Yaşına bakınca yedinci kitabıyla karşınıza çıktığına inanmakta güçlük çekebilirsiniz. Ama edebiyata okumaya ve yazmaya olan tutkusunun onu buralara sürüklediğini de görebilirsiniz. Gülşah Elikbank'tan söz ediyoruz. Son dönemin en çok konuşulan yazarlarından...
Başarısından söz ettirmesinin pek çok yanı var ama en etkili kısmı okur yelpazesinin geniş olması. Onu ilk okul öğrencileri de liseliler de üniversiteliler de yetişkinler de iyi tanıyor. Çocuk edebiyatından, fantastik edebiyattan, gazetecilikten, İzmirliler için hazırladığı edebiyat etkinliklerinden gözler ona aşina...
Şimdi de "Yalancılar ve Sevgililer "romanıyla bizi bambaşka bir zamana taşıyor.
Son romanınız Yalancılar ve Sevgililer, kasım ayında Kırmızı Kedi etiketiyle raflarda yerini aldı. Ele aldığınız konu(lar) bakımından roman kısa zamanda ilgi çekti. Öncelikle Romanya'ya köprü kuran bu romanı yazma fikri nasıl ortaya çıktı?
Doğrusu romanlarda ülkelerin ve şehirlerin tıpkı bir karakter gibi yer almasından çok hoşlanırım. Romanda Vlad Tepeş ve Çavuşesku birer yan karakter olsa da atmosferi oluşturan Romanya/Transilvanya asıl belirleyici unsur. Oraya has bir dil ve anlam bütünlüğü oldu romanda. Bunda ise, 2004 yılından bu yana ülke ile olan yakın ilişkim, Drakula’ya olan ilgim etkili oldu. Her şey bir iş seyahatinde başladı ama Drakula’nın sesi bir süre sonra sesim oldu. Gerçeğin peşinden giderken kendimi bambaşka bir büyünün içinde buldum.
Romanda bizi zaman yolculuğuna çıkarıyorsunuz. 1400'lü yıllar ve günümüz arasında gidip geliyoruz. Böylesi bir kurguda heyecanı canlı tutmak zor olmadı mı? Bir de bu soruya bağlantılı olarak şunu sormak istiyorum, tarihsel roman gibi görünse de polisiye ve fantastik romanın unsurlarını da taşıyor kitap.
Siz romanların ve yazarların bu şekilde kategorize edilmesine nasıl bakıyorsunuz?
Ben, iyi bir yazarın her türü yazabileceğine inanırım. Bizi türler arası seçime zorlayan şey, piyasa koşulları. Yani beni rafta bir yere konumlamak istiyor piyasa ki işi kolaylaşsın. Ama ben sadece bir marka, bir ürün değilim ki bir insanım. Her yıl bakış açım, ilgi alanlarım değişiyor, bir kere hayat çok dinamik. Beni aynı yerde kalmaya kimse zorlayamaz. En azından ben kişi olarak böyle biri değilim. Bir anım bir anıma bile uymaz benim. Neyi dert ediyorsam ve onu en iyi hangi şekilde yazabileceğime inanıyorsam öyle yaparım. Okurlarım da buna alıştı sanki. Her romanda onları başka bir sürpriz bekliyor çünkü.
Vlad Tepeş, nam-ı diğer Kazıklı Voyvoda'nın anlatıldığı bir roman olarak algılansa da satırlara daldıkça öyle olmadığı açıkça görülüyor. Başka hangi konulara ya da yaralara dokunduğunuzu sizden duysak?
Yalancılar ve Sevgililer’in çıkış noktası insanın içindeki zalimi, kötüyü tanımaktı. Kötülüğün haklı bir nedeni, maruzatı olur mu, sorusuna aranan bir yanıt aslında. Ama tabii ki bir kadın olarak, kadını ve onun kanayan yanlarını anlatmak benim için önemli. Bu romanda iki farklı kadın karakter var. Biri ilk aşkını yitirmiş, kayıp bir ruh, amaçsız kalmış savruluyor. Diğeri çocukluğunda cinsel istismara maruz kalmış, üstelik annesi buna göz yummuş, çocukluğunu, masumiyetini kaybetmiş ve bunu arıyor hayatı boyunca. Yaralı karakterler hepsi de. Dibe vurmuş kahramanların çıkış anlarını ve nedenlerini anlatmayı seviyorum. Bir de tabii işin tarihi arka planı var. Görünen ve görünmeyen yanları ile. Diktatörlük dönemi ve gücün sarhoşluğu.
Diğer kitaplarınızdan da - özellikle Aşkın Gölgesi'nden - yola çıkarak sormak istiyorum, aşkın bittiği yerde yeniden yeşerdiğini görüyoruz. Aşk ve umut kelimesini birleştirmiş gibisiniz? Siz ne düşünüyorsunuz?
Çok sevdiğim bir söz var: “Ölene dek sevmek diye bir şey yok. Çünkü aşk, ölümsüzdür.” diye. Bu nedenle bir insan bir kere aşık olmuşsa, aşkın her halini bilir. O duygu bir kere içinize sızdı mı, artık kurtuluşunuz yoktur. Biten aşklar belki vardır ama hayat boşluk kaldırmaz, yerine yenisi gelir mutlaka. İnsan da hayat da böyledir. Her biten aşk başka bir aşkın ateşini yakmak için, yoldan çekilir. O yüzden umut hep köşe başındadır. Doğru zaman bizim için yoktur fakat aşk için vardır. O zamanını bilir. Ben aşkın tutkusuna inanırım. Tutkuları ile yaşayan bir kadınım ve aşkı yazarken de bu yönüyle yazarım. Aşk her zaman ikinci bir şansı hak eder. Ama şansı hak etmeyen erkekler vardır. Aradaki incelikli farkı bilmek gerek.
Yalancılar ve Sevgililer'de kadının toplumdaki yerini ne açıdan sorguladınız?
Bir kız çocuğu annesi ve babasız büyümüş bir kadın olarak, bu toplumda kadının yerini çokça dert ettiğim doğru. Özellikle son 12 yıllık süreç beni çok endişelendiriyor. Kızımın nasıl bir ülkede yaşayacağı konusunda net bir fikrim yok ve bundan hiç hoşlanmıyorum. Bir kadın olarak iktidarın beni konumladığı yerden de memnun değilim. Kadını eve kapatıp, çocuk doğurtup hayatın içinden çekerek, erkeklere hizmet eden ikinci sınıf bir varlık konumuna getirmeye çalışan bu gizli gündemden çok rahatsızım. Hepsini görüyoruz ve sözümüzü de sakınmayacağız. Romanımda da bu yönler açıkça görülebiliyor.
Kahramanınız Maya'yla ortak yönleriniz var mı?
Aşkı algılama biçimimiz olabilir. Bende onun gibi aşkı uçlarda, tüm varlığımla yaşar ve algılarım. O yüzden dibe vurduğum, anlaşılmadığım, kırıldığım çok olmuştur. Ama ben de onun gibi bundan çıkmanın yolunu bulmuşumdur.
Romanınızda "...En büyük acılar bile başka acılarla kucaklaştığında birbirine çare olabilir" diyorsunuz. Bir de mutsuz insanların dünyayı kurtaracağına olan inancınızı dile getiriyorsunuz. Bunları biraz daha açarak anlatır mısınız?
Ben çok küçük yaşta hayata dair net fikirlere sahip olmak zorunda kaldım. İlk öğrendiğim şey; paranın mutluluk getirmediğiydi. İkincisi ise, tek başına mutlu olmanın, mutlu kalmanın bir yolunun olmadığıydı. O yüzden kendimize yapacağımız en büyük iyilik aslında bir başkasına yardım etmek, onun yüzünü güldürmektir. Mutsuzluk konusunda gelince, yazarlar mutlulukla pek ilgilenmez. Zaten mutlu bir yazara da rastlamadım. Mutlu adam neden yazsın?
Yazmak dert işi, biraz da deli işi. Mutsuzluğunun nedeninin farkında olan insan, onu değiştirmek için harekete geçecek farkındalığa da sahip olur, demek istediğim buydu.
Aslında kitapta dinlediğiniz müzik, okumayı sevdiğiniz şair ve yazarlar hakkında ipuçları vermişsiniz. Biz bununla yetinmek istemeyip, daha başka yazar ve şair isimleri, sevdiğiniz filmler, tiyatrolar vs tüyoları daha istesek?
Öncelikle Sevgi Soysal başköşede. Tezer Özlü, Tomris Uyar, İnci Aral. Cemal Süreya, Shakespeare, Turgut Uyar. Kendi çağdaşlarımı mutlaka okurum. Ben Devekuşu Kabare’yi canlı izleyebilen kuşaktanım. Onun üzerine yeni bir iş başaran olmadı. Ferhan Şensoy’u ayrı tutarak söylüyorum tabii. Film konusunda da özellikle fantastik filmlere meraklı olduğumun altını çizebilirim. Müzik de ise Latin ezgileri sabahları, metal müzik ise akşamları tercihimdir.
Biliyorum ki yeni bir kitap çalışmanız başladı. Okuyucularımıza konu hakkında biraz ipucu verseniz...
Daha çok başındayım tabii. Konu “kadın olmak” ve “evlilik” desem aslında epey ipucu vermiş olurum sanırım. Elbette aşk, ihanet ve kendini, hayatı, aşkı anlama, sorgulama ekseninde. Arka planda ise bu sefer Shakespeare ve İngiltere/ Stratford-upon-Avon var.