Şiirden denemeye tüm yazdıklarında yolculuk duygusunu sık sık gördüğümüz ve hissettiğimiz Nar’ın Babası Haydar Ergülen ile yıllar sonra Kırmızı Kedi tarafından tekrar basılan deneme kitabı Düzyazı: 100 Yazı üzerine konuştuk.
Düzyazı: 100 Yazı, on yıl aradan sonra tekrar yayımlandı. Aslında kitaptaki yazıları 94-96 yılları arasında “Express”te yazdınız ama ilkin 2006’da kitap olarak yayımlandı. Neden bu kadar uzun sürdü?
Galiba hep şöyle olacak: Kitap dergide çıktıktan 12 sene sonra çıkmıştı, kitabın ikinci baskısı da 10 sene sonra. Demek ki 10 yılda bir basılacak. 100 yazı var, yılda 10 yazı okunsa 10 yıl ediyor. İki yılda yazdım tabii “Express Dergisi”nde. 100 hafta boyunca maraton gibi. Kitabı imzalarken de “ben iki yılda yazdım, siz de iki yılda okuyun yani haftada bir yazı okuyun” diyorum. Bilmiyorum sözümü tutuyorlar mı? Düzyazı kitaplarım arasında en sevdiğim kitabımdır. Çünkü hem bir deneme olarak uzun denemeler, 550 sayfa hem deneme türü için hayli büyük bir kitap. Yani bir bakıma ‘roman deneme’m sayılır.
Sizden sürekli roman istiyorlardı zaten…
İşte roman! Bazen diyorlar “bir roman yazsan…” Onlara diyorum ki “Var işte Düzyazı: 100 Yazı” roman sayılır. Bir maraton gibi yazdım. Severim ama tekrar okuyamıyorum, göze alamıyorum tekrar okumayı, onun yerine yeni şeyler yazıyorum…
Sanıyorum yayınevleri bir de kitabın kalınlığını sorun etmişler. O zaman için deneme okuru azdı ancak deneme şimdilerde biraz daha gözde. Şimdi yayımlamak daha kolay, der misiniz?
Basmadı kimse(Gülüyor). Benim arkadaşlarım, yayınevleri, beni tanıyanlar, kitaplarımı yayımlayanlar, herkes bir şekilde reddetti ve basmadı. Küsseydim hepsine küserdim ama Allahtan küsmek gibi bir huyum yok. 10 yayınevi filan dolaşmıştır kitap. Kimse basmadı deneme diye. Şair olarak tanırlar, kitaplarımı basarlar. Kitaplarımı isteyen yayınevleri vardı şiir olarak ama bu kitabımı istemiyorlardı. Üvey evlat gibiydi, acı bir şey. Sonra Merkez Kitaplar’dan çıktı, ikinci baskısını da Kırmızı Kedi’de yaptı. Hayattayken iki baskı daha görsem yeter! Demek ki 20 yıl daha gerek bunun için!(Gülüyor)
O dönemde bir de sanırım yayıncıların politikası varmış, okurlar denemeyi sevmiyor gibi. Ama şimdi baktığımızda okurlar çok fazla deneme kitabı alıyor, roman ve şiire oranla öne çıkmaya başladı. Her on yılda bir okur yapımız değişiyor mu sizce?
Olabilir aslında. Şimdi popüler dergilerde denemeler çok yazılıyor ama o zamanlar “Express” solda popüler bir dergiydi. Ama kültür, sanat, siyaset dergisiydi, güzel bir dergiydi. Benim üslubum da akademik değildir, dergilerde yazıyorum görüyorsun. Bilmiyorum bugünkü okur “eski kitap” diyebilir mi? Günümüz okuru biraz daha güne dair kitaplar okuyor. Ama bir taraftan da şöyle düşünüyorum Türkiye’de toplumsal, siyasal, kültürel, tarihsel meseleler çok yavaş değişiyor. Ben 60 yaşındayım, kendimi bildim bileli meseleler değişmiyor, şahıslar değişiyor ancak. O yüzden okunabilir yani…
Dikkatimi çeken bir konu ise 2006’da İlknur Özdemir, Merkez Kitaplar’dan yayımlamıştı şimdi ise Kırmızı Kedi’de yayımladı. Bu kitaba en çok sahip çıkan yayıncı o oldu sanırım?
İkisinde de genel yayın yönetmeni. Zaten gittiğimde “kitabı buradan çıkaralım” diye söylemiştim. O da sağolsun bastı. Kırmızı Kedi’de de aslında iki yıldır çıkacaktı ancak hazırlandı. Ben de sürekli yazdığım için ve arada da kitaplarım çıktığı için çok ağırlık vermek istemedim, çünkü habire yazıyorum ve onları toparlayamıyorum. Onları toparlamam bayağı ciddi bir mesele.
Bu iki senelik yayın sürecinde tekrar okuyayım, düzenleyeyim, sıralayayım dediğiniz oldu mu?
Yok yok demedim. Bunları zaten dergide çıktığı sırasıyla yayımladım. “Express”te hangi sırayla çıktıysa öyle yayımlandı.
"Express"te bu denemeleri yazmaya başlamadan önce kesin olarak yüz tane olacağına ve başlıklarına karar vermiş miydiniz?
Reklam ajansında çalışırken bayram tatili vardı dokuz gün filan. Hiçbir yere gitmezdim ben tatillerde, eve kapanırdım çünkü ancak vakit bulabilirdim. Uzun uzun 13 tane deneme yazdım o dokuz günde. Express yeni çıkmaya başlamıştı, arkadaşlarıma dedim ki “13 tane deneme yazdım ve bunları yazarken düşündüm, yüz tane yazacağım” dedim. Verdim 13 yazıyı, onlar her hafta basarken ben de bir taraftan yenilerini yazıyordum. Bir ara geldi ki artık daktiloyla değil, elimle yazıp faksla gönderiyordum. Okurlar da seviyordu, destekliyorlardı. O zamanlar sosyal medya filan yoktu ama “Express”in kendi kitlesi “maşallah, 41 oldu, kırk bir kere maşallah” filan diye gaz veriyorlardı. Çok güzel dergilerdi. Şimdi o dergileri tıpkı basım yapsalar daha güzel olurdu denemeler.
Birbirinden farklı kavramlar, nesneler ve imgeler var kitapta. Bunları neye göre belirlemiştiniz?
Kafamın estiğine göre… Arkadaşlarıma söylüyordum “yazın bana” diye, yazıyorlardı. Alihan Irmakkesen çok yakın arkadaşım, burada da hatta bir yazısı var, çok desteklemişti. Çok yardım ederdi, “Haydar şunları şunları da yaz” derdi. “Tamam” derdim. “Sen de bana yardım et” derdim, yardım ederdi. Sonra kitap çıkınca Ömer Erdem bir yazı yazdı Hürriyet Kitap’ta, belki görmüşssündür. Ben Michel Tournier’ı çok severim, hemen hemen tüm kitaplarını okudum Türkçe çıkan. Düşüncelerin Aynası’nı okumamıştım. Benden bir sene sonra Fransa’da “ile” bağlacıyla aynı şeyi yapmış. O birer sayfalık yazmış, benim denemeler beş-altı sayfa. Onda 50-60 deneme var, çok güzel. Demek böyle şeyler olabiliyor. Ben başladım, o da 95’te mi ne yazmış, ben yarısındayken. Hoşuma gitti.
Denemeler genelde bir yolculuk sonucu çıkıyormuş hissi uyandırıyor bende. Siz bu 100 denemenizi yolculuklarda mı yazdınız yoksa düzenli çalışma mı etkili oldu?
Galiba temel olarak bütün yazdıklarımda mektup, yolculuk duygusu çok fazla. Ne yazarsam yazayım, biliyorsun mektup, yolculuk, tren üzerine sürekli yazıyorum. Yani o yüzden hepsi bazen birbirine karışabiliyor, birbirini destekleyebiliyor, birbirini itebiliyor. Yani birbirinin yerine geçebiliyor diyelim Türkçesi. O yüzden de mümkündür. O zamanlar çok yolculuk yapmıyordum, gidiyordum ama şimdiki kadar değildi. Şimdi daha çok yolculuk yapıyorum, onlar şiire yansıyor. Bir de sürekli olarak “Raillife” dergisinde yazıyorum aynı zamanda “PTTLife” dergisinde başladım, “Deniz Mecmuası”nda Deniz Alfabesi yazıyorum. Hep böyle yolculukla ilgili yazmaktayım. Habire gezmekteyim, habire yazmaktayım. Acaba ‘habire’ diye bir kitap mı yazsam?(Gülüyor)
Şairler düzyazıda her zaman başarılı olamazlar, düşüncesi bitmiyor hiç. Ama baktığımızda sizin çok denemeniz ve kitaplarınız var. Şiirsellik içerisinde de değil pek. Okuru yakalayan denemeler. Deneme konusunda nasıl bir çalışma sisteminiz var?
Benim tam 30 kitabım var şu anda. 15’i şiir, 15’i deneme ama tabii ki düzyazı kitap sayısı şiiri geçecek. Şiiri o kadar da yazıp yayımlamak istemiyorum.
Edip Cansever’i çok severim ama düzyazı yazmamıştır. Ece Ayhan’ın düzyazıları söyleşileridir ama Cemal Süreya’nın düzyazı kitapları şiir kitaplarından daha çoktur hele Melih Cevdet Anday hem şiir yazmıştır, hem de düşünce, fikir yazıları yazmıştır. Salah Birsel çok yazı yazmıştır. Ben bunları çok severim ama demek ki yazı meşrebi olarak Cemal Süreya’ya, Salah Birsel’e, Melih Cevdet’e daha yakın hissediyorum kendimi. O yüzden de yazıyorum. Benim düzyazılarım şiirden beslenen ya da şiiri besleyen şeyler, ikisi böyle iç içe gidiyor. O yüzden ayırmıyorum.
Kavramları, nesneleri, imgeleri ve sözcükleri eşleştirip onlardan yola çıkarak yüz deneme yazdınız, o zamanın okuru daha mı istekliydi? Bu bütüncül başarıda okur etkisi var mıydı hiç?
O daha özel bir okurdu ama şimdi mesela yazdığım dergilere bakıyorum, “Arkakapak” dergisinden “Masa” dergisine, “OT” dergisinden “Bavul” dergisine… Hepsinde pek çok alandan, görüşten, meşrepten okurum var. Onlara yazmayı, seslenmeyi seviyorum. Yazmayı seviyorum. Yazmanın kendisi bir yolculuk oldu benim için. Yani yolculuk yazmak oldu, yazmak yolculuk oldu benim için. Bir döngü içerisinde…
Normalde “yazmak hayatınızın neresinde duruyor?” diye soruyorum ama sizde hiç durmuyor.
Durmuyor!(Gülüyor) Yürüyelim arkadaşlar diyoruz ya öyle..
Öyleyse son olarak şunu sorayım, şimdilerde sevdiğiniz bir dergi gelse ve yüz sayılık bir deneme planı yapalım, dese 96’daki o heyecanı duyup tekrar planlama yaparak yazar mısınız?
Biraz tuhaf bir şey benimkisi. Ayda otuz yazı yazıyorum ama bir dergi çıkıyor, “şu dergiye şöyle bir şey mi yazsam” diye göz koyuyorum resmen. Geçenlerde 100 tane sözcüğü birer sayfa yazayım diye düşündüm. Ben bunu düşünüp dedikten bir -iki ay sonra yaparım. Mesela derebeyi sözcüğü, ipucu sözcüğü, canevi sözcüğü baktığın zaman çok güzel sözcükler. Bunlar için birer sayfa yazayım, bir sözcük kitabım olsun diyorum. Onun için teklif gelse tabii ki kabul ederim.