"Yakından Yayınevleri" dizimizde yayınevlerine yakından bakmaya devam ediyoruz... Aylak Adam Yayınları'nı Kaya Tokmaçıoğlu'ndan okuyoruz...
"Aylak Adam Yayınları 2013’ün Haziran ayında yola koyuldu. Türkçeye henüz kazandırılmamış nice yapıtın varlığından ve Türkçedeki nitelikli genç yazarların gizilgücünden hareketle yayıncılık faaliyetlerini yürütmektedir. Aralık ayı itibariyle toplamda 25 kitabı okurlarımızla buluşturduk ve yerli ve yabancı yazarların öykü, roman, eleştiri ve deneme türlerindeki kitaplarını yayımladık. Yayınevimiz has edebiyattan ödün vermeden, Türkçede henüz yayımlanmamış modernist yapıtlara öncelik tanımaktadır. Bu bağlamda örneğin edebiyatın “çoksatarları” yayın politikamızın dışına düşmektedir.
Haziran ayından itibaren, yayımlamaya başladığımız Türk öykü yazarlarımız arasında yer alan Simlâ Sunay, Ayşegül Ural, Remzi Karabulut, Aziz Gökdemir ve Fuat Sevimay, Türk öykücülüğünün edebiyatımızı son yıllarda ne derece ileriye çektiğinin bir kanıtı diye düşünüyorum. Bunun dışında Gezi Direnişi ile birlikte Kadir Yüksel’in yayına hazırladığı “Bağzı Şeylere Öyküler” kitabındaki öykülerin niteliği de, dumanı hâlâ tüten bir olayın sanattaki tanıklıkları olarak ayrıca ilgiyi hak ediyor.
Aylak Adam, başta da bahsettiğim gibi modernist edebiyata ayrı bir önem atfediyor. Bu bağlamda Gyula Krudy gibi Türkçeye ilk defa kazandırılan bir yazarı da yayın planımıza almakla birlikte, Pessoa, Lawrence, Joyce, Pirandello, Svevo vb. yazarların çevrilmemiş yapıtlarını da yayımlıyoruz. Türkiyeli okur, zannediyorum her şeyden önce yayıncılıkta özen istiyor. Sizin, herhangi bir yapıta verdiğiniz değeri görmek istiyor. Dolayısıyla çevirisinden tutun kapak tasarımına kadar yayımladığımız her kitaba azami bir özen gösteriyoruz.
Yeni yılla birlikte okurlarımızı daha da heyecanlandıracak bir yayın sürecine gireceğimizden bahsedebilirim. Kimi ipuçlarını buradan duyurmamda bir sakınca yok zannediyorum. Antik dünyadan kimi felsefi metinler özgün dillerinden tercüme edilmiş bir biçimde okurlarımızla buluşacak. Bunun dışında her ay okurlarımızı en az dört yeni kitapla tanıştıracağız ve bunun en az bir tanesi bir Türk yazara ait olacak. Mayıs ayı itibariyle de “Aylak Çocuk” adı altında çeşitli yaş gruplarına yönelik çocuk kitapları yayıncılığına da başlayacağımızı müjdelemiş olayım."
Aylak Adam Yayınları’nın kitaplarından “tadımlık” alıntılar
"Başkalarının bakış açısı, kendi algımızı şekillendirmemize yardımcı olmadığı sürece, gözlerimiz ne gördüklerini bilmezler; algımız karışır çünkü kendimize mahsus diye düşündüğümüz algımız, aslında içimizdeki başkalarının sözünü dile getirmektedir ve asla yalnız hissedemeyiz." Biri, Hiçbiri, Binlercesi - Luigi Pirandello
“O zamanlar, büyük savaşın öncesinde, bu sayfalarda anlatılan olayların vuku bulduğu günlerde bir insanın yaşayıp yaşamamasına karşı kayıtsız kalınmazdı. Dünyalılardan birisi göçünce, ölüyü unutturmak için yerini hemen başkası almaz, ölünün eskiden olduğu yerde bir boşluk kalır, ölümün yakın ve uzak tanıkları bu boşluğu her gördüklerinde suskunluğa bürünürlerdi. Alevler bir sokağın evlerinden birisini yutarsa, yangın yeri uzun bir süre boş kalırdı. Çünkü duvarcı ustaları yavaşça ve itinayla çalışır, komşuların yanı sıra tesadüfen yoldan geçenler de bu boş yeri görünce yok olan evin şeklini de duvarlarını da hatırlarlardı. O zamanlar böyleydi. Büyümek için her şeyin zamana ihtiyacı olur, yok olan şeyler hemen unutulmazdı. Bir zamanlar var olan her şey izlerini bırakmış olurdu; bugün nasıl çabuk ve kesin bir şekilde unutmak yeteneğiyle iç içe yaşanıyorsa, insanlar o günlerde anılarıyla iç içe yaşarlardı.” Radetzky Marşı – Joseph Roth
“Retorik kitabında Aristoteles, neden gençler daha cesurken yaşlıların daha korkak olduğunu anlatır: Çünkü gençlerin hayat deneyimleri azdır ve onlara bu müthiş cesareti veren de budur; oysa yaşlıların yaşadığı onca acı, korku ve şüpheyi de beraberinde getirir. Bu dünya üzerinde korku ve şüpheyle yaklaşılması, her halükârda kaçılması, dualarla karşı konulması gereken bir şey varsa, bu kesinlikle savaştır.” Savaşa Karşı – Erasmus
“Ben şiirsel yetileri olan bir filozof değil, felsefeyle hayat bulan bir şairdim.” Felsefi Denemeler - Fernando Pessoa
“Milletlerin de bireyler gibi kendi egoları vardır.” Eleştiri ve Deneme Yazıları – James Joyce
Aylak Adam Yayınları'nın bazı kitapları:
İyi Pazarlar, İyi Pazartesiler
“Çiçeklerinin çoğunu kaybeden kiraz ağacı, uzun geçitin ucunda şaşırtıcı bir sıradanlıkla esniyordu. Genzine kaçan asitli üzüm suyunu güçlükle yuttu. Ağzındaki bayat, ekşi tat midesini bulandırdı. Defalarca öksürdü, yutkundu. Burnu toprakla dolmuş, gözleri kurumuştu. Sırtına batan pütürlü yüzeye aldırmaksızın oturup kaldı. Önünden havada taklalar atarak geçen çiçeklere baktı; sayısız kiraz çiçeği ışıklarını karanlığa serpiyor, yol kenarındaki dikitlerin arasına sapıyor, o zaman, kutsuz boşluk harelerini oburca yutuyordu. Kapkara toprağı titreyen elleriyle eşip yoğururken nereden geldiği belli olmayan konuşma sesleriyle irkildi.”
İyi Pazarlar, İyi Pazartesiler, Ayşegül Ural’ın ilk kitabı. Kurgusal bir devinimi amaç edinmiş ve her ayrıntısının da devinimini beslediği, kılı kırk yaran incelikli bir çalışmanın ürünü. İmgesel ve yoğunluklu bir dille yoğrulmuş, ustaca ve modernist kurgulara sahip metinlerden oluşan, hem neyin hem de nasılın derdinde olan öykülerin özenli toplamı. İyi Pazarlar, İyi Pazartesiler, öykücülüğümüzün geleneğinin ve gelişiminin bir özeti gibi.
Yaşam Bilgeliği Üzerine Aforizmalar
“Mutluluğumuz ve mutsuzluğumuz açısından son çözümlemede önemli olan, bilincin ne ile doldurulmuş ve meşgul edilmiş olduğudur. Bu noktada, tümü bakımından her saf entelektüel uğraş, bu uğraşa yeteneği olan zihne, içinde başarının ve sarsıntılarıyla, eziyetleriyle başarısızlığın sürekli yer değiştirdiği gerçek yaşamdan daha çok yarar sağlayacaktır.”
Felsefenin en derin köşelerini, en anlaşılmaz denilen yanlarını kimse Schopenhauer kadar açık ve anlaşılır bir şekilde anlatmayı başaramamıştır. 20. yüzyılı etkileyen bir başka önemli filozof olan Friedrich Nietzsche’nin “Ona çok şey borçluyum,” dediği Schopenhauer, bir yandan modern felsefenin yapıtaşlarını sağlamlaştırırken, diğer yandan onun mezarını kazmıştır. Gücünü de buradan alan ünlü filozofun, Parerga ve Paralipomena adlı eserinin Aforizmalar bölümünden seçilmiş parçaları, Güven Savaş Kızıltan’ın özenli ve nitelikli çevirisiyle sizlere sunmaktan gurur duyuyoruz. Bu değerli eser, sizi hem büyük bir filozofla hem de Schopenhauer felsefesiyle tanıştıracaktır… Bu kitabı okuduktan sonra yaşama eskisi gibi bakamayacaksınız.
Gökyüzü Defni
“Kolay değil bir yeri idare etmek. Toprak kan ister,
doymaz yine ister.”
Aziz Gökdemir, şiddete teslim olmuş bir şehrin üç mevsimini, hayatları birbiriyle kesişen bir avuç insanın perspektifinden anlattığı kitabı İç İçe Geçmiş İstanbul Öyküleri’nin ardından yeni kitabıyla tekrar karşımızda.
Yılların getirdiği bir dil evriminin izlerini taşıyan Gökyüzü Defni, dinamizmini yitirmeden olgunlaşmış üslûbu, kullanılan anlatım tekniklerinin çeşitliliği ve kısa öykülerinin çarpıcılığının yanı sıra uzun öykülerdeki romansal kurgusu ile de dikkat çekiyor.
Kitaba adını veren gelenek, dünyanın toprak yoksunu bölgelerinde başvurulan, hayvanların ve doğanın yardımıyla ölüleri uğurlama, geride bıraktıkları her türlü izi yeryüzünden silme biçimi. Gökyüzü Defni’nde öyküleri anlatılan kişilerin birçoğu da—her ne kadar belli etmemeye çalışsalar, kendi kendilerine dahi itiraf edemeseler de—hayatlarını benzer bir ufalanmaya karşı direnerek tüketebilen insanlar. Onlara belletilen rollerin dışına çıkıp, dayatılan tabuları yıktıkça, oldukları yerde durmalarını emreden bir evrende değiştikleri sürece varolabiliyorlar. Modern edebiyatın tüm izlerini taşıyan bu sayfaları okurken, öykücülüğümüzün gelip dayandığı uzak ufku
görmek de başlı başına sevinç kaynağı.
BAğZI ŞEYLERE ÖYKÜLER
28 Yazardan Gezi Parkı Öyküleri
“Gezi Direnişi” kuşkusuz, bu topraklarda yaşanmış en önemli toplumsal hareketlerden birisidir. Mayıs ayının son günlerinde kıvılcımlanan, antidemokratik ve dayatmacı uygulamalarla felce uğratılmış bir toplumun üzerindeki ölü toprağını kaldıran direniş, siyasal ve toplumsal açıdan kimsenin tahmin edemeyeceği bir aşamaya ulaştı. Böyle bir sürece tarihsel olarak tanıklık edebilecek, yol gösterebilecek sanat yapıtlarının varlığı her zamankinden daha fazla önem kazanıyor. 28 öykücünün kaleminden derlenen “Bağzı Şeylere Öyküler”, Gezi Direnişi’nin farklı boyutlarına odaklanmakla birlikte, sanatçının önünde açılan olanakların da göz ardı edilmemesi gerektiğini müjdeliyor. Yaklaşık iki aydır biriktirilen deneyimin yansıdığı bu derleme, bu topraklarda daha önce eşine benzerine rastlamadığımız bir sanatsal üretimin doğum sancılarını çektiğimizin de göstergesidir.
Lawrence’tan Bir Seyahatname
“Messina istasyonunda, bu iğrenç delikte dikilmiş, kış yağmurunu ve iki mahkûmu seyrediyorum. AklımaReading Zindanı’ndaki Oscar Wilde geldi. Birinin, ayaktakımı tarafından kurban edilmesine müsaade etmek ne kadar da yanlış. Herkes istediğini söyleyebilmeli.”
“Bana aşkın eski, tuzlu halini verin. Aşırı hassasiyet ve asaletten, vıcık vıcık modern sevgi gösterilerinden öyle tiksiniyorum ki!”
“Ve bir kez daha, yukardan bakınca, etraf bu keskin sabahta nasıl da güzel! Tüm köy mavimsi bir gölgede yatıyor, ince soluk meşeli tepeler mavimsi gölgede durgun, sadece uzakta buz pırıltısındaki güneş, iç kesimlerin yabani, ince ağaçlı güzel tepelerine harika, mücevherimsi bir aydınlık yayıyor.”
Gezi edebiyatının başyapıtlarından olan Deniz ve Sardinya Adası nihayet Türkçede. Lawrence’ın roman ve öykülerinden apayrı bir yerde duran bu kitap, bizleri bambaşka bir Lawrence’ı tanımaya çağırıyor. Büyük yazarın doğaya, denize, aşka ve yaşama dair düşüncelerinin en cesur ve yalın hali. Deniz ve Sardinya Adası bir anlamda çağdaş bir seyahatname. Bir okuma şöleni sizleri bekliyor, iyi yolculuklar.
Savaşa Karşı
Yağmalanan zavallı halktan insanlar, cepleri fazlasıyla şişirilen asiller, çocuklarından mahrum bırakılan ve çocuklarının katledilmesiyle kendileri de ölen yaşlı adamlar; muhtaç durumda, kederin silahtan daha acımasızca yaraladığı yaşlı kadınlar, dul kalmış nice namuslu kadın, babasız onca çocuk, içler acısı halde nice ev, bir lokma ekmeğe muhtaç olmuş pek çok zengin…
Burada konuşulması gereken esas nokta iyiliğin yok olması; çünkü tüm zararlı şeylerin, evrensel düzeyde salgının savaştan sonra arttığını iyiden iyiye bilen kimse yok.
Deliliğe Övgü’nün yazarı Erasmus’un bu
ölümsüz eseri, insanın masumiyetinin ve
acımasızlığının en güzel ortaya konduğu
yapıtların başında gelir. İnsanı anlamak
için evrensel bir kılavuz niteliğinde adeta...
İlk kez Türkçede.
Ötekinin Gözünden Orhan Pamuk
Orhan Pamuk’un romanlarının ardındaki felsefi bakış ve zengin anlatım tekniği, bunların Türk yazınına katkıları, diğer yazarlar üzerindeki etkilerinin ne yönde olduğu, yazın dünyasında fazla irdelenmeyen konulardır. Doğu ve Batı’nın yazın dünyasını çok iyi bilen ve bunları roman ve yazılarına yansıtan Pamuk, Türk yazınının geliştirilmesinde kendine de bir rol biçmiştir, başka bir anlatımla, bunu kendisine amaç edinmiştir: Türk romanının standartlarının üstüne çıkmaya, daha bütüncül bir şey yapmaya çalışarak, yalınkat gerçeklikten kurtulmaya çalışmıştır. Pamuk’un kurtulmaya çalıştığı bu gerçeklik, topluma yönelik ve yazınsal anlatım tekniklerinin yeterince gelişememesine neden olan yalınkat sanat anlayışıdır.
Batı’nın roman anlayışına bağlı olarak gelişen anlatım teknikleri, özellikle modern yazınla birlikte gelişmiştir. İşte bu noktada, Pamuk’un romanlarının başka dillere nasıl çevrildiği, uğradığı değişiklikler ve kayıplar, anlamlandırmalar ve okumalarının boyutları Ötekinin Gözünden Orhan Pamuk adlı bu nitelikli çalışmada tüm yönleriyle ele alınmış ve değerlendirilmiştir. Orhan Pamuk’u ötekinin gözünden görmek ve Beyaz Kale’ye yeniden ve yepyeni bir açıdan bakmak için.
Günebakan
Gyula Krúdy, modern edebiyatın mihenk taşları arasına
girebilmiş büyüleyici eseri Günebakan’da, bizleri Budapeşte
sokaklarında, kırsallarında ve tavernalarında dolaştırır. Zarif
bir yaşam sürdürme arzusunun insanı deliliğe ve tutkunun derinliklerine nasıl sürüklediğini anlatırken; genç Eveline’in şehir
yaşamını terk edip umutsuz aşkı Kálmán’dan uzaklaşmak için
taşraya yerleşmesini, Eveline’in aşkıyla yanıp tutuşan Hayalperest Álmos’un melankolisini ve sıradışı bir kadın olan Bayan Maszkerádi’nin ziyaretlerini çarpıcı bir biçem ve kurgu ile gözler önüne serer. Krúdy, imge-yoğun ve gizli anlamlarla örülü bir dile; arzunun değişken doğasını ve renklerini olağanüstü bir şekilde yansıtabilen ender yazarlardandır. Günebakan, Krúdy’nin dünyasına mükemmel bir örnek teşkil ederken; Robert Walser, Bruno Schulz, Joseph Roth, Marcel Proust ve James Joyce gibi dâhilerin arasında gösterilir.
“Krúdy ve Günebakan’ı Avrupai hayal gücünün tozlu tavan arasında mutlu bir şeyler bulmak gibi. Sıradışı bir şekilde kaleme
alınmış ve silik hayallerle dolu…” THE HUNGARIAN DERGİSİ
“Krúdy’nin edebi gücü ve mükemmelliği, geçmişin bir tahlili
gibi… Edebiyat dünyasında hayal edileni gerçeğe aktarabilen
nadir isimlerden biri… Birkaç kelimeyle bile insanoğlunun zalimliğini, tabiatını, umutsuzluğu ve kadın erkek ilişkilerini özetleyen bir yazar.” SÁNDOR MÁRAI
“Gyula Krúdy… Macaristan’ın Proust’u.” Char les Cham plIn, The New York Tımes
“Krúdy hayali insanlardan, hayali olaylardan, rüyaları andıran
yerlerden bahsediyor, ama kişilerinin ve yerlerinin özü gerçekliğiyle insanı şaşırtıyor, zihnimizde yankılanıyor, bizi tam kalbimizden vuruyor.” John Lu kacs , The New Yorker
“Gyula Krúdy’nin lanetli şairler, kader mahkûmu aristokratlar,
rüyaları andıran bir erotizme bürünmüş ev sahibeleri ve köylü,
kaba toprak ağaları gibi zekâ ışıltısı saçan, açıkça pastoral olmakta inat eden, modası geçmiş, yarı efsanevi kahramanları kusursuz bir yüzyıl sonu sanatı; art nouveau’nun nesir hali.” W. L. Webb
James Joyce Eleştiri ve Deneme Yazıları
Dâhi bir yazarın, ilk gençliğinden olgunluk dönemine kadar kaleme aldığı ve Ulysses, Dublinliler, Finnegans Wake gibi eserlerinin kilometre taşları olarak görebileceğimiz deneme, makale ve eleştirilerle karşı karşıyayız. Edebiyattan resme, tiyatrodan heykele kadar James Joyce’un düşünce ikliminde bir gezintiye davet ediyor sizi bu kitap. Yanı sıra büyük yazarın, dönemin İrlanda bağımsızlık hareketiyle ilgili birinci elden değerlendirmeleri ışığında, yüzyıl öncesi ile günümüz Türkiye’sinin benzerliğine şaşkınlıkla şahit olacak, iktidar, felsefe, şiir ve sair konulardaki denemelerini keyifle okuyacaksınız. Joyce’un, Yeats’ten Shakespeare’e, Bernard Shaw’dan Bruno’ya, Defoe’dan Ibsen’e ve daha pek çok yazar hakkındaki eleştirilerinde, kendi edebiyatını nasıl oluşturduğunu göreceksiniz. Bambaşka bir bakış açısı ve farklı bir ufuk sizleri bekliyor. Üstelik yine, dilin tüm imkânlarının zorlandığı, lezzetli kelimelerle.
“Milletlerin de bireyler gibi kendi egoları vardır.”
“İyi, sahip olunduğunda lezzet bırakan şeydir: Arzu edilen. Gerçek (doğru) ve güzel, arzunun yönlendirmesi sonucu ulaşılmaya çalışılan en inatçı olgulardır. Gerçek, anlaşılabilir ilişkiler sonucu tatmin edilen ve dindirilen entelektüel lezzet sonucu arzulanır. Güzellik ise estetik lezzet sonucu arzu edilir ve duygusal ilişkiler sonucu tatmin edilip, dindirilir. Doğruya ve güzelliğe ruhen sahip olunur. Doğru zihinsel gelişim sonucu, güzel kavrayış sonucu… Ve onlara sahip olmayı arzulayan lezzetler; zihinsel ve estetik lezzetler, bu nedenle ruhani lezzetlerdir.”
Putkırıcı Bir Usta Leylâ Erbil’in Ardından Anı, Deneme ve İnceleme Yazıları ,,,Bir Tuhaf Kuştur, Gölgesi Zihin,,,
Leylâ Erbil, “gorgo’larla boğuşarak yaşamaya çabalayan insancıkları” dert edindi yaşamı boyunca ve sessiz sedasız, zamanın kendisiyle birlikte bu dünyanın içinden akıp geçti. Biz artık onsuz bir dünyada yaşamanın mücadelesini veriyoruz.
Erbil edebiyatının dönüştürücü yönüne vurgu yapan anı, deneme ve inceleme yazılarından oluşan bu kitapta üç temel bölüm yer almaktadır. Kuşun Gölgesi bölümü kişisel tanıklıklar üzerinden Erbil’in edebiyatçı kişiliğine odaklanmaktayken, “Tuhaf”ın Yazarı bölümünde Erbil’in eserleri üzerinden, O’nun topluma ve edebiyata bakışı mercek altına alınmaktadır. Zihnin Dili’nde Erbil’deki bireyin, toplumun, mekân olarak kentin, tarihin ve yazı’nın derinliklerine inilmektedir. ,,,Bir Tuhaf Kuştur, Gölgesi Zihin,,, adlı bu çalışmayı Leylâ Erbil’in anısına en derin saygılarımızla okurlarımıza sunarız.
Yazarlar.
Ahmet Cemal
Adnan Özyalçıner
Onur Caymaz
Fuat Sevimay
Simlâ Sunay
Talât Sait Halman
Hülya Soyşekerci
Oylum Yılmaz
Mesut Varlık
Sennur Sezer
Semiha Şentürk
Tuğba Özbalak
Elmas Şahin
Hülya Dündar Şahin
Fatih Altuğ
Tuba Dik
Nagihan Kunduz
Pessoa- Felsefi Denemeler
“Ben şiirsel yetileri olan bir filozof değil, felsefeyle hayat bulan bir şairdim” der Pessoa. Felsefi Denemeler Pessoa’nın –çoğu henüz hiç bilinmeyen– İngilizce kaleme aldığı felsefi yazılarını en kapsamlı ve aslına sadık kalınarak bir araya getirmekle kalmıyor, felsefi tasarılarının ortaya koyduğu düşünce çizgisini de takip ediyor.
Bu edisyonda Pessoa en çok Aquinolu Tommaso, Kant, Schopenhauer, Hegel, Platon, Leibniz, Herakleitos, Pascal üzerinden özgür irade, yanılgı, duyum ve özgürlük meselelerini sorguluyor.
Pessoa Arşivi’ndeki 1478 sayfalık felsefe yazılarından hareketle hazırlanan Felsefi Denemeler’inde de, birçok başka eserinde olduğu gibi, iki farklı dışkimliğe rastlanır: Charles Robert Anon ve Alexander Search. Bu kitapta kendini Ömer Hayyam’la karşılaştırarak dışkimlik meselesine şöyle açıklık getiriyor: Ömer’in tek kişiliği vardı; benim ise, neyse ki ya da ne yazık ki hiç yok. Şimdi böyleyim, bir saat sonra başka. Bir gün nasıl olduğumu ertesi gün unutmuş oluyorum. Ömer neyse o, tek bir dünyada, dış dünyada yaşıyor; bense neysem o değilim, sadece dış dünyada değil, hem ardışık hem de dağınık iç dünyada yaşıyorum. Onun felsefesi, Ömer’inki gibi olmasını istese de hiçbir zaman aynısı olamaz. Bu sayede rızam olmadan, eleştirdiğim felsefeler taşıyorum içimde ruh gibi dolaşan; Ömer onların hepsini reddederdi, çünkü hepsi ona dışsaldı; ben onları yadsıyamam, çünkü onlar bizzat ben’im.
Editör Nuno Ribeiro’nun özenli çalışması sayesinde ortaya çıkan, çağımızın en önemli dehalarından Pessoa’nın felsefi çalışmaları, bu kez Türkçe’de ilk kez okuyucuyla buluşuyor.
İçbahçe
“Bir gün bir saka giriyor içeri. Nasıl çıkacağını bilemiyor kuş. Camlara vurup vurup duruyor. Dayanamayıp çıkıyor avluya. Bir kaç cam açıyor, açılabilenleri, ulaşabildiklerini. Kuş her keresinde kapalı olan cama gidip gagayı tosluyor. Kanat çırpınışları yankılanıyor boşlukta. Daha çok ürkmesin diye yazıhaneye geri dönüyor. Sonra bir bakıyor kuş gitmiş. O yazmaya daldığı bir anda açtığı camı buluvermiş. Şimdi o mu kurtardı kuşu yoksa kuş kendi mi kurtuldu bilmiyor. Kuş kalsaydı bir içbahçe olurdu bu avlu.”
İçbahçe, bazen kocaman bir kulak, bazen kocaman bir göz, bazen de bir sağduyunun sesi...
İnsanı bir mengene gibi içine alan ruhsuz kentler, betondan kuleler, önsüz evler. Yeşilin olmadığı, rüzgârın keyifle esemediği, güneşin artık eskisi gibi kardeşçe ısıtmadığı bir dünyaya “hayır” diyor Simlâ Sunay, İçbahçe’de. Belki de en çok bir “bahçe” özlemi siniyor metinlere, bir ağrı gibi, onulmaz bir sızı gibi. Kendimize ördüğümüz hapishanelerimizde, her geçen gün doğadan ve kendimizden nasıl da kopup, bir yaprak gibi solup gittiğimizi hatırlatıyor en çok.
Susam ve Zambaklar
“Okunmayan, tekrar tekrar okunmayan, sevilmeyen, tekrar ve tekrar sevilmeyen bir kitap gerçekten iş görmüş sayılmaz. Bir askerin ihtiyacı olan silahı silah deposundan alması veya bir ev hanımının kendisine lazım olan baharatı dolabından alması gibi siz de kitapta ihtiyacınız olan şeylere başvurabilmelisiniz.” (Susam’dan)
“Saygı ve sevgiyle bağlanmanın sadece bağlandığımız şahsın sevgisinden şüphe etmeye devam ettiğimizde mümkün olduğunu düşünürüz ve sevildiğimizden tamamen emin olduğumuzda, bağlandığımız insanı ömür boyu mutluluğumuzu ona emanet etmekten çekinmeyecek kadar iyi tanıdığımızda bu saygı ve sevgi dolu bağlılığın yok olacağını düşünürüz. Bunun mantıksız olmakla birlikte ne kadar aşağılık bir düşünce olduğunun farkında değil misiniz?” (Zambak’tan)
Ruskin’in parlak ve göz alıcı tespitleri, okuyanı provoke eden cümleleri, bu güzel kitapta bir araya geliyor. Aydınlanmacı düşüncesinin günümüze düşürdüğü ışık hem parlaklığını hem de etkileyiciliğini sürdürüyor.
Bir başucu kitabı ve bir kılavuz olmayı hak eden metinleri, özenli çevirisiyle yeniden okumaya ve bizi hayat hakkında yeniden düşünmeye çağırıyor.
İyi Yürekli Yaşlı Adamla
Güzel Kızın Öyküsü
“Vicdan azabı, insanın kendisini aynada görmesine benzer. Ve yaşlı adam kendisini değersiz ve küçük görüyordu. Kıza hep küçük miktarlar vermişti. Dürüst, saygıdeğer adamlar, yaşadıkları güzellikler karşılığında eşdeğer yükler yüklenmelidir. Eski günlerinde sorumluluk almamak adına, kızla hiç önceden randevulaşmadığını, istediği zaman çağırdığını ve kızla işi bittiğinde, onu aramamasının yettiğini hatırladı. Başka adamlar ise, onlardan karşılığında bir şey istenmediği halde, her gün yemek yemeleri gerektiği için kadınlara para verirler. Öte yanda yaşlı dostumuz ise, günlük nafakasını çıkarması için kızın tramvaylarda çalışmasını sağlamıştı.”
Yaşlı bir adamın, genç ve güzel bir kızın çekimine kapılmasıyla başlayan, bireyin vicdanıyla toplumun değerlerinin sınırlarına kadar uzanan; cinsel arzuların yer yer suç ve ceza ekseninde ele alındığı, enine boyuna tartışıldığı bu hikâye, Svevo’nun düşüncelerinin de adeta damıtılmış ve biriktirilmiş sarnıcı gibidir.
Türler ve metinlerarası bir serbest metin
Şehri Boydan Boya Geçen Köpek
‘Köpek geçti galiba,’ dedi şehir, ‘Yoksa bana mı öyle geldi?’
O. İzlendiğinin farkındaydı. Sezilmek hoşuna gidiyordu.
Zamanın ona göre ayarlanmış olmasından keyif alıyordu.
Uzunluğun, uzaklığın referansı olmaktan keyif alıyordu.
Bir köpek geçişi kadar şehir.
Bir köpek geçişi uzunluğunda şehir.
Nesin sen? Bir köpek geçişi kadar şehirsin.
Şehrin içinden, şehri içine çeke çeke geçenlerin hikâyesi.
İçinden geçildiğinin farkına varamayan yarı uykulu şehir.
Şehir, sizin sandığınız yerde değil, burda, 139. sayfadan sola dönünce, orda. Karagözlüklerinizi takın, iyi bakın. Korkmayın, acıtmayacak....
Metinler ve türlerarası geçişin en güzel örneklerinden, bir serbest metin..... Hem bir roman, hem bir uzun öykü hem şiir...