Okumak ve yeniden okumak üzerine pek düşünmeyiz. Birçok edebi yapıt tekrar okunmayı hak eder. Peki ama hangileridir bunlar ve bir ölçütü var mıdır? Kitaplarla her buluşma yeni bir deneyim sunar. Neden mi? Yeniden okumak üzerine bir deneme.
İngilizce ders kitaplarının (alandaki isimleriyle, Main Course) olmazsa olmaz temalarından biri de yabancı bir dil öğrenme uğraşındaki kişiye verilebilecek tavsiyeler ve bunların ifade biçimleridir. Yeni bir dilin ‘havasına’ girme çabasının getirdiği zorluklar genelde iyi bilindiği ve bizzat öğrenen kişi tarafından fazlasıyla tecrübe edildiği için bu recommendation söz ve kalıpları öğrencilerin nispeten kolay kaptığı ve rahat kullandığı ifadeler olur. Buradaki direkt temasın sırrı, kuşkusuz, bu ifadelerin işleviyle, kitabın hitap ettiği kitlenin ruh halinin örtüşmesinde yatar. Ortada, bir tür, anlatılan senin hikâyendir, durumu vardır yani.
Çok uzağa gitmeye gerek yok. Bu tavsiyeler genelde çok okumak, bol bol dinlemek, kelimeleri not ederek çalışmak gibi bildik önerilerden oluşur ve son zamanlarda, uzak ülkelerden online arkadaşlar edinip pratik yapmak gibi günümüz teknolojisinin imkânlarını da devreye sokar. Bir dil öğretmeni olarak bu bahsettiğim tarzdaki sunumların öğrencileri yakaladığına pek çok kez tanık oldum ve geçenlerde yine bir Main Course kitabında buna benzer bir listeyle karşılaştım. Önerilerin en başına Re-read konulmuştu.
Okumak ve yeniden okumak üzerine pek düşünmeyiz. Konu ders çalışmak ve bir sınava hazırlanmak gibi zorunlu bir dış koşul içermiyorsa herhangi bir metni yeniden okumak günlük pratiklerimiz içinde yer almaz. Oysa estetik değeri yüksek edebi eserler söz konusu olduğunda yeniden okumak bir tercihten çok bir gerekliliktir. İkinci (ve sonraki okumalar) okurun aldığı zihinsel hazzı arttırır. Bu tip durumlarda önceki okumanın bıraktığı etki de arka planda çalışır, bu da o metnin gücünü ve yarattığı çağrışımları çoğaltır. Böylece biz okur olmanın keyfini daha çok hissederiz.
Başka bir deyişle, yeni bir dil öğrenirken ve/veya ana dilimizin henüz keşfetmediğimiz sularında dolaşırken bir metni yeniden okumanın ufuk açıcı, zihin açıcı bir işlevi vardır, farklı türden bir besleyici deneyimdir bu. Okur, metni ikinci kez kat ederken ilkinde olduğundan farklı biridir çünkü –bunu, hem geçen zamanın, hem de arada okunan nice başka metnin yarattığı olgunluk sağlar.
Klasiklerin farklı yaşlarda tekrar okunması gerektiği hep söylenegelmiştir. Bunun dışında, edebiyat dünyası sonsuz sayıda yapıt serer önümüze. Gelişigüzel birkaç örnek olmak üzere: Salâh Birsel’in denemeleri, Katherine Mansfield’in öyküleri, Çehov’un oyunları... Aynı şekilde Oktay Akbal’ın anılarında, Kafka’nın günlüklerinde, Proust’un mektuplarında yeniden okunmayı hak eden nice bölümler vardır. Tanpınar’ın şehirlerini sadece bir kez dolaşmak olur mu hiç? Burada şiir sanatını, tabii ki, ayrı bir yere koyuyorum. Kim kendisine hoş gelen, güzel bulduğu bir şiiri sadece bir kez okumakla yetinebilir ki!
Öte yandan, madalyonun öbür yüzünde ‘yazılı sözün’ yaratıcısını görürüz: Bana öyle geliyor ki bir yazar için de en değerli şeydir yeniden okunmak. Kanımca, başka hiçbir dış etki, gerçek bir edebiyat adamını eserinin bir yerlerde yeniden okunduğunu bilmekten daha fazla teşvik edemez. Bu en saf, en dolaysız ve şu veya bu biçimde devreye giren tüm hesap kaygılarından muaf olan bir ilişkidir. Okurlarından bu tip geri dönüşler alan bir yazar neden başka bir ödül istesin ki?
Ünlü İspanyol edebiyatçı Juan Goytisolo da Okumak ve Yeniden Okumak adlı denemesinde bu konuya eğilir. Goytisolo, burada yazınsal metin ve -benim de benimsediğim bir tanımla- yayıncılık ürünü arasındaki kavram karmaşasına dikkat çeker ve ikisi arasındaki belirleyici ölçüyü ‘yapıtın yeniden okumayı gerektirip gerektirmemesi’ olarak koyar:
“Yayıncılık ürünü, hele özenle sarılıp sarmalanmışsa, tam okurun iştihasını doyuracak türdendir; rahatça tüketilir, sindirilir ve boşaltılır… Yazın metni, ondan farklı olarak, ne hemen tanınmayı, ne de okur yığınını anında büyülemeyi amaçlar. Kendisini ‘okuyacak’ kişileri aramaz, ‘yeniden okuyacak’ kişileri arar, yoksalar, çoğu zaman onları yaratmak zorunluğu duyar.”
William Faulkner, Paris Review röportajında Don Kişot’u her yıl okuduğunu söylemişti. Goytisolo da roman sanatının bu ilk ve başat örneğini ayrı bir yere koyuyor: “Bir kitabı yeniden okumak yazarın bulaşıcı önerisini hevesle benimsemek demektir. Yazının doğasından gelen bu gücü yakalamayı Cervantes kadar iyi başarmış bir sanatçı yoktur.”
Ama Juan Goytisolo durumu biraz abartmıştır! Metis Seçkileri arasında çıkan Yeryüzünde bir Sürgün adlı kitaptan öğrendiğimize göre aslında bir konferans metni olan Okumak ve Yeniden Okumak adlı makale 1992 tarihlidir ve yazarımız burada ilginç bir itirafta bulunur:
“Hayli uzun bir süreden beri -on yıl mı desem, on iki yıl mı?- okumuyorum, ya da yalnızca göz gezdiriyorum; eskiden okumuş olduğum metinleri yeniden okuyorum. Yaşımı ve zamanımı yazı dostluk ve yolculular gibi ilk gereksinimim olan şeyler arasında paylaştırma zorunluluğunu bilincinin baskısı altında, kitaplara ancak sınırlı süre ayırabileceğimi biliyorum. O zaman nasıl olur da o süreyi ilgimi bir okuyuşta tüketen ve yarar sağlamadan tüketilen yapıtlarla ziyan edebilirim?”
Yeniden okumak bir gereklilik değil, çoğumuza göre. Bunun sebepleri için de çok uzağa gitmeye gerek yok; şunun şurasında karnemiz ilk okumalar açısından bile oldukça zayıf. Genelde kitap okumayışımızı bunun için yeterli zamanı bulamamakla açıklıyoruz ya, böyle bir kültürel iklimde kavramın telaffuzu bile lüks duruyor. Hele bu zamanı neleri yeniden ve tekrar tekrar yapmaya ayırdığımızı düşünecek olursak.
Görseller Hossein Zare'ye aittir.