13 EKİM, ÇARŞAMBA, 2021

“Yazmak, Benim Dünyadan Kaçış Biletim”

İlk öykü kitabı Portakal Yokuşu ile geçtiğimiz haftalarda Holden Kitap aracılığıyla okurla buluşan Asuman Toprak Deniz ile “Kendime yeni bir dünya oluşturmak, baştan inşa etmek bana çok iyi geliyor” dediği yazma serüveni, etkilendiği yazarlar ve Portakal Yokuşu üzerine konuştuk.

 “Yazmak, Benim Dünyadan Kaçış Biletim”

Uludağ Üniversitesi, Türk Dili ve Edebiyatı bölümü mezunusunuz ve bu durum sizin yazınınız için oldukça önemli olsa gerek. Edebiyat formasyonundan gelen biri için yazarlık nasıl bir anlam ifade ediyor?

Sanırım başka bölüm okusaydım ben yine yazardım. Yazmak, benim dünyadan kaçış biletim. Kendime yeni bir dünya oluşturmak, baştan inşa etmek bana çok iyi geliyor. Yazmayı öğrendikten sonra başladı benim yazı serüvenim. Önce günlükler sonra iç dökümleri, denemeler derken sonunda öykü kitabı ile taçlandı. Edebiyat okumam bana okuma disiplini kazandırdı ve bu yazma konusunda bana yol gösterdi.

Gerek formasyonunuz gerekse okuma deneyimleriniz bize iyi bir okur olduğunuzu yakından hissettiriyor. Bu noktada, sizin için önemli olan isimler; yazın sürecinizde size ilham veren kitap veya yazarlar oldu mu?

Üniversite bana okuma disiplini kazandırmıştı. Yüksek lisans ile beraber öykü serüvenim başladı. Tezimde 1980’den günümüze kadar yazılan öykü kitaplarında toplumsal çözülmeleri inceledim. Bu ilk basamaktı benim için. Tezim bittikten sonra öykülerimi yazmaya başladım.  Bu süreçte bana iyi gelen, ilham veren okuyup bitirdiğim kitaplara açıp açıp baktım. Altını çizdiğim cümleleri tekrar tekrar okumak bana güç verdi. Rebecca Solnit benim için çok kıymetli. Füruzan, Ahmet Hamdi Tanpınar, Ursula K. Le Guin Ferit Edgü, Ahmet Altan, Ömür İklim Demir, Wilhelm Genazino, Şule Gürbüz ve Selçuk Baran aklıma ilk gelenlerden.

Portakal Yokuşu, yayımlanan ve sizi okura tanıtan ilk öykü kitabı. Bu ilk eseri kaleme alırken nasıl bir süreçten geçtiniz? Kitaptaki öyküler nasıl gün yüzüne çıktı?

Bu sürecin başlangıcı aslında İstanbul, açık söylemek gerekirse. İstanbul’da yaşamaya başladıktan sonra her sokak, her insan, her ev, her köşe başı bana ilham verdi. Yürüdüğüm sokaklar, çiçeklenen ağaçlar, metruk yerler, harabe evler, ıhlamurların haziranda sokakları yıkaması, mayısta erguvanların boğazı süslemesi, şubatta mimozaların baştan çıkarıcı kokusu… Her ne kadar kadın hikâyeleri anlatsam da içimde hep İstanbul vardı.

Portakal Yokuşu’nun altbaşlığı “Kadın Hikâyeleri”. İçerisinde bulunduğumuz çağın ve ülkenin şartları düşünüldüğünde hem bu başlık hem de öykülerdeki içerik daha da dikkat çekiyor. Kitap için neden böyle bir alt başlık seçtiniz ve neden “kadın hikâyeleri”?

Yaşar Kemal’in dediği gibi bu ülkede dört şey olmayacaksın; kadın, çocuk, ağaç, sokak hayvanı. Kadın hikâyeleri, bilinçli bir tercihti. Kadın gibi bakmak, toplumumuzdaki en büyük eksiklik. Sesi çıkamayan, örselenen, varlığı yok sayılan, ezilen kadınların sesi olmak istedim. Aynı yaraya sahip olan birçok kadının, kendilerini yalnız hissetmemeleri için yazdım. Acıyı paylaşmanın o tuhaf yakınlığı sarsın istedim okuyanları.

Öykülerinizde geçmiş ve anılar oldukça önemli bir yer tutuyor. Kişinin karakterinin oluşumunda ve şimdi’sinde geçmişin rolü düşünüldüğünde bu oldukça büyük bir mesele aslında. Sizi yazınsal anlamda geçmişe ve anılara bunca güçlü bir şekilde yönlendiren nedir?

Ben kendimi bildim bileli eskiye özlem duyan biriyimdir. Kendimi bir eskici, diye tanımlarım çoğu zaman. Yani bir ruh hâli. Geçmişin elbiselerini giyip şimdide dolaşmak, yaşamak beni mutlu ediyor. İster istemez bu hâl yazıma da yansıyor. Babaannemden dinleyerek büyüdüğüm hikâyelerin, anıların da bunda etkisi var. O kadar tatlı tatlı anlatılan hikâyelerde insan kendini onların yerine koyup hayal etmeden duramıyor. Hele bir de çocuksanız.

Öykülerinizde isimsiz, şehirde başıboş dolaşan, kimi arkadaş kimi geçmişten bir yüz arayan birçok farklı kadın karaktere rastlıyoruz. Şehri, geçmişi, anılarını sürekli kurcalayan tüm bu kadınlar neyi ararlar? Onları böylesi bir ortak paydada birleştiren nedir?

Galiba kaybettikleri benliklerini arıyorlar. Başkası için yaşayan, hep kendinden veren, isteklerini, arzularını erteleyen bu kadınlar “kendi”leri olma derdindeler. Kadın, kendi olma noktasında birçok baskıyla büyüyor. En çok da “ne derler” dediğimiz bizi sınırlayan bir put var, İsmet Özel’in dediği gibi. Zaman geçip, bir şekilde maddi veya ruhsal bağımsızlıklarını ilan ettikleri zaman bir yerde kaybolan kimliklerini bulmak için kimi anılarını deşiyor, kimi sokak sokak dolaşıyor, kimi şehri terk edip yeni bir sayfa açıyor, kimi sevdiğini terk ediyor. Onların bir şekilde kendilerini yeniden bulduklarına, kendilerini çok sevdiklerine ve sıkı sıkı kendilerine sarıldıklarına inanıyorum.

Portakal Yokuşu’ndaki bir diğer özel konu öykülerde tercih ettiğiniz dil. Sözü oldukça kısa ve doğrudan bir yolla karşı tarafa ileten, hayatımızın içinden kelime ve ifadelerle örülen bu dil nasıl oluştu? Öykü diliniz üzerine ne söylersiniz?

Açık söylemek gerekirse bu kendiliğinden olan bir şey. Yazın dili okuduklarımdan bağımsız değil tabii. Ben uzun, ağdalı cümlelerin insanı değilim. Gördüğüm bir güzelliği en basit ama vurucu bir şekilde anlatmanın yanındayım. İnsanı yormayan ama etkileyen, akılda kalan cümleler benim cümlelerim.

Öykülerinizin önemli bir bölümü doğrudan “ben anlatısı” ve “ben dili” ile kurulu. Bu tercihinizin özel bir sebebi var mı? Sizi doğrudan kahramanlarınıza ses vermeye yönlendiren nedir?

Ben dili okurla en kolay özdeşim kurulan dil bence. Bazı duygular özdeşim kurulmadan anlatılamıyor. Öyküyü uzun bir şiir kabul edersek, şiiri de gün yüzü görmemiş duygulara erişmek olarak tanımlarsak bu kuytu köşelere ulaşmak için ben dilinden başka yol görünmüyor.

Refia ve Atıfet Hanım gibi ismi öykü başlığına da taşan, şahsiyet ve düşünceleriyle dikkat çeken özel kadın kahramanlarınız da ayrıca kıymetli. Peki, bir kahraman öyküsü kurgularken nelere dikkat edersiniz?

Bu iki öykünün önce isimleri kondu. İsimlerin tınısı bana öyküyü yazdırdı. Refia’yı, bir sonbahar günü sabahın erkeninde kimsecikler yokken Moda Çay Bahçesi’nde yazmıştım. Yanıma çok yaşlı, sarı döpiyesli bir teyze oturmuştu. Bu kadar erken vakitte, bu döpiyesi giyip çay içmeye gelmesine hayran olmuştum. Hâlini hatırını sormuş en son da ismini öğrenmiştim. İsmi Refia’ydı. Ve orada o hikâyeyi yazıp bitirdim.

​Atıfet öyküsünün de benzer bir hikâyesi var. Yani kısacası isimler kendi öykülerini yazdırdı. Önceden planlanan, kurgusu tasarlanan öyküler değil bunlar.

Son bir soru olarak, yazın süreciniz nasıl ilerleyecek; yakın dönem için üzerinde çalıştığınız başka eserler var mı?

Geçen sene başladığım bir kitap var. Yazarların, şairlerin, ressamların aşkları hakkında bir inceleme. Ona başlayıp ara vermiştim. Şimdilerde tekrar yazmaya başladım. Kısa süre içinde bitmesini umuyorum. Onun dışında bir roman fikri var. Sabah gözümü açar açmaz kurguladığım karakterler yanı başımda oluyorlar. Günü onlarla geçiriyorum. Şu anda düşünme aşamasındayım. Kelimler dökülürse şayet bir gün kalemimden ben de merakla bekliyorum.

Kapakta kullanılan kolaj Fitacola'ya aittir.

0
4081
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Geldanlage