05 EYLÜL, PAZARTESİ, 2022

Yitirilmiş Anlamlar Çağında Yaşamak

Todd May’in Evren Albert Camus’nün savunduğu gibi sessiz midir, yoksa Aristoteles’in söylediği gibi bu sonsuzluktaki yerimizi ve rolümüzü bulmamız için kulağımıza mı fısıldamaktadır?” sorusunun peşinden gittiği kitabı Anlamlı Bir Yaşam – Sessiz Bir Evrende Anlam Arayışı üzerine bir yazı.

Yitirilmiş Anlamlar Çağında Yaşamak

Başlarda işler yolundaydı. Tüm evren insanlığa hizmet için tepede asılı duruyordu. Güneş bizi ısıtmak ve aydınlatmak için etrafımızda dolanıyordu. İnsan cennetten kovulmuştu ama dünyanın efendisiydi. Gurur verici bir efendiliği vardı insanın. Solucanlardan güneş sistemine kadar her şey insan içindi.

Her güzel şeyin bir sonu olacaktı. Kopernik Devrimi olarak adlandırılan, dünya tarihinin en köklü değişimlerinden biri yaşandı. Copernicus, daha 16. yüzyılda, evrenin merkezinin dünya olmadığını fark etti. Güneş bizim için orada değildi. Biz Güneş sayesinde hayattaydık. Evrenimizin merkezi Dünya değil, Güneş’ti.

Bütün dinsel ve kültürel geleneği reddeden bir görüştü bu. Her şey insan için olmalıydı. Copernicus, kilisenin yoğun baskısına maruz kaldı. İnsanın efendiliğine, yüceliğine zarar veren bir düşünce, tabii ki hoş karşılanmadı.

İnsanlık, bu darbeyi de sindirdi. Evet, evrenin merkezi biz değildik, ama canlıların en akıllısıydık. Kopernik Devrimi’nden sonra, artık evrenin efendisi değildik ama dünyanın efendisiydik.

Bunun da bir sonu olacaktı.

Copernicus’tan birkaç yüzyıl sonra, Charles Darwin dünyaya geldi. İnsanların da tüm canlılar gibi olduğunu yani tek hücreli canlıların milyonlarca yıllık evrimsel mekanizmanın bir sonucu olduğunu gösterdi. Bu görüşü de kimse kabul etmedi. İnsan dünyanın efendisiydi. Ancak dünyanın efendisi olduğu zanneden insan, bir fare, primat, balık veya kuşla aynı biyolojik süreçlere sahipti. Sadece sonuçlar farklıydı.

Önce evrenin efendisi olmaktan kovulan insan, Darwin’le birlikte dünyanın efendisi olmaktan da kovulmuştu. Elimizde hiçbir şey kalmamış gibiydi. Hiçbir şeyin kontrolü bizde değildi. Öylece, belirli koşulların bir araya gelmesi sonucu ortaya çıkan yaratıklardık.

İnsanlık, o ünlü böbürlenmelerini dayandıracak şeylerden yoksun kalmıştı. Sonra, insanın kendi kendisinin efendisi olduğu söylenegeldi. Ne evren, ne de dünya; insan yalnızca kendisinin efendisiydi.

O anda Sigmund Freud, piposunu ağzına götürdü.

İnsan kendisinin efendisi olmaktan da uzaktı. Haberi olmadan doğuyordu, çeşitli yetişme ve çevre koşullarına maruz kalıyordu. İradesi sıska ve sabırsızdı. İnsan kendi içinde irrasyonel ve yıkıcıydı.

İnsanın elinde hiçbir şey kalmamıştı. Ne evren, ne dünya ne de kendisi.

Yıllar geçti. Dünya savaşları, atom bombaları, yıkılan, kurulan, gelişen ve çöken ülkeler…

​Carl Sagan, 14 Şubat 1990 tarihinde, Nasa’dan bir ricada bulundu: Görevini tamamlamış olan Voyager I aracı, Güneş Sistemi’nden çıkmak üzereyken, son kez dönüp Dünya’ya baksın ve bir fotoğraf çeksin istiyordu Sagan. Ricası üzerine, milyarlarca ışık yılı uzağa gitmek üzere olan Voyager I, son bir bakış attı dünyaya.

İşte son bakış. Dünya’nın nerede olduğu işaretlenmiş olmasa, fark edilmeyecek kadar küçük. Sagan’ın “Soluk Mavi Nokta” dediği şeydi, hepimizin yuvası. Sagan, bu fotoğraf üzerine şöyle yazar:

“Bu soluk ışık noktası, bütün o böbürlenmelerimize, kendimize atfettiğimiz öneme ve evrende ayrıcalıklı bir yere sahip olduğumuz hakkındaki yanlış inancımıza büyük bir karşılık veriyor. Gezegenimiz, etrafımızı saran o devasa kozmik karanlığın içerisinde tek başına duran bir toz zerreciğidir. İçinde olduğumuz bilinmezlik ve tüm bu enginliğin içerisinde, başka bir yerden gelip bizi bizden kurtaracaklarına dair hiçbir ipucu yok. (1)

Copernicus, Darwin, Freud, Sagan… İnsanın efendiliği yoktur artık. Gökten düşmemiş, yeryüzüne çakılmıştır.

İnsanın çok büyük bir krizde olduğu bilinen bir gerçektir. Anlam krizi. Tüm bunlara ne için? Burada ne yapıyoruz? Tüm bunların anlamı ne?

Todd May’in Mayıs 2022’de İrene Kitap’tan çıkan kitabı, Anlamlı Bir Yaşam, işte bu sorularla hesaplaşıyoruz. Hiçbir şeyin efendisi değiliz, ayrıcalıklı bir yerde değiliz; evrenin sonsuzluğunda, bir toz zerreciğinde, öylece yaşamak zorunda bırakılan insanlarız.

Filozof Todd May, yaşamın anlamına dair yazmadan önce, daha temel bir soruyla başlıyor: “Yaşamın anlamlılığına dair sorular sormanın manası nedir?”

Önemli bir sorudur bu. Bu sorunun etrafında dönüp dolaşan başka sorular da vardır. Söz gelimi, dünya bir anlam içermek zorunda mıdır? Ya da bir anlam varsa, bu anlam insanın verdiği bir anlam mıdır yoksa dünyanın verdiği bir anlam mıdır? Öznel ve nesnel anlam problemi, Todd May için kritiktir. May’e göre, öncelikli iki durum vardır: Eğer yaşam, insanın canlı oluşuna dair bir anlam barındırıyorsa, bu anlamı keşfetmek insan için bir görev hâline gelir. İkinci durum ise, evrenin bizden bağımsız bir anlam barındırdığı düşüncesidir. Bu durumda, biz bir anlam arayalım ya da aramayalım, evren anlamı içermeye devam eder. Filozof May, evrenin bizden bağımsız bir anlam barındırıyor olması konusunda, Camus’den bahseder; evren öyle sessizdir ki, bizim anlam arayışımızı umursamaz. Evrenin sessizliği korkunçtur, çünkü anlam barındıran bir evrenin sessizliğidir bu. Peki insan bu krizden nasıl çıkabilecektir?

Todd May, kitabın hemen başlarında, Aristoteles’in düşüncesini, Camus’ye bir cevap olarak kullanır. Aristoteles’e göre evren, ancak bizden bağımsız bir anlama sahipse anlam içerir. Çünkü Aristoteles’e göre her şeyin bir telos’u (nihai amaç) vardır. İnsanlar da kendi telos’larını keşfetmeli, evrendeki yerlerini bulmalılar. Aristoteles’e göre evren sessiz değildir; yalnızca onu konuşturmamız gerekir.

May, Aristoteles’in çağında yaşasaydık, bu düşüncenin bizi ikna edebileceğini belirtir. Günümüzdeki evren, Aristoteles’in evreni gibi kendi telos’una sahip, belirli bir rasyonellik içeren bir evren değildir. Peki Tanrı? Tanrı bize bir anlam verebilir mi? May, Tanrı’nın Aristoteles’in rasyonel evrenine benzer bir görevi olduğunu belirtir. Bir şeyler içeren, insana anlam bulma olanağı veren evren, aslında bir çeşit tanrıdır. Ancak ne yazık ki, Tanrı bize bir anlam vermez. Çünkü birçok farklı tanrı, birçok farklı anlam iddiasıyla kültür tarihinde yer almıştır. Hangi tanrı ve hangi anlam?

Bu kadar darbeden sonra, insan neye tutunacaktır?

Heidegger, şöyle yazar: “İstediği kadar zengin ve girift kategoriler sistemine sahip olsun, bütün ontolojiler evvela varlığın anlamını yeterli ölçüde aydınlatmadıkça ve bu aydınlatma işini temel görev olarak kavramadıkça esasen kör ve öz amacından sapmış kalırlar." (2)

Anlam sorunu, felsefenin, bilimin, edebiyatın kapısına dayanmıştır. Todd May bunun bilincindedir. Ve anlam sorununa, farklı kavramların iş birliğiyle yaklaşmayı önerir. Bu kavramlardan biri mutluluktur. Mutsuz bir insan, evren anlamlı olsa da olmasa da mutsuzdur. Dolayısıyla mutluluğun, öznel olarak anlam sorununu öncelediği durumlar vardır.

Todd May’e göre mutluluk, yaşamın anlamından daha öznel, daha kişiseldir. Bizzat yaşamlarımızla ilgilidir. Dolayısıyla ne Tanrı ne de Güneş sistemi hakkında düşünmek zorunda kalmadan, belirli bir mutluluktan bahsedebiliriz. May, burada önemli bir soru sorar: Anlayamadığımız ya da anlamak için çok fazla şeye başvurmamız gereken anlamdan ziyade, bize daha yakın olan ve bir ölçüde anlayabildiğimiz mutluluğa odaklanmak, daha tercih edilebilir değil midir?

Kozmik tesadüflerin sonucu olarak yaşamaya bırakılmış insanlar olarak, evren gibi sonsuz bir kavrama anlam verip, yaşamımızı anlamlı kılmak kolay değildir. Ancak mutluluk da bir kavram, bir bilgi olarak var olmaz; kavranmaz, yalnızca deneyimlenir veya hissedilir. O hâlde, kavranmayacak bir şeyin peşinden gitmek için anlam arayışını bir kenara bırakmak, ne kadar doğrudur?

May, karşı karşıya kaldığımız krizi şöyle özetler: “Ama eğer evren ve Tanrı cevabı sağlamıyorsa ve mutluluk anlamın yerine geçmiyorsa, bu durumda onu nerede bulabilirim? Anlamdan yoksun kalmak, en iyi ihtimalle köksüz bir mutluluğa mahkûm olmak insana özgü kaderimiz mi bizim? (3)

​Todd May, tüm bu soruların düşüncelerin toplamına anlatısal değerleri de ekler. İnsan, ister anlama ister mutluluğa yönelmiş olsun, kendisi hakkındaki fikirleriyle iç içe olacaktır bu süreç. Anlatısal değerler, insanın yaşadıklarını, hatırladıklarını, kaybettiklerini ve kazandıklarını ortaya koyan, insanın genel bir resmidir.

İnsan değişir, gelişir, düşer, yanılır; tüm bunlar insanın zamansal yönüyle ilgilidir. Ve bu zamansal yön üzerine düşünmek, aslında mutluluğa veya anlama yönelmenin bir parçasıdır. Evrende bir anlam arıyorsak, bu anlamı “kimin” aradığını bilmek zorundayız. Kendimize dair bildiklerimiz, kendi içsel kavrayışlarımız, anlamlı bir yaşam inşa etmek için bize yardım edebilecektir.

Görev zordur. Bu kadar bilinmezliğin içerisinde, bir anlam keşfetmeye çalışmak kolay değildir. Ancak bu zorlu görev, her an karşımıza çıkar.

Bu bizim hikâyemiz. Zavallılıklarla, yüceliklerle, içi boş gururlarla, büyük gelişmelerle, devasa acılarla dolu olan insanlığın hikâyesi.

Evren konuşuyor gibi görünmüyor. Hatta sessizliği her an, evrenin kendisiyle birlikte gelişiyor. Bir anlam bulabilecek gibi görünüyor muyuz? Gökyüzünden bir haber mi bekliyoruz?

May’e göre, ne olursa olsun, anlam arayışının kendisi önemli ve değerlidir —ama ne yazık ki anlamlı değildir. Anlamlı olmasa da, tüm bunların hiçbir şey olduğunu anlamına gelmez. Tüm bu kavramların, bilinmezliklerin ve enginliğin içerisinde, bunları düşünmek her şey değilse de bir şeydir. Hiçbir şeyin efendisi değiliz, alelade yaratıklar olarak buradayız. Belki de tüm yapabileceğimiz, “bir şeydir.”

(1) Çeviri bana ait.
(2) M. Heidegger, Varlık ve Zaman. (Kaan H. Ökten. Çev.) Agora Yayınları: 2008. (s.11)
(3)Todd May, Anlamlı Bir Yaşam. (Bekir Aşçı. çev.) İrene Kitap: 2022. (s. 62)
Görseller Natalie Nicklin'e aittir. Buradan diğer çalışmalarına ulaşabilirsiniz.

0
5356
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Geldanlage