ÖZETLEME
Açıklama
Özetleme, bir metni yeniden yazmaktır. Özet, bir bakıma, biçim olarak özgün, içerik olarak asıl metne bağlı bir eylemdir.
Özetlemenin de bir tür yaratıcılık olduğunu unutmayınız. Özetleme, bir bakıma metni yeniden yazmaktır. Özet; biçim olarak özgün, içerik olarak asıl metne bağlı bir eylemdir. Okunan ya da dinlenen bir metnin anlamını kaybetmeden kısa ve öz olarak yeniden yazmadır. Özetleme, olayların ve olguların nasıl sıralandığını özgün metinden daha etkili bir biçimde gösterilmesidir. ‘Yazı’nın da bir anlamda ‘yaşanan’ı özetleme olduğu bilinmelidir.
Derse, Sait Faik Abasıyanık’ın ve Sabahattin Ali’nin yaşamı, sanatı, yapıtları konusunda gerekli donanımı kazanarak geldiniz. Bugün, Sait Faik Abasıyanık’tan Son Kuşlar, Sabahattin Ali’den Ses adlı öyküleri okuyacaksınız. Son Kuşlar, ‘durum’; Ses ‘olay’ öyküsüdür.
Metinleri okurken not alabilirsiniz; çünkü okuyacağınız metinleri özetleyeceksiniz.
Uygulama 1
Anlatım Biçimi: Açıklama
Sait Faik Abasıyanık’ın Son Kuşlar öyküsünü özetleyiniz.
Metin, adada kışın anlatımıyla başlar. Ancak, karşı kıyıda yaz daha pılısını pırtısını toplamamış bir göçmen gibidir.
Anlatıcı, bir göçmene benzettiği ‘yaz’la ilgili duygularını dile getirir. ‘Yazı’ içtenlikle sevdiğini, yazın peşinde koştuğunu belirtir. Yaz, kimi zaman bir çalılığın kıyısındaki bir çimenlikte başlamıştır; hiç kimselerin haberi yokken. Bir kuytuda, gizlice, insanları beklemektedir.
Yaz’ın daha çekilip gitmediği Ada'nın bu kıyısında ise bir tek ev bile yoktur. Yalnızca bir tek kır kahvesi vardır.
Bu kır kahvesinin tahta masaları üstünde hâlâ karıncalar gezmektedir. Bütün sesler kesilmiştir. Anlatıcı, bu arada, bir uçak homurtusuyla Yeşilköy'e inecek yolcuları düşünür. Bu an’ın değişkenliğini yaşar.
Anlatıcı, bunları düşünürken bir yandan da zihni kahveciye takılır. Bu adam, 'kahveciden çok, ters bir devlet memuru hüviyeti taşır.’ Anlatıcı, kahveciyi incelerken, bu adamın bir rastlantıyla kahveci olduğunu belirtir ve şunları söyler: “Ben bütün ömrünce iyi bir kahve bulamadığım için kahveci olamamışımdır. Bir kır kahvesi, bir köyün kahvesinin dört beş gediklisi, bundan güzel bir ömür mü olur. Elli altmış senelik yaşam bundan güzel başlar ve biter mi?“
Anlatıcının gözü, bu sırada ağaçtan ağaca serilmiş beyaz çamaşırlara ilişir. Bahçeleri, yaprakları hatırlar. Kuşlar, kargalar, hayvanlar dünyasına dalar. Gözünün çarptığı bir şey daha vardır: “Deniz, Bozburun'a doğru başını almış gidiyor. Uzaklarda görünen, İstanbul'un neresi kimbilir? Sesler neden gelmiyor?" der. Bir zamanlar kuş seslerinin duyulduğu adada, şimdi karga seslerinden geçilmediğini belirtir.. Kuş seslerinin iki yıldır duyulmamasını, kuşların bilinçsizce, vahşice avlanmasına bağlar. Kuşların nasıl aldatılarak avlanıldıklarını belirtir.
Metinde, çevreye zarar veren iki kişi üzerinde özellikle durulur. Biri, kendi halinde yaşayan, kimseye zararı dokunmayan Konstantin Efendi, güz mevsiminde birdenbire canavar kesilir; çocukları kuşları avlamaları için seferber eder. Konstantin Efendi, Galata’da yazıhanesi olan bir zahire tüccarıdır. Konstantin Efendi’nin fiziksel ve ruhsal betimlemesi yapılarak kişiliği ayrıntıları ile verilir. Diğeri, Mühendis Ahmet Bey, deri tüccarı Hollandalı’nın bahçesini düzeltmek için yol kenarındaki çimleri yoldurmaktadır. Bu durum, şu sözlerle dile getirilir: “Kuşları boğdular, çimleri söktüler, yollar çamur içinde kaldı.”
Sait Faik, sanatçı duyarlılığı, sezgisi ve çarpıcı anlatımıyla okuru sarsar, gelecek hakkında uyarır. Doğa güzelliklerinin düşüncesizce, sorumsuzca yok edilmesi üzerinde durur. İnsana yakışır duygulara, güzellik duygusuna yer verilmesi konusunda okuru uyarır.
Senelerdir kuşların adaya gelmemeleri üzerinde özellikle durulur. Kuş seslerinde yoksun bir doğanın eksikliği çarpıcı ayrıntılarla verilir. “Sonbahar kocayemişleri, beyaz esmer bulutları, durgun maviliği, bol yeşiliyle kuşlarla beraber olunca, insana sulh, şiir, şair, edebiyat, resim, musiki, mesut insanlarla dolu anlaşmış, sevişmiş, açsız, hırssız bir dünya düşündürüyor.”
Yeşilliklerin sökülmesinde devletin duyarsızlığını da karakolun
ilgisizliğiyle açıklayan anlatıcı, gelecek açısından umutsuz olduğunu belirtir.
Metin, şu sözlerle tamamlanır: ‘Dünya değişiyor dostlarım. Günün birinde gökyüzünde güz mevsiminde artık esmer lekeler göremiyeceksinz. Günün birinde yol kenarlarında toprak anamızın koyu yeşil saçlarını da göremiyeceksiniz. Bizim için değil ama, çocuklar, sizin için kötü olacak. Biz kuşları ve yeşillikleri çok gördük. Sizin için kötü olacak. Benden hikâyesi.’
Uygulama 2
Sabahattin Ali’nin Ses adlı öyküsünü özetleyiniz.
Anlatım Biçimi: Açıklama
Metin, Beyşehir-Konya arasında yolculuk yapan anlatıcının tanık olduğu ayrıntıları aktarmasıyla başlar. Yolculuğun yapıldığı kamyon arızalandığı için yolcular saatlerce beklemek zorunda kalmıştır. Şoför ve muavinin aracı tamir çabaları anlatıldıktan sonra, anlatıcının dikkati çevreye yönelir, yol çalışması yapan işçilerin çadırları anlatıcının dikkatini çeker; diğer yolcuların ve yol arkadaşının davranışlarını aktarır. Neredeyse ay görünmek üzeredir. Kamyonun tamiri bitmemiştir. Anlatıcının yol arkadaşı müzik eğitimiyle uğraşan biridir.
Beklemenin sıkıntısı aktarılırken, anlatıcı ve yol arkadaşı, bir saz sesiyle irkilir. Gür, tatlı, derin anlamlı, sarsıcı sesten bir halk türküsü duyulur. Anlatıcı, çadırın önünde saz çalan delikanlıyı, daha çok saz ile el arasındaki ilişki bağlamında anlatır. Diğer yolcular da saz çalıp türkü söyleyen gencin etrafında toplanmıştır. Anlatıcının yol arkadaşı, gençle tanışır. Kendisinin müzik eğitimiyle uğraştığını ve adının Ali olduğunu öğrendiği gencin müzik yeteneğini değerlendirmek için Ankara’ya gelmesi gerektiğini söyler.
Bu sırada kamyonun tamiri bitmiştir. Yola çıkmak için acele edilmektedir.
Anlatıcının yol arkadaşı Ali’ye verdiği sözü yerine getirmek için çok uğraşır. Çünkü, Ali’nin, büyük bir sanatçı olacağına dair inancı tamdır. Anlatıcının müzisyen arkadaşına söylediği şu sözler, metnin gelişimini özetleyen ayrıntılar içermesi bakımından oldukça önemlidir:
"Hakkın var. Fakat o sesin bizim üzerimizde bu kadar kuvvetli iz bırakmasında onu dinlediğimiz gecenin hiç tesiri yok mu idi acaba? Mehtap! Şırıltısı kah duyulan, kah kaybolan küçük dere. . . İki dağ arasında uzanan kıvrıntılı dar vadi, ve nihayet hiç beklemediğimiz bir amele çadırından tabiatın içine yayılıveren bir ses. . . Bütün bunlar, o gecenin ürkek sessizliğinde bizi garip bir romantizm içine atmış ve alelade veya biraz daha iyice bir sesi bize fevkalade gibi göstermiş olamaz mı?"
Yol parası Konya Belediyesi’nce karşılanan Ali, Ankara’ya getirilir. Sınav, istenildiği gibi geçmez. Ali, başarılı olamamıştır. Yabancı olduğu bir mekânın şaşkınlığını yaşar. Doğallığını kaybeder. Sazını istediği gibi çalamaz, sesini istediği gibi kullanamaz. Türküyü sıkıntılı bir biçimde bitirir. Bir kısmı yabancılardan oluşan sınav komisyonunun dikkatini çekemez. Özellikle piyano karşısındaki durumu trajik bir biçimde aktarılır. Hayatında ilk kez gördüğü bir müzik aletinden çıkan sesi tekrarlamakta zorlanır, daha doğrusu ne yapması gerektiğini kestiremez. Bu durumu, ‘Bu mekânda sesimi bir türlü bulamadım.’ sözüyle anlatır.
Sivaslı Ali, tematik güce ait değerlerin öyküdeki taşıyıcı olmasına rağmen, Ankara’da haksız ve eşit olmayan koşullarda katıldığı sınavı kaybedince kimseye kin tutmaz. Hatta, kendisini şehre çağıranların mahcup olabileceklerini düşünerek üzülür ve buna meydan vermemek için de sazını satıp yol parası yaparak ansızın ortadan kaybolur.
Olayın tanığı durumundaki anlatıcı ise, Ali’nin karşısında yarışan “şişman” çocuğu karşı güç grubunda göstermediği gibi, onun iyi bir eğitim gördüğünü ve mükemmel bir sese sahip olduğunu da özellikle belirtir.
Metinde, yalın ve çıkarsız insan sevgisi gerçekçi bir yaklaşımla ele alınır. Anlatıcı ve müzisyen arkadaşı, Sivaslı Ali’ye rastladıklarında, ondaki müzik yeteneğinin gelişmesi ve değerlendirilmesi için büyük gayret gösterirler. Ali’nin masum, utangaç, fakat biraz mağrur tavrı karşısında adeta saygıyla eğilen anlatıcı, onu yalın ve sade Anadolu insanının temsilcisi olarak görür ve yüceltir.
Metinde, romantik duyguları kabartan doğa ile zorunlu bir buluşmada, Anadolu insanının kanını kaynatıp, gönlünü yakan bir türkü aracılığıyla başlayan olay, yine ezilmiş Anadolu erkeğine yakışır bir şekilde son bulur.