da gördüm, ‘şair’di. Son yılların deyimiyle de ‘iyi taşıdı’ şairliği ya da Memduh Şevket Esendal’ın kitabı Ev Ona Yakıştı’dan mülhem şairlik ona yakıştı, zira şiir ona çoktan yakışmıştı.
4 Orhan Alkaya’nın şiirini çeşitli biçimlerde bulabilirsiniz. ‘Bulabilirsiniz’ demem şundan: Hemen her zaman şiirdir, şiir olarak okunur. Ama bazen kendinizi Rusya steplerinde geçen bir romanın içinde bulmanız da mümkün. Ya da Kurtuluş Savaşında kalpaklıların arasında dilden dile gezen bir destanda. Bazen de Rafael Alberti şiiri gibi İspanya İç Savaşı’nda, cumhuriyetçilerin ve kızılların safında, Simon Bolivar Tugaylarında hep bir ağızdan söylenen bir marş olarak. Paris’e de yolu düşmüş bir şiirdir, Attila İlhan’ın “İstanbul Ağrısı” şiirinde “1949 eylülünde birader mırç ve ben” deyişine benzer bir yoldaşlık içinde söylenmiştir. ‘Son mohikanlar’ duygusunu andıran ‘son romantikler’ duygusu da baskındır. Eh bu duygu da gezmek, gezdirilmek ister, öncelikle kadim kentlerde.
5 Tarih bilinci aşk-ı kadim gibidir bu şiirde. Şiire de tarih düşer ama, şiirle tarih düşmesi de, onu şiirle vazifeli kılar. Öyleyse adı şair-i kadimler arasında anılacaklardan biri olarak, tarihle dolu, şiirle yüklü vazifesini de sürdürecektir.
6 Şiire ‘adanmış’lardan mıdır bilmem ama, ‘adanmış’ olduğunu bilirim. İlhan Berk şiire ‘adanmış’tı, Ece Ayhan şiire ‘adanmamış’tı, ama bir ‘adanmış’tı. Kurcalamaya, merak etmeye, sormaya, itiraz etmeye, söylemeye, gerekirse hır çıkarmaya ‘adanmış’tı, onun için kendini ‘önce şair’ saymıyordu. Orhan Alkaya da iyiliğin ve kötülüğün, ne tuhaf, ikisinin de hep bir ‘üçgen’le ya da gölgesiyle tanımlandığı, tarif edilmeye çalışıldığı bu topraklarda, tarihe de, siyasete de, yani hayata, ve şiire de hem ‘atanmış’ hem de ‘adanmış’tır. Galiba buna çoktur içi atılmış, posası çıkarılmış bir kavram olan, kavram demek bile itici, bir insan hali olan, olması gereken, ama son yıllarda mağduriyetten muzafferiyete terfi etmiş olan bir hıncahınç hınç, nefret ve haset dolu iktidar ve odaklarının ve dahi zafer sarhoşlarının dilinde pek pop bir şarkının nakaratı gibi gezen “vicdan”ın asıl ‘sahibi’ demek gerekiyor. Evet, Orhan Alkaya bu memlekette evveleski ‘vicdan sahibi’ bir şair, entelektüel, ve adamdır.
7 Artık bu zulüm ikliminde, vicdansızlar karnavalında ‘vicdan sahibi’ olmak da şiire sayılır. Elhak, Orhan Alkaya’nın “şiir olmak için” de bunlara ihtiyacı yoktur. Bana kalırsa cesareti, gözüpekliği ve şiirinin de gözükaralığıyla çoktan yazdığı şeylerin arasına karışmıştır.
haydar ergülen