2016 yılında edebiyat dünyasının prestijli ödüllerinden biri olan Uluslararası Man Booker Ödülü’nün sahibi Vejetaryen oldu. Toplumsal kabullerin aksine seçimlerinde kararlı bir karakterin rüyalar ve gerçeklerle olan savaşını yalın ve bir o kadar güçlü bir şekilde anlatan Han Kang'ın yazarlığı ve kitabı üzerine bir inceleme.
Han Kang’ın 2016 Uluslararası Man Booker ödülü alan eseri Vejetaryen’in dilini benzersiz yapan şeyleri en baştan söylemek gerek: İçten fakat mesafeli, damardan ama soylu, yumuşacık ancak oldukça keskin. Kurgusuna dair göze çarpan en başat şey, içinde menderesler çizerek her nöronunun kullanıldığı belli olan o soluk pembe kasın akışkan zekası. Karakterlerin ikna kabiliyetleri, tutarlılığı ve sağlam yapılarıysa, karakter yaratma dalında edebiyat ödülü verilseydi, onu da almaya vesile olurdu.
Hem bir okur hem bir yazar olarak, Kang’ın hatasız yazımını kısa zamanda fark edip bir açığını yakalama arzusu duydum okuma boyunca. Keza, yazar metnin zenginleştiği noktada bazen yoksul düşer, kendini efsunlu kelimelere kaptırır. Dil, yazarın planını bozar haber vermeden, yazarı bir mıknatısa çekilir veya bir tekerlemeye takılır gibi büyüler, sahte bir soluk aldırmaya çalışır –bu da metnin açığıdır. Açıklar çeşitli şekillerde tezahür edebilir. Fazlalıklar mesela klişeler, yanlış bilgiler, konudan sapmalar veyahut bilinçsiz saçmalamalarda kendini belli eder. Han Kang oksijen tüpüyle yazmış Vejetaryen’i. Toprakla toplum arasında doğal bir oksijen tüpü keşfetmiş ve hiç boşa harcamamış. Hep taze kalmış nefesi.
Theodor Adorno, Minima Moralia’da iyi metinlerin örümcek ağına benzediğini anlatır: Sıkı, yoğun, şeffaf, iyi örülmüş ve sağlam. Havadaki tüm yaratıkları kendine yapıştırır. Etrafında uçuşan metaforlar besleyici birer ava dönüşürler. Asıl mesele onlara doğru kanat çırpar. Adorno ve Kang’ın eserleri arasında 60 küsur sene ve hatta İstanbul ve Seoul arasında 8 bin kilometre olsa da, Kang’ın tüm zamansal ve uzamsal mesafeleri aşarak, evrensel bir insancıllıkta, herkese ulaşabilecek bir metin yaratmasından geliyor başarısı. Tüm ana ve yardımcı motifleri oya gibi işleyerek yazıyor. Evet, çünkü yetenekli. En az yetenek kadar önemlisi, yargılamıyor. Kestirme ya da orta yollardan yargılara varmamış olması, hikâyeyi özgür bırakıyor, aynı şekilde karakterleri ve okuru da.
Vejetaryen’in evrenselliğinde, metni yargılardan bağımsız kılması ya da diğer bir deyişle ahlâki tuzaklara düşmemesi önemli rol oynuyor. Buna eklenecek diğer bir unsur, Kang’ın karakteri bugünden alıp, ta dünyanın orijinine taşıyabilecek manevra kabiliyeti. Öyle ki, yazar, vejetaryen olmaya karar veren evli bir kadına ailesinin ve çevresinin uyguladığı fiziksel ve ruhsal şiddeti tam şimdiki zamanın gerçekliğinde anlatırken, vejetaryenin vejetatif hayata geçişiyle milyonlarca yıl geriye gidiyoruz. Unutmayalım ki, insan evriminin en önemli parçası et yemek. Tahminen 600 bin yıl kadar önce de eti pişirerek yemeye başladık ve bu sayede beyin kapasitemizi artırıp sosyal bağlarımızı kuvvetlendirdik. Doğaya ve topluma karşı koyma biçimi olarak vejetaryenlik, bizi geçmişe değilse nereye götürür? Geçmiş nostaljik de değil üstelik, nostaljinin tuzağını da aşıp giden bir Carl Sagan gerçekliği.
Sagan’ın yerküre tanımı o soluk mavi nokta içindeki insan türü, soluk pembe kası olan beynini büyük ölçüde et yemeğe borçlu. Fakat günümüzde, et yemeden hayatta kalmak mümkün. Tabii hayat öyle karmaşık ve vahşi ki, çoğu zaman vejetaryenler neden vejetaryenliğe geçiş yaptığını ikna edici şekilde açıklayarak hayatta kalmak zorunda. İnsanoğlu hepçil ve hepçillik genlerimizde, yani dişlerimizde, mide yapımızda, hatta artık hiç lazım olmayan apandisitimizde. Han Kang’ın bu hassas konudaki keskin gözlemleri ve anlatımı, vejetaryenliğin içgüdüsel ve toplumsal dilemmasını vurucu ama hiç kırmadan aktarıyor. Son sözleri şiirsel bitirelim: Vejetaryenler ele güne karşı yapayalnız ve bir ağaç gibi tek ve hür.
Görsel: Xuan loc Xuan