Farklı üsluba ve hassas gözlem gücüne sahip Nobelli yazar Grazia Deledda’nın otobiyografik romanı Cosima üzerine bir inceleme.
Hayali bir aşkın anısıyla yaşayan çok kadın vardır,
onlar için gerçek aşk Tanrı gibi büyük ve erişilmez bir sırdır.
Cosima, sf. 31.
Kadınların edebiyatın dışına itilmesi, yok sayılması yabancı olduğumuz bir konu değil. Çok eskilere dayanan, hatta günümüzde bile karşılaştığımız bu dışlama ve yok saymanın temelinde mizojini, yani kadın nefretinin yansımaları var. Mizojini, kültür farklılığı tanımıyor, coğrafyanın kader olmasıyla da bir ilgisi yok. Farklı kültürlerde, farklı yaşam tarzlarına ve eğitim seviyelerine sahip adamlar, konu kadınların yok sayılması olduğunda kocaman bir nefret kümesinin bileşenlerine dönüşebiliyorlar.
1871 yılında İtalya’da dünyaya gelen Grazia Deledda’dan beklenen roman yazması değildi. Hele ki yazdığı romanların yayımlanması ve birçok kişinin bu yakışıksız eylemden haberdar olması ailesinin isteyeceği en son şeydi. 19. yüzyılda doğan ve büyüyen bir kadın olarak evleneceği yaşa kadar ev işlerini, terziliği ve çocuk bakımının temellerini öğrenmesi gerekiyordu. Sonrasında da tüm bu vasıflarını taktir edecek bir erkek bulup evlenmeli, onun çocuklarını doğurmaktan-büyütmekten zevk almalı ve kendisine verilen parayla, sevgiyle, ilgiyle idare etmesini öğrenmeliydi. Cosima (yani Deledda), bunların hiçbirini yapmaz; bu önceden belirlenen tablo için en ufak bir heyecan bile duymaz. Tutkusunun peşinden gider; yaşam coşkusunu beyaz atlı prenslerin öpücüklerinde değil, sözcüklerde arar. Sonunda hayallerinin de ötesinde bir şey olur: 1926 yılında Nobel Edebiyat Ödülü’ne değer görülür.
Cosima, oyunları görünce değil defter ve kalemle karşılaştığında heyecanlanan bir çocuktur. Öğrenmeye hevesli, her konuda meraklı olan bu küçük kız, okulda da çok başarılıdır. Arkadaşlarının fısıldaşarak konuştuğu ufak aşk hikâyelerini dinlemektense bahçedeki çiçekleri kokusundan ayırt etmek ile daha çok ilgilidir. On dört yaşındayken şiir ve hikâyeler yazdığı anlaşılır ve her şeyi yargılama heveslisi komşuları tarafından ayıplanır, aşağılanır ve dışlanır. Babasının ölümünden sonra ailenin sorumluluğunu üstlenen abisi Andrea, kardeşini korumaya ve olayı unutturmaya çalışır. Araya güçlü bir erkek girdiğinden olsa gerek, konu fazla uzamadan unutulur.
Aradan birkaç yıl geçer. Daha iyi bir fotoğraf çektirmek için parası olmayan genç yazar Cosima, evin kilerinden fotoğrafçı için küçük hediyeler aşırır ve hayalindeki yazar fotoğrafına sahip olur. Cosima’nın tamamen kişisel çabası, ısrarları ve bağlantılarıyla yayımlattığı ilk romanı, özellikle kadınlar arasında ilgi görür. Ailesi, eve gelen ücretsiz roman kopyalarıyla ilk karşılaşmalarında büyük bir paniğe kapılır. Ailesinin yaşattığı hayal kırıklığını komşularla olan kapışmalar izler: ¨Sadece suratsız teyzeleri değil, kasabanın muhafazakârları ve okuma bilmeyen ama romanları yasaklı kabul eden kadınlar da kıza cephe aldılar. Cosima’nın üzerine iftiralar, rezil varsayımlar, ahlaksız kehanetler yağdı.¨ Ailesine göre ‘evde kalmış’, komşulara göre ‘yoldan çıkmış’ olan Cosima’nın bu dönemdeki en büyük tesellisi, özellikle kadın okurlarından aldığı övgü dolu mektuplar olur.
İkinci romanı, önemli ve bilinen bir yayıncı tarafından kabul edilir ve Cosima, kimi zaman masalsı kimi zaman engellerden dolayı canını sıkan yeni bir döneme girer. Ancak her ne olursa olsun o artık edebiyat dergilerinden röportaj teklifi alan, romanı başka dillere çevrilecek, okurlarından övgü dolu mektuplar alan genç bir yazardır. İyi haberler de kötü haberler de getiren postacıyı da kendi zihninde mitolojik bir karaktere dönüştürür. Artık yalnızca kelimeler, defterler, mürekkep ve Cosima’nın hayallerinin sözünün geçtiği bir dönem başlar.
Kitabın çevirmeni Leyla Tonguç Basmacı ile kitabı yayıma hazırlayan Müge Karahan ve Mert Tanaydın’ın özenli çalışmasına dikkat çekmek isterim. Kitabın tanıtımlarında masalsı bir dil vurgusu yapılmış ancak bu betimlemeye katılmadığımı not düşeyim. Romanda ne karakterlerde ne anlatımda masalsı bir yan olduğunu düşünmüyorum. Cosima, kahramanlardan, abartıdan uzak, gözlemden ve yaşanmışlardan beslenen ve gücünü, bu toplamı tam da olduğu haliyle anlatmasından alan bir roman. Deledda, kendisi için ailesinin ve toplumun kendinden beklediği rollerle çatışan bir güzergâh belirliyor ve düşe kalka da olsa istediği yere ulaşıyor: Kelimeleri, yüzlerce insanla buluşuyor. Okuyanı, anlayanı ve toplumsal cinsiyet rolleri için tanımlanan görevleri sorgulayanı bol olsun!
Görseller: Rozenn Le Gall