20 ŞUBAT, PERŞEMBE, 2025

Vedadan Önce Son Çıkış

Lisa Ridzén’in birbirlerini yeniden bulmaya çalışan bir babayla oğlun hikâyesini, sevgi ve hayatın kontrolünü elden bırakmama mücadelesini konu edindiği ödüllü romanı Turnalar Güneye Uçarken üzerine bir yazı.  

Vedadan Önce Son Çıkış

“İlk roman çoğunlukla ya otobiyografiktir ya da yazarın ailesiyle ilgilidir” diyen Tim Parks’ı haklı çıkaran bir metinle karşı karşıyayız yine: Lisa Ridzén’in, dedesinin son günlerini geçirdiği bakımevindeki görevlilere teslim ettiği notlardan ilham alarak yazdığı Turnalar Güneye Uçarken. Romanın başkarakteri Bo, yaşını almış ve geçmişini gözden geçirmeye başlamış biri. Alzheimer eşi Fredrika’dan uzaklaşmamaya ve onu unutmamaya uğraşıyor. Yanında en yakın dostu hâline gelen köpeği Sixten var. Canını sıkansa oğlu Hans’ın onu Bo’dan almak istemesi.

​Hâl böyleyken ve filmi geriye saran Bo, hem kendini köşeye sıkışmış hissediyor hem de zaman tarafından zorlandığını düşünerek sevdiklerine karşı daha önceki davranışlarını gözden geçiriyor.

Derin bir gerilim

Ridzén, Turnalar Güneye Uçarken’i bir günlük gibi kurgulamış. Yapıp etmeleri ve rutin yaşamı kayıt altında olan Bo’nun iki temel derdi var: Dostu Sixten’i kaybetmemek ve hızla geçen zaman. Oğlu Hans, babasından köpeğini almaya çalıştıkça Bo’nun içi öfkeyle ve sıkıntıyla doluyor. Derdini, kendisine yardımcı olan bakım hizmetleri görevlilerinden Ingrid’e açıyor. Günler geçtikçe kendisini sorgulayıp “bir şeyleri farklı yapması gerektiğini” hissediyor: “Senden sonraki boşlukta, Fredrika, daha önce hiç düşünmediğim şeyleri düşünmeye başladım. Hiçbir zaman fazla şüpheci biri olmamıştım, hep ne istediğimi bilir, iyiyle kötüyü birbirinden ayırt edebilirdim. Hâlâ da öyleydim ama kendime sorular sormaya başlamıştım. Olayların neden böyle geliştiğini merak eder oldum. Annemi ve ihtiyarı daha önce hiç düşünmediğim kadar düşünüyordum. Ama en çok Hans’ı; babamla yaşadıklarımı onunla da yaşamak istemiyordum.”

Unutan ve güçsüzleşen Bo, bazı anlarda geçmişin dolambaçlı dönemlerini, Hans’la ve Fredrika’yla geçirdiği günleri hatırlıyor. Yaşlandıkça çocuklaştığını duyumsuyor bazı vakitlerde. Bu anlarda, geçmişte özellikle Hans’a karşı yanlış bir şeyler yaptığına dair düşünceler üşüşüyor zihnine. Kendisi genç ve oğlu ergenken yaptığı hataların farkına varıyor bir bakıma. O dönem ebeveynlerine saygısızlık ettiğini düşündüğü Hans’a sert davranıyor.

Bakımevi görevlilerinin ve Hans’ın güncel notları ile Bo’nun geçmişi hatırlayışını paralel biçimde kurgulayan Ridzén, dün ve bugün karşılaştırmalarının yanı sıra Bo’nun nereden nereye geldiğini de belirginleştiriyor. Bu notlar ve hatırlayışlar, onun “hayatın ne demek olduğunu ve onunla nasıl yüzleşeceğini anlayan” birine dönüşme aşamalarını resmediyor. Sixten ise bu dönemde Bo’nun hem gözcüsü ve yol göstericisi hem de dostu. Ancak bir süreliğine kaybolması Hans’ın elini güçlendiriyor.

​Hans ile Bo arasındaki, bir kuşak çatışmasından daha derin bir gerilim. Yer yer karakter kavgasına çalan ve yıllar içinde şekillenen bu durum, Bo’nun bazı hataları ve Hans’ın fevriliğiyle büyüyor, bazen Fredrika’yı ziyaretlerinde bazen yalnız kaldıklarında yüzeye çıkıp köpürüyor. Bo, bunların dışında eşiyle yaşadıklarını düşünüyor; bir anlamda geçmişe dair muhasebeye girişiyor: Daha evvel söyleyemediklerini ve yapamadıklarını aklından geçirirken oğlunu ve eşini ne kadar sevdiğini dile getirmenin yeni ya da farklı yollarını arıyor.

Lisa Ridzén Foto: Gabriel Liljevall

“Erkekler çocuklara bakmak için yaratılmamıştır”

Bo’nun yaşadıkları, ihtiyarlığın bir bedene ve zihne gelip yerleştiğinde neler olduğuna, nasıl davranıldığına ve hangi hesaplaşmalara girişildiğine ya da insanın hangi düşüncelerle çevrelendiğine ilişkin bir hikâye. Diğer bir ifadeyle ilişkileri gözden geçirirken yapılanlardan duyulan pişmanlıkları ve gururlandıran eylemlerin dökümü.

“Erkekler çocuklara bakmak için yaratılmamıştır” diyen Bo’nun, Hans’la ilişkisini düşünmesi de Fredrika’yla sağlıklı günlerinde yaşadıklarını masaya yatırması da ebeveynleriyle kendisini karşılaştırması da bu öyküye dâhil.

Vadesinin geldiğinden emin biçimde ailesiyle yeni bir sayfa açmaya, daha doğrusu geçmişi temize çekmeye çalışıyor Bo. Bir yandan da kalan günlerini köpeği Sixten’den ayrı geçirmek istemiyor. Fakat oğlu ve torunu Ellinor başka şeyler düşünüyor: “Büyükbaba, lütfen bana bak (...) bence Sixten’in bir ailesi olsa daha iyi olur, dedi elini bacağıma koyarak. Titrediğindendi sanırım. Durum o kadar tuhaftı ki ne diyeceğimi bilemiyordum. Gücüm tükeniyordu, kendimi bitkin hissediyordum. Yaban arımız da beni incitirken sessizce uzandım. Neden bilmiyordum ama Ellinor tarafından yüzüstü bırakılmak, Hans tarafından bırakılmaktan daha kötü hissettiriyordu bana. Bunun olacağını tahmin etmemiştim.”

Elli yedi yaşındaki oğluna bakıp insan yetiştirmenin hiçbir şeye benzemediğini düşünen Bo, huzur ile huzursuzluk arasında salınırken kendisinin ve Hans’ın değişen konumunun da farkında: “Ne zaman oldu bilmiyordum ama rollerimiz değişmişti. Her ne kadar vücudu hiçbir zaman bir zamanlar benim olduğum kadar güçlü ve iri olmasa da, şu anda otorite sahibi olan oydu. Hayatımdan sorumlu olan kişi. Varlığının sebebi bendim ama ona boyun eğmesi gereken de onun kararlarına bağlı olan da bendim. Sözü dinlenen kişi oydu, ben değil.”

​Ridzén, Turnalar Güneye Uçarken’de yaşam, ölüm, vedalaşma ve ilişkiler üzerine geniş bir hikâye anlatırken ailede değişen rollere de dikkat çekiyor: Günü geldiğinde çocukların ebeveyn, ebeveynlerin ise çocuk hâline gelişini, ailedeki iletişimi, tortulaşmış sorunları ve bunları aşma yollarının nasıl bulunabileceğini, onların zamanla hangi gerilimlere neden olabileceğini romanlaştırıyor.

0
424
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Geldanlage