Şair, yazar, çevirmen, eleştirmen, edebiyat araştırmacısı Vlada Uroşeviç 1934 yılında Üsküp’te doğdu. Üsküp Üniversitesi’nin Felsefe Bölümünden mezun oldu. Üsküp Televizyonu’nda ve birçok süreli edebiyat yayınında editör ve yayın yönetmeni olarak çalıştı. Üsküp Üniversitesi’nde Karşılaştırmalı Edebiyat profesörü olan Vlada Uroşeviç, Makedonya Bilim ve Sanat Akademisi, Sırbistan Bilim ve Sanat Akademisi, Academy Mallarme (Paris) ve Avrupa Şiir Akademisi (Lüxemburg) üyesidir. Üsküp PEN Merkezi ve Makedonya Yazarlar Birliği üyesi de olan şairin ilk şiir kitabı 1959’da yayımlandı (Bir Başka Şehir). Sonraki yıllardan günümüze dek farklı edebiyat türlerinde onlarca kitap yazdı, yayımladı. 2004 – 2005 yıllarında Üsküp’te 10 ciltlik Seçilmiş Eserleri olarak yayımlandı.
“Vlada Uroşeviç’in şair kimliğinde zamanının tüm büyük şairlerini seçmek olası. Vlada, çağdaşlarının sırlarını, yönelimlerini, karanlık ve ışıklı yanlarıyla tanımaktadır. Vlada’nın büyüklüğü ilk bakışta kabul edilmeyecekleri, affedilmeyecek olanları, asla ve hiç denecekleri absürdün aracılığıyla özümseyerek yansıtmasındadır! Avrupa şiirinde parlayan, korkutan bir hesaplaşmanın sesli ifadesidir.” Alain Bosquet
Vlada UROŞEVİÇ
VAROLUŞLAR
On milyon senedir kuş olmayı düşleyen
kristalin puluyum ben
yüz yıllarca sakladığı sır açığa çıkmasın diye
balıklarına su yüzeyini yasaklamış
bir okyanusun derin diplerindeyim
Koklayanlarına
doğumlarından önceki hayatı anlatan
bir çiçeğin rayihasıyım ben
Ancak asıl bunları yazan değilim ben:
çok, çok başka insanlar var oluyor
elimden çıkan bu sözcüklerde
AY, KADIN VE YILAN
Bu gece dolunay,
uyuyamıyorum.
Dışarısı gece
ve karanlık bir su üzerine
çökmüş bir kadın var:
bir şey saklıyor
elleri benden.
İstiyorum bu kadını,
uyuyamıyorum.
Parlak dişli hayvanlar sürünüyor
çevresinde
ve geçit yok içmeme o suyu.
Oysa çekiyor beni o su,
uyuyamıyorum.
Ay ışığında
ayan beyan görüyorum
suyun dibinde,
çürüyen yapraklar içinde
yatan kafayı.
Ölesiye tanıdık bu kafa bana,
uyuyamıyorum.
Benim yüzümmüş gibi geliyor yüzü:
gümüşten bir yılan çöreklenmiş
gözlerimin üzerinde yatmakta.
GÜNEY YILDIZI
Nerede o diyar, aradığım o ad nerede,
çocukluğumun o rengarenk duvarı nerede?
O iz, o gölge, o yıldız -
hiçbir yerde olmayan o şehir nerede,
hani o Aldebaran, nerede?
Görmeden peşine düştüğüm o düş nerede?
Hani o yol, anlamına küsmüş o im, nerede?
O deniz, o yaz, o gök
külün içinde saklı o şifalı ot-
o Aldebaran şarkı, nerede?
İş işten geçince anlaşılan o ses nerede,
sonun sonuna dek hayal kırıklığına uğramaktan
sakınabilen o ihtiyar ateş nerede?
Tenimizin doğum izi rengi olan
o aşk, o resim nerede,
o Aldebaran kadın nerede?
Nerede o yolcu, her yerin yabancısı,
hani o kök?
Başka bir dalgadan başlayan o dalga nerede?
Hani o nehir, o orman, o yol kılavuzu,
o kuş?
Hani o yaşlı ve bin kere asıl
ve binlerce kere aldatıcı
Aldebaran nerede?
DÜŞLER
Bir gecelik aşk için
krallığını satan kralın karısı olduğunu
görüyor düşünde dağ.
Seyahate çıkıyor göl düşünde
kız kardeşleri nehirlere karışarak.
Bir çocuk şarkısıyla takas ediyor
takımyıldız Latince adını düşünde
ya da en az o kadar neşeli bir şeyle.
Ancak pek mütevazı kalıyor bunlar
ozanın düşüne kıyasla:
dağın, gölün ve takımyılıdızının düşünü
gerçek kılan sözcüğü buluyor
düşünde ozan.
TANIMADIK BİR KADIN
Büyük taş basamaklardan iniyor o, ağır ağır.
Çiçek poleniyle kaplı gövdesi, iniyor.
Uykulu kelebekler taşıyor avcundaki kutuda.
Her yıldızın konumunu ezber biliyor o.
Denizin kokusuna göre deviniyor o.
Topraktaki köstebek yollarını duyumsuyor.
Yarının bulutlarının biçimlerini önden biliyor.
Lambanın kalbindeki karanlığı görüyor.
Ay’ın kraterlerinden geçiyor o.
Operanın altınsı kulislerinden geçiyor.
Nesli tükenmiş dolgu kuşların içinden geçiyor.
Ölü dalgıçların arasından geçiyor.
Körebe oynayan çocukların yanından geçiyor o.
Bir şey sorulduğunda, yanıtlıyor.
Ancak konuştuğu dil ölü bir dil,
yalnızca heykellerin, yontuların bildiği.
ZOR ZANAAT
Mateya Matevski’ye
Orman haritasının üzerine eğilmiş ormancı
Dendrometri metodu diye bir şey var
Bir ağaç gövdesinin hacmine bakarak
Ormanın gelecek bir yüzyıl için
Büyümesi hesaplanabilir
Ancak ormanda olup bitecekleri
Hangi aşklar, hangi cinayetler
Hangi çocuk oyunları, nasıl yangınlar yaşanacağını
Hiç kimse bilemez
Orman gövdesinden elde edilen selüloz miktarı
Karmaşık bir metotla tespit edilir
Kağıt miktarı da aynı formülle bulunur
Ancak öngörülemez şairin neler yazacağı o kağıda
Öngöremez hiç kimse
Şaire sorulacak sualleri sorguda
Aynı bu ormanda
Kurşuna dizilmesini buyuran
Emir kipindeki sözleri de
… Selüloz üretir ağaçlar durmadan
Bekler kağıt şairini
Ormancı uyurken boy atar
Büyür ormanlar
BİR AŞK GECESİNİN SONU
Kuytularına dönüyor yıldızlar
Soluklanmak, biraz uyumak için
Dağılarak sökülüyor göğün örgü dokusu
Benzi soluyor Orion’un, solgun Scorpius
Son buluyor gezintiler yıldızlı patikalarda
Seyreliyor Ay’ın sıcak soluğu
Odanın darlığına saplanmış bir gemi karyola
Yorgan döşek arıyor aşıklar telaşla örtünmek için
Gece boyu kuzey yıldızına bağlandıkları
eksen, artık kesmiyor yastıklarını
Türkçesi: Kadriye Cesur