26 HAZİRAN, CUMA, 2020

“Zaman ve Mekân Şaire Aittir”

Ölü Karıncalar Mevsimi ve ardından yayımladığı Harpten Geriye Kalanlar kitapları ve dergilerde yer alan şiirleriyle tanınan genç kuşak şairlerden Sinan Onur ile şiirlerini ve şiire dair fikirlerini konuştuk.

“Zaman ve Mekân Şaire Aittir”

Sinan Onur, ilk kitabı Ölü Karıncalar Mevsimi ile iyi bir çıkış yakaladı. 2018 yılında yayımlanan kitap aynı yıl Seyhan Erözçelik Ödülü’nü aldı. Klaros etiketiyle çıkan yeni kitabı Harpten Geriye Kalanlar okur ile buluştu. Sinan Onur’un daha önceki söyleşilerinde, kitaplarındaki ve dergilerde yayımlanan şiirlerinde birikiminin iyi olduğu okurlar tarafından anlaşılmıştı. Bu söyleşi ile hem Sinan Onur’u hem de onun şiirlerini daha yakından tanıma şansımız oldu. 

Sorularıma ilk kitabınızla başlamak istiyorum. Ölü Karıncalar Mevsimi’nde sık sık “ses” ve “sessizlik” gibi sözcüklerle karşılaşıyoruz. Bazı şiirlerinizde bu sözcükler ilk ve gerçek anlamıyla kullanılırken bazı şiirlerinizde okuru başka çağrışımlara, görüntülere götürüyor. Sinan Onur için “ses” ve “sessizlik” neyi imgeliyor? İlk kitabınızda neden sıkça yararlandınız bu sözcüklerden? Bu sözcükler kitabınızın geneli için okura bir görüntü veriyor diyebilir miyiz?

İlk kitabımda bu sözcüklerden yararlanmadım, içinde yaşadığım bir dönemin anlatısıydı. Sessizlik benim dışımda var ettiğim bir surete bürünürken, içimde çok sesli bir yalnızlığın tezahürü olarak ortaya çıktı. Hayat, bir yanıyla acılarınızla yüzleşmeyi, acılardan olgunlaşmayı ve öz eleştiri yapmayı insana öğretiyor. Yorgun yıllar arasında yapayalnız yıldızlarla konuştuğum bir dönem, fazlasıyla uyumsuz, oyunbozan, barlar ve gündelik ilişkiler ile devam eden yaşantılar beni sessizliğin ortasına doğru çekilmeye itti. Kafayı taktığım ses ve sessizlik benim için örselenmişliği ve yalnızlığı imgeliyor. Sessizliğin bile bir sese bürünmesini bastırmak için çabalayan ve kendinden kaçmak adına sürekli kendi benliğini uyuşturan gençlik acılarından türeyen zamanlardı, bu kitap o zamanlardan kalma bir yaranın mevsime yoğrulmuş hâli, soğuk fakat kasvetin getirdiği acıyı da duyumsatıyor. 

Ölü Karıncalar Mevsimi’nde semavi kitaplardan sıkça yararlanmıştınız. Harpten Geriye Kalanlar’da bu yararlanma durumu ilk sayfalardan itibaren kendini gösteriyor. Şairler için ya da özelde sizin için din ve inancın yeri nedir ve nerededir? 

Semavi kitapları okumayı ve araştırmayı severim. Yani nasıl sosyoloji ve psikoloji kitaplarını okumayı ve araştırmayı seviyorsam, öyle bir bağ ile severim. Babaannem anlatır, büyük büyük dedem münzevi bir derviş, âlim imiş. Molla dede derlermiş fakat aslı yok tabii bu durumun, herhangi bir tarikat ile intisap olmuş bir tarafı yok. Ama işte insanımız, “molla dede” der, yetim gördüğüne “buluntu” der, değişik lakapları severler. Kuran-ı Kerim’i birebir hâliyle eliyle yazmaya gayret etmiş. Arapça yazmış, ceylan derisinden kaplama dışı, o zamanlar da matbaaya ulaşmak bile meçhul, ilginç bir yaşantıya sahip biriymiş. Kendi kendine özlü sözleri varmış. Zamanla yıpranmış tabii sayfalar, kim bilir ne zamandan kalma, dedemlerde saklı duruyordu. Müzeye götürmüş bile olabilirler, zaten son sayfalarını tamamlamamış, ömrü yetmemiş de olabilir. Bunları böyle anlatıyorum fakat işin ilginç yanı mutaassıp bir aileden gelmiyorum. Sosyal demokrat ve seküler bir aile düşünün, vitrin süsü bir gelenekçilik var fakat onun haricinde kişisel düşünce özgürlüğüne son derece önem veren bir yapıya sahip bir ailede büyüdüm. Düşüncelerim sosyal demokrasi ile bağdaşmıyor. O konular çok karışık, sorgulamadığım ve irdelemediğim bir varoluş meselesi kalmadı diye düşünüyorum. Kaldıysa da Allah hidayete erdirsin. Bilimin yasalarına güveniyorum. Din ile bilimin birbiriyle bağlantısının olmadığını ve olmak zorunda da olmadığını düşünüyorum. İnanç soyut bir meseledir. Bir insan hem Müslüman olabilir hem bilim insanı da olabilir. İnanç ve fikir özgürlüğü olmalıdır. Benim için din, şahsın inandığı yaradan ile arasında kurduğu maneviyattan öteye geçmez. Siyasete bulaşması zararlıdır. İslam bana göre felsefe ile anlaşılması mümkün olan bir inanıştır. Görüş olarak da sosyalist altyapıya sahip anarşizme yakın bir görüşe sahibim, partim yok ve adaletli olanın mutlak suretle sağlanması gerektiğine inanıyorum. Eşit, saygılı, yardımsever ve insana insan olduğu için değer veren bir adalete inanıyorum. Din insanları sömürgeyi sağlayan bir araç olabileceği gibi manevi huzura erdiren bir hidayet kapısı da olabilir. Bu herkesin kendi elindedir.

Harpten Geriye Kalanlar’ın özelinde sormak gerekirse şiirlerinizin genelinde günün farklı zamanlarını resmetmeye, incelemeye gayret etmişsiniz. Gün ile beraber de kenti. Sorum şu: Sinan Onur için zaman ve mekân nedir, neresidir? 

Bana göre zaman ve mekân, her yerdir. Zaman ve mekân şaire aittir. O bunu yazmak ve bildirmek ile yükümlüdür. Aksi takdirde omuzlarına binen yük, ruhunda taşıdığı kasvet ve külfet arınamaz. Yeryüzüne bu yetenek ile geldiği için zaman ve mekânın içerisinde, varlığını özünden sakınarak tahlil ettikten sonra özünün gizlerinde yatan manayı keşfetmeli ve varlığına büründürmelidir. Zaman ve mekân fark etmeden her ayrıntıyı gözlemleyen ve orada gördüğü soyutu somut bir biçimde bildirene sanatçı denir. Kısaca sanatçının zamanı ve mekânı, yaşadığı her yerdedir.

“Aralık ve Dem”(Bu şiiriniz Pen önderliğinde yabancı dile de çevrildi) şiirinizde şöyle bir alıntı yapmak istiyorum: “Ne var ki kendimdeyim / Yani epey uzakta”(s.15) bu alıntıyla beraber şunu sormak istiyorum: Sinan Onur şiirinin tam olarak neresindedir? Şiirin personası her zaman Sinan Onur mudur?

Şiirimi yazarken kendimin çok uzağında yer alıyorum. Kendimden geçercesine yazarım. Aniden yazarım. Çok fazla kelimeyle oynamam. Yontacağım yerler vardır illa ki göze çarpan, oraları belki düzeltirim. Bunu daha önce de belirmiştim. İzah sanatı öldürür. Bu sözü seviyorum. Şiirimin personası yok, ruhu var. O yüzden ademi bir anlamı yok, şiir sarsıcı yalanları sever ve insanı inandırır. Hepsi bu. Ve zaten artık öyküye geçtim, bir süre o alandan devam edeceğim. Şiirim beni yordu. 

Son sorumu birkaç bağlantıyla sormak istiyorum. Ölü Karıncalar Mevsimi’nde İsmet Özel’e birkaç gönderme mevcut. Yine aynı kitapta Goethe’den bir cümleyi epigrafi olarak almışsınız. Harpten Geriye Kalanlar’da Âşık Veysel alıntısı ve Divan şairlerine göndermeler mevcut. Birçok şairin bu tür göndermeler, alıntılar yaptığını biliyoruz. Sorum şu: Sinan Onur bu tür göndermeleri ve alıntıları o isimlere bir saygı duruşu bağlamında mı yapıyor yoksa kendisinden önce söylenenlerin üstüne çıkmaya çalışmak, başka şekillerde söylemek yerine o isimlerin söyledikleriyle pekiştirerek şiirini daha mı güçlü kılmaya çalışıyor?

Aslında divan şairlerine bir gönderme mevcut değil, eski kelimeler geçtiği için öyle anlaşılıyor. Benim hayatım boyunca okuduğum divan şairi sayısı 2 ya da 3’tür. Ben daha çok romanlardan, öykülerden, sinema üzerine yazılardan, beat kuşağından, tasavvuftan ve bilimsel makalelerden beslenen bir insanım. Şenol Erdoğan sayesinde de biz birçok açıdan beslendik. Memlekete soktuğu o çeviriler, şiirler, metinler olmasaydı bugün hayata bakışım belki de bambaşka şekillenirdi. Birçok kişiyi derinden etkileyen işler yapmıştır. Onun için saygı duyduğum insanlar kimdir diye soracak olursak, hayatı sonuna dek hissetme ve yaşama tutkusu olan, delicesine bir arzusuyla sanatı ve dahası hayatın kendisini tüketen insanlara sonsuz saygım var. Mobilyalarla, koltuk takımlarıyla uğraşmak yerine yaşamın her anına dokunmak için yollara düşen tüm şair ve şair ruhlu insanlara selam olsun.

Tasarımda kullanılan eserler Jan Stel'e aittir.

0
5670
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Geldanlage