Meredith Russo’nun kendi deneyiminden izler taşıyan, bir ruhun ait olduğu bedeni buluşunun cesur ve ilham veren hikâyesini anlattığı Eğer Kızın Olsaydım romanı üzerine bir inceleme.
Bazı hikâyeler anlatılmak ister. Bu hikâyeler başıboş bulutlar gibidir. Eğer doğru zamanda doğru yerde bulunursanız içinize sızıverirler. Bazı hikâyeler bağırılmak ister. Bu hikâyeleri barındırdığı öfkeden tanırsınız. Bazı hikâyeler ise birer çığlık gibi atılmalıdır. Bunlar en derininizden kopan, en başından beri size ait olan hikâyelerdir. Yabancı Yayınları’nın son yayımlanan kitaplarından Eğer Kızın Olsaydım işte bu türden bir hikâye.
Hikâyenin ana kahramanı Amanda Hardy pek çoğumuza tanıdık, belki pek çoklarımıza da sıradan gelecek genç bir kız. Genç yetişkin romanlarında benzerlerine sıklıkla rastladığımız biri. Fakat onu yaşıtlarından ayıran bir şey var; sakladığı büyük sır. Bu öyle bir sır ki adeta Amanda ile hayat arasında duruyor, ona geçit vermiyor.
Ebeveynleri uzun süre evvel boşanan ve uzun yıllar annesiyle baş başa yaşadıktan sonra bazı sebeplerle babasının yanına taşınan Amanda, oraya adım attığı ilk günde Lambertville Lisesi öğrencilerinin dikkatini çekecek kadar güzeldi fakat içinde yaşadığı bedene kavuşması için epey yol kat etmesi gerekti. Zira Amanda, bu dünyaya Andrew adıyla ve bir erkek bedeniyle gelmişti. Bu hikâye için bir çığlık yakıştırması yapmam da tam olarak buradan ileri geliyor, zira yazar Meredith Russo kendi deyimiyle “2013’te kendi gerçekliğini yaşamaya başlamış ve bir daha arkasına dönüp bakmamış” trans bir kadın ve anlattığı hikâye de büyük ölçüde kişisel deneyimlerine dayanıyor. Yazar, bir yandan Amanda’yı bir lise habitatının “popüler kızı” hâline getirerek adeta bir ergenlik düşü sunarken geçmişe yaptığı dönüşlerle Amanda’nın başa çıkmak zorunda kaldığı şiddet, nefret, dışlanma ve toplumdışı kalma korkusunu beceriyle okura iletmeyi başarıyor. Bunun hikâyenin içinde bir denge kurulmasını sağladığı ve bir yönüyle adeta bir peri masalı olmaya müsait bu hikâyeyi gerçekçi bir zemine oturttuğunu söyleyebiliriz. Hikâye, anlatıcısının bir ergen olmasının getirdiği havai dramayı bir trans kadın olmasının getirdiği yer yer sarsıcı gerçeklikle ustaca harmanlıyor.
Ne yazık ki Türkiye’de henüz ne LGBTİ+ karakterlere ne de kuir temalara pek sık rastlayamıyoruz. Geçmişe dönüp baktığımızda ağırlıklı olarak erkek yazarlar tarafından kaleme alınan “kadınlar arası aşk” temalarının arasında Perihan Mağden’in Ali ile Ramazan’ı gibi örnekler de çıkmıyor değil karşımıza. Fakat konu genç yetişkin türü olduğunda çoğunlukla çeviri romanlardan söz edebiliyoruz ki onların bile epey kısıtlı olduğunu ve pek çok yayıncının tepki çekmek kaygısıyla kuir temalı romanları basmaktan geri durduğunu söylemeden geçemeyeceğim. Bu nedenle, yeri gelmişken, Yabancı Yayınları’nı trans bir yazarın trans bir kadını anlattığı hikâyesini okurla buluşturdukları için tebrik ederim.
Eğer Kızın Olsaydım trans gençler için bir “yolunu bulma kılavuzu” değil, bir peri masalı değil, bir otobiyografi değil. Tüm bunların ötesinde, bir ruhun ait olduğu bedeni buluşunun hikâyesi. Bir kaçışın ve yuvaya varışın hikâyesi. Bu, Amanda’nın annesinin deyişiyle, “mutluluğu” bulan bir kızın hikâyesi.
Tasarımda kullanılan illüstrasyonlar Trembelat ve Lydia Ortiz'e aittir.