GÜNDEM
  • 20-01-2025

    Mey|Diageo’nun kurumsal desteğiyle düzenlenen PSM Atölye’nin üçüncü sezonunda sahnelenen özgün oyunlardan Kısık Ateşte Düdüklü Tencere, prömiyerini 2 Şubat’ta Zorlu PSM %100 Studio’da yapacak.

    PSM Atölye’nin Dramatik Yazarlık, Tiyatro Yönetmenliği ve Tiyatro Yapımcılığı alanlarında dersler sunarak ortaya çıkardığı projelerden biri olan Kısık Ateşte Düdüklü Tencere, profesyonel anlamda sahnelenen ilk PSM Prodüksiyonu olarak izleyicilerle buluşacak. İlk üç yıl içinde toplam 69 mezun veren ve 26 özgün tiyatro oyununu sahneye taşıyan PSM Atölye’nin sahnelenen ilk oyunu olarak izleyici karşısına çıkmaya hazırlanan Kısık Ateşte Düdüklü Tencere, geçtiğimiz sezon PSM Atölye kapsamında kısa oyun olarak sahnelenmişti. Oyun bu sezon ise metin ve rejisel düzenlemelerle tek perde ve 70 dakikalık bir formatta sahneleniyor. Emir Taha Sarı’nın kaleme aldığı, İrem Kalaycıoğlu’nun yönettiği, Aylin Alıveren’in dramaturjisini üstlendiği oyunda; Emre Yıldızlar, İlyas Özçakır, Gül Doğa Selvi, Ferhat Teymur, Onur Akbay ve Yusuf Sarıaslan’ın rol alıyor.

    “30 metrelik dev bir yumurta Üsküdar’dan çıkıp Bekir şefi kovalamaya başlıyor. O sırada dostlarıyla zaferini kutlayan Beyefendi siparişini bekliyor. İçerisi giderek ısınıyor. Duvarlar eriyor, bina sallanıyor. Tüm bu kaosun ortasında, yumurtayı pişirmesi gereken Bekir ise fokurdamaya başlıyor. Bıçak olan şefler, kafasını kuma gömen kuşlar ve Kurt Cobain… Hepsi bu hikâyenin bir parçası.

    Kader aileden gelen bir miras mıdır? Sonsuz bir uyku insanı dinlendirir mi? Hiç kafanızı kaybettiniz mi? İnsan hiç tanımadığı bir kişiye benzer mi?

    Zaman ilerliyor, Beyefendi sabırsızlıkla yumurtasını bekliyor. Bekir, yumurta hazır mı?”

    2 Şubat Pazar akşamı Zorlu PSM %100 Studio’da sahnelenecek Kısık Ateşte Düdüklü Tencere oyununun biletlerine buradan ulaşabilirsiniz.

    0
    0
    93
  • 20-01-2025

    Dirimart, Nuri Bilge Ceylan’ın “Nuri Bilge Ceylan—Inner Landscapes” başlıklı Hollanda’daki ilk kişisel sergisini 1 Haziran’a kadar Eye Filmmuseum’da sanatseverlerle buluşturacak.

    “Nuri Bilge Ceylan—Inner Landscapes” sergisi, Ceylan’ın ödüllü filmleri ile manzara fotoğraflarını ilk kez bir araya getiriyor. Bu birliktelik, sanatçının fotoğrafik bakışını, kompozisyon duyarlılığını ve evrensel temaları Türkiye’den bir perspektifle ele alma biçimini izleyiciye sunuyor. Sergi, Ceylan’ın kariyerinde fotoğraf ve sinema arasındaki ilişkiye odaklanıyor. Kariyerine fotoğrafçı olarak başlayan Ceylan’ın filmleri, güçlü bir fotoğrafik kompozisyon duygusuna sahipken, büyük ölçekli Sinemaskop formatında basılmış fotoğrafları belirgin bir sinematografik kalite taşıyor. Ceylan, hareket ve durağanlık arasındaki karşıtlıkları, fotoğrafçı karakterler ve dinamik ile statik olanı birleştiren imgelerle işliyor. Sergide ayrıca, Ceylan’ın uzun metrajlı filmlerinden oluşan ve çoğunluğu müze koleksiyonunda yer alan 35mm formatında filmlerinin gösterildiği bir gösterim programı da yer alıyor. Sergi kapsamında fotoğrafçıların, film yapımcıları ve Türkiye ile Hollanda’nın önde gelen yapımcılarının katılımıyla gerçekleşecek özel “Eye on Art” etkinlikleriyle ise, Nuri Bilge Ceylan’ın pratiği ve eserlerinin derinlikli bir şekilde tartışılması amaçlanıyor.

    1959 yılında İstanbul’da doğan Ceylan, sinematografisindeki edebi üslubuyla tanınıyor. İnsan olma hâlini ustalıkla ele alan Ceylan, kişisel mücadeleleri olan, anlamlı bağlar kurmanın yollarını arayan, yalnızlığın ve iletişim kurmanın güçlüklerinin üstesinden gelmeyi öğrenen kişilere odaklanıyor. Filmleri evrensel temalara dokunurken Türkiye’nin tarihi ve –şehir ile kırsal, din ile sekülerlik, zengin ile fakir, entelektüel ile işçi sınıfı çevreleri, bireycilik ile kolektivizm– gibi çok sayıda karşıtlığı iç içe geçiriyor. Ceylan’ın eserlerinde manzaralar yalnızca arka plan olarak değil, karakterlerin iç dünyalarını yansıtan ve şekillendiren unsurlar olarak da hayati bir rol oynuyor. İstanbul’un canlı şehir manzaralarından Anadolu bozkırlarına uzanan manzaralar, sanatçının hikâye anlatımının bölünmez bir parçası olarak yer alıyor.

    Fotoğraf: Hans Wilschut

    0
    0
    120
  • 20-01-2025

    Çağdaş Latin Amerika edebiyatının dikkat çeken yazarlarından Mateo García Elizondo’nun yaşamla ölümün, geçmişle bugünün sınırlarında dolanan romanı Kız’la Randevu, Roza Hakmen’in çevirisiyle Siren Yayınları’ndan çıktı.

    Elizondo’nun eleştirmenlerden tam not alan bu ilk romanı ölmek için yollara düşen tüm umutları tükenmiş bir adamın, bir bağımlının hikâyesini yaratıcı bir yaklaşımla sayfalara yansıtıyor. Kahramanın karanlık yolculuğunu büyülü bir biçimde anlatan roman, yaşam yolunun rahat, ölümün de sanıldığı kadar kolay lokma olmadığını ortaya koyuyor.

    Kız’la Randevu, sonu ölüme varan bir yolda gerçekle hayali, ruhla maddeyi, yaşamla yitimi iç içe geçiren ve İspanyolca yazında geçen kısa ve güçlü bir roman.

    0
    0
    126
  • 20-01-2025

    Dünyaca ünlü piyanist ve besteci Fazıl Say ve Moldovalı keman virtüözü Patricia Kopatchinskaja, 14 Mart’ta Zorlu PSM’de birlikte sahne alacak.

    Konser için Fazıl Say ve Patricia Kopatchinskaja kendi besteleriyle bir duo program oluşturdu. Konserde Say’ın yeni eseri “Kaybolan Çığlıklar Sonatı” ve Kopatchinskaja’nın “Unisolo” adını taşıyan eseri dünyada ilk kez seslendirilecek.

    Fazıl Say’ın, Patricia Kopatchinskaja için 2024 yılında bestelediği “Kaybolan Çığlıklar Sonatı” ilk kez dinleyici ile buluşacak. Sert melodilerin içsel çığlıklara dönüştüğü eser, günümüz sanatçısının buhranlarını ve yaşadığı kaygıları, çarpıcı ve sert melodilerle anlatırken; vurgulu kontrastlarla da kendi nostaljisini yaratıyor. Gecede ilk kez seslendirilecek bir diğer eser ise, Kopatchinskaja’nın kendi bestesi olan “Unisolo” olacak. Prömiyer eserlerinin yanı sıra; konser programında iki çok güçlü eser daha yer alıyor. Polonyalı müzisyen ve besteci Karol Szymanowski’nin 1915 yılında keman ve piyano için yazdığı ve üç şiirden oluşan “Mitler” eseri ve L.V. Beethoven’in piyano ve keman için 1804 yılında besteleyerek, keman sanatçısı Roldolphe Kreutzer’e ithaf ettiği “Kreutzer” sonatı da konserde dinleyicilerle buluşacak.

    ​“Fazıl Say ve Patricia Kopatchinskaja” konserinin biletlerine buradan ulaşabilirsiniz.

    0
    0
    400
  • 20-01-2025

    Basim Magdy’nin “Her İnce Jestin Gölgesi Geleceğe Düşer” başlıklı kişisel sergisi 15 Şubat’a kadar .artSümer’de sanatseverlerle buluşuyor.

    İzleyicileri bilinen ve bilinmeyen arasındaki hassas dengeyi incelemeye davet eden “Her İnce Jestin Gölgesi Geleceğe Düşer” başlıklı sergisinde Basim Magdy, Every Subtle Gesture (Her İnce Jest) (2012-2016) isimli metin bazlı fotoğraf serisini yeniden ele alıyor. Resimleri, filmleri ve lens bazlı çalışmalarıyla tanınan sanatçı, bu serinin yanı sıra sergide yeni fotoğraf işlerine de yer veriyor. Sergide toplamı yüz fotoğraftan oluşan Her İnce Jest serisinin ellisinin tek bir sıra hâlinde izlenebileceği düzen, farklı formatta üretilen yeni fotoğraflarla kesintiye uğruyor. Magdy, hikâyelerini bugünün sosyal ikliminde yeniden değerlendirerek Her İnce Jest’teki söylemlerin zaman içinde nasıl değiştiğini ya da değişmediğini inceliyor. Sanatçının imgeleri, alelade çekilmiş anlık fotoğraflara benzer gibi görünse de beklenmedik bir titizlikle çerçeveleniyor ve özenle dengeleniyor. Bu işlerde detaya, dokuya, simetriye ve derinliğe gösterilen hassas odak, kompozisyonları minimal tutarken, izleyicide güçlü bir etki yaratıyor. İzleyiciyi hafıza, duygu ve anlam kavramları ile yeniden yüzleştiren sergi, geçmiş ve şimdiki zamanın unsurlarını bir araya getiriyor; şimdiki zamanın karmaşasını seyretmenin yeni bir yolunu sunarak, geleceği yeniden anlamlandırmamıza yardımcı oluyor. Derin düşünce anları ile eğlenceli çıkışlar arasında akışkan bir geçiş yaratan sergi, katmanlı kompozisyonlar, şaşırtıcı altyazılar ve sessiz huzursuzluk anlarıyla izleyiciyi yabancı gibi görünen ama bir o kadar da tanıdık olanı keşfetmeye davet ediyor.

    ​Basim Magdy’nin .artSümer’deki sergisine paralel olarak gerçekleştirilen “Fil, Sirkin Sahibi ve Palyaçolar” başlıklı sergi de 8 Şubat’a kadar Bilsart’ta sanatseverlerle buluşuyor. Sergide sanatçının Crystal Ball (2013) ve The Dent (2014) isimli filmleri yer alıyor.

    0
    0
    275
  • 20-01-2025

    Kaptan Düşükdon’un yaratıcısı Dav Pilkey’nin kaleme aldığı yarı köpek yarı insan olan “Köpek Adam”ın macerasının devam ettiği kitabı Köpek Adam Denizler Altında Yirmi Bin Fesat, Altın Kitaplar’dan çıktı.

    Dav Pilkey “Köpek Adam” serisinin her kitabında her yaştan okuyucuya hitap etmesinin yanı sıra empati, nezaket, sabır ve iyilik yapmak gibi evrensel temaları da işliyor.

    Çocukken DEHB ve disleksi tanısı konan Dav Pilkey resim çizmeyi ve öykü yazmayı çok seviyordu. Sınıfın düzenini bozduğu gerekçesiyle sık sık okul koridorunda oturması istenen Pilkey, bu süreçte uluslararası çok satanlar listesinde bir numaraya yerleşen Kaptan Düşükdon ve yarı köpek yarı insan halk kahramanı Köpek Adam’ı yarattı.

    Köpek Adam Denizler Altında Yirmi Bin Fesat’ta Domuzcuk şimdiye kadarki en şeytani planla geri dönüyor... Ufukta başka kötü adamlar da var. Peki hepsi nereden geliyor? Ve bu alçaklar süper dostlarımıza zarar vermek istediklerinde şehri kim kurtaracak? Köpek Adam Denizler Altında Yirmi Bin Fesat aksiyon ve eğlence dolu bir macerayla okurlarıyla buluşuyor.

    0
    0
    319
  • 19-01-2025

    Alman power metal grubu Blind Guardian, Avrupa turnesi “The God Machine” kapsamında 27 Eylül’de Zorlu PSM Turkcell Sahnesi’nde ve 26 Eylül’de Ankara Milyon Performance Hall’da konser verecek.

    1980’lerin ortalarında kurulan Blind Guardian, J.R.R. Tolkien, Stephen King, Robert Jordan gibi fantastik edebiyat yazarlarından ilham alarak kaleme aldığı şarkı sözleri ve kendine has tarzıyla power metalde bir marka oldu. Sahnede bir nevi hikâye anlatıcılığı yapan Blind Guardian, hayranları tarafından “The Bards” (Ozanlar) olarak anılmaya başladı.

    ​%100 Metal Sunar: Blind Guardian konserinin biletlerine buradan ulaşabilirsiniz.

    0
    0
    303
  • 19-01-2025

    Ekrem Kahraman’ın “Epic Future” başlıklı kişisel sergisi Ankara’da yer alan Timora Sanat’ta 7 Şubat’a kadar sanatseverlerle buluşacak.

    Ekrem Kahraman’ın “Epic Future” başlıklı yeni sergisinin küratörlüğünü Berna Demirhan üstleniyor. Ekrem Kahraman, son dönem çalışmalarında tarihsel bağları yeni bir yorumla ele alarak yapay zekâ çağının evrimine, bu çağın insan yaşamına dair öngörülerine ışık tutuyor. Kahraman, hızla ilerleyen teknolojinin insanı bilinmezliğe sürüklediği bu dönemde, zihinsel ve varoluşsal sorgulamalarla izleyicileri baş başa bırakıyor. Sanatçının eserlerinde bu sorgulama, insan zihninin bedensel ve duygusal varlıkla kurduğu bağı yeniden ele almakla başlıyor.

    “Sanatın siyaset, ekonomi, bilim, kültür ve ahlakla kurduğu derin bağ, insanlık tarihinin en eski olgularından biridir. Bu bağ, özellikle toplumların değişim ve dönüşüm süreçlerinde daha görünür hâle gelir. Sanatçı, zamanın ruhunu ve çağının izlerini eserlerine işler; bu eserler hem bireysel bir tanıklık hem de kolektif bir hafıza niteliği taşır. Ekrem Kahraman, son dönem çalışmalarında bu tarihsel bağları yeni bir yorumla ele alıyor ve yapay zekâ çağının evrimine, bu çağın insan yaşamına dair öngörülerine ışık tutuyor. Kahraman, hızla ilerleyen teknolojinin insanı bilinmezliğe sürüklediği bu dönemde, zihinsel ve varoluşsal sorgulamalarla bizleri baş başa bırakıyor. İnsan, düşünerek ve deneyimleyerek varlığı anlamaya çalışır; ancak zihnin kendisini düşünmesi, ironik bir biçimde en az sorgulanan olgular arasında yer alır. Bilinç, çoğu zaman alışkanlıklarımızın gölgesinde unutulur. Kahraman’ın eserlerinde bu sorgulama, insan zihninin bedensel ve duygusal varlıkla kurduğu bağı yeniden ele almakla başlar. Yapay zekanın hesaplama yeteneği, veri işleme kapasitesi ne denli gelişmiş olursa olsun, insanın duygusal ve sezgisel derinliğini anlamaktan yoksundur. Savaş alanındaki teçhizatı analiz edebilir fakat onun yıkımının getirdiği duygusal hissi deneyimleyemez. Beş duyu organımızın algıladıkları, hissettikleriyle eş değildir. “19. Yüzyıl başında icat edilmiş bir şeydir insan,” diyor Foucault. İnsanın kendisiyle tanışıklığı, tarihsel bir milat olsa da bu tanışıklığın henüz tamamlanmadığını düşünen Kahraman, insanın kendi zihnini çözümlemeye fırsat bulamadan teknolojik bir hızla yapay zekayla birleşmesinin getirdiği endişeyi eserlerine taşır. Ancak bu kaosun içinde, diğer çağları aşmış olmanın verdiği bir umut ve direnç de vardır. Kahraman, sanatın yalnızca bir piyasa nesnesi olmadığını, aynı zamanda siyaset, ekonomi, kültür ve ahlakla bir bütünlük içinde felsefi ve entelektüel bir hazırlık sürecini de içerdiğini hatırlatır. ‘Epic Future’ sergisi, Kahraman’ın sanat anlayışının bu yönlerini tüm açıklığıyla gözler önüne seriyor. Sanatçı, kültür ile sanat arasındaki tamamlayıcı uyumu ayrıştırılamaz bir bütünlük olarak görüyor. Sanat, onun için yalnızca temsil sorunlarına odaklanan bir alan değil, aynı zamanda yaşamın içine karışma çabasıdır. Entelektüel birikimi, tuvalin sınırlarını aşarak edebiyatla, şiirle buluşur ve yeni bir geleceği inşa etmeyi hedefler. Kültürel ve düşünsel imgelerle yüklü formlar, duyumsamalar yoluyla anlam kazanır. Dekoratif sıradanlığa meydan okuyan Kahraman, yaratıcılığı ve estetiği yüceltirken, sezginin ötesine geçen düşünsel bir faaliyetle eserlerini derinleştirir. Kahraman’ın eserleri, onun bireysel duruşunun ve toplumsal sorumluluğunun bir yansımasıdır. Doğduğu coğrafyanın ve yaşam izlerinin temsilleri hem kişisel bir direnişi hem de sanatsal bir başkaldırıyı ifade eder. Küçük dairesel noktalar, geometrik formlar ve renk paleti, onun sanatsal ruhunu yansıtan unsurlar olarak öne çıkar. Bu eserler, insanlık adına bir hatırlatma niteliği taşır: ‘Görmedim, duymadım, bilmiyorum!’ diyenlere karşı hakikati işaret eder. Kahraman, sanatını şu sözlerle tanımlar: ‘Bir iç dökme, dertleşme, tutkuyla harekete geçmiş ve bir daha da yerine oturmamış bir gerçeği arama çabası... Ancak bana kalırsa, bu tavrı bir meydan okuma olarak anlamak en iyisi.’ ‘Epic Future’ sergisi, geçmiş, bugün ve geleceğin iç içe geçtiği bir yapıyla izleyiciye sunuluyor. Timora Sanat’ın üç farklı mekânında, Yusuf Akçura’nın ‘Üç Tarz-ı Siyaset’ eserinden ilham alarak tasarlanan bu sergi, bir ön sunum niteliğinde. Kahraman, burada sadece sanatın değil, insanın evrensel yolculuğunun entelektüel bir yansımasını da gözler önüne seriyor.”

    Künye:
    1. Mezopotamya Söylemleri
    2. Onlar Gerçekti Bunlar Hakikat, Tuval Üzerine Yağlı Boya- 160 x 170 cm, 2023
    3. Ekrem Kahraman Ekrem Kahraman’ın Peşini Asla Bırakmıyor!, Tuval üzerine Karışık Teknik, 100 x 90 cm, 1999
    ​4. Mezopotamya Söylemleri Dizisi, İkarus’un Yolculuğu, Kağıt üzerine Karışık Teknik,125 x 90 cm, 2022

    0
    0
    291
  • 19-01-2025

    Nedim Gürsel’in ergenlik yıllarından itibaren annesine yazdığı mektuplardan oluşan ve bir dönemin tarihsel, toplumsal koşullarına ışık tutan kitabı Kavuşmak Hayal Oldu- Anneme Mektuplar, Doğan Kitap’tan çıktı.

    Gürsel’in annesine yazdığı mektuplar yazma serüvenine annesini ortak eden genç bir yazarın büyüme ve yazma sancılarının da bir anlatımı. Eğitimci ve çevirmen annesi Leyla Gürsel’e yazdığı mektuplar hem “yazarın genç bir adam olarak portresi”ni çiziyor hem de dönemin Babıâli’sini şekillendiren koşulları ortaya seriyor. Bu mektuplarda ünlü Babıâli Yokuşu’nu kimler tırmanmıyor ki? Selim İleri, Yaşar Kemal, Leyla Erbil, Memet Fuat, Füruzan, Demir Özlü… Babıâli çekişmeleri, rekabetler, dedikodular, sürgünde dayanışma, askeri darbeler, kelimelerin peşinden geçen ömürler.

    “15 Kasım 1971
    Sevgili anneciğim, Gönderdiğin gazeteleri Mme Hatinguais’ye yazdığın mektubun kopyasını, Ortam dergisiyle birlikte yolladığın gazeteleri ve ayrıntılı mektubunu aldım. Mme Hatinguais’ye yazdığın mektubu çok beğendim. İçten, yakın şeyler yazmışsın. Önceden Babıâli’yi ben dolaşır, kimlere rastladığımı, neler konuştuğumu sana Paris’e yazardım. Şimdi sıra sende. Ama önemli bir ayrım var aramızda. Ben Paris’te değil, Poitiers’deyim. Yazdıklarını büyük bir ilgiyle okudum. Galatasaray Lisesi’ndeki 10 Kasımları, koridorları anımsayamadım nedense. Yaşadığım bir dönem önemli izler bırakmadan geçip gitmiş. Ama Memet Fuat’ın, Günyol’un, Dağlarca’nın, Demir’in yüzleri hep gözümün önünde. Vedat Bey’in sözleri çok sevindirici, Memet Fuat’a ve Günyol’a ileride mektup yazmayı düşünüyorum. Bana gelince... Geçen çarşamba öğleden sonra otostopla Paris’e gittim. Yol uzun olduğundan yoruldum biraz ama yine de şansım varmış ki, uzun süre beklemeden Paris’e direkt bir araba bulabildim. Paris’te Jean-Marie’nin kaloriferli odasında kaldım. Ama günler öyle çabuk geçiverdi ki, Paris’i yaşayamadan kendimi yine Poitiers’de yapayalnız buluverdim. Kutluay’dan bornozu ve eşofman aldım. Çekingen, iyi bir çocuk. Uzun boylu konuşamadık. Başak’ın istediği iki kitaptan birini bulabildim ancak. Posta masrafıyla birlikte 15 frank kadar tuttu. Eline geçer geçmez Tahir Bey’e –benim selam ve saygılarımı da unutmadan– verirsin. Paris büyük şehir, insanın bilinci dağılıyor. Ama yine de vazgeçilmez, insanı ansızın yakalayıveren değişik bir yanı var. Oysa Paris’e bu gidişimde çok üzüldüm. –Bazı özel ilişkilerin içinden çıkılmaz bir duruma gelmesi, beni yıkıntıya götürmesi yüzünden. Nedense tanıdığım kadınların hepsi beni öldürmek istediler–. Neyse, kendimi oldukça güçlü ve güzel şeylere başlayabilecek kadar umutlu duyuyorum şimdilik. Çağımızda yabancılaşmayı yaşamadan, gerçeklerin üstünden atlamaya çalışmak boş bir çabadan öteye geçemiyor. Aydınlığa varabilmek için yıkıntılardan bazı aşırılıklardan geçmek gerek. Sana bütün bunları yazmamın nedeni, hayatı çok kolay bir yerinden yakalamamızı sık sık söylemenden dolayıdır. Sade, alışılmış bir hayatımız olmadı ki! Bak üç ay önce İstanbul’daydım, dostlarım, kitaplarım, yazacak yazılarım vardı. Birden bıraktım hepsini. Değişik bir gerçeği yaşamaya başladım. Sonuç olarak Fransa’da olmamdan memnunum. Çünkü Türkiye’ye döneceğim nasıl olsa. İstanbul’da hep aynı yaşayışı sürdürmek belli kalıplara sokacaktı beni. Oysa burada Fransa’da yaşayan çok az yabancının tanıyabileceği bir gerçeği tanıdım. Yeni insanlar, yeni şehirler, yeni kitaplar... Bunların hepsi içimde birikse oturup yazabileceğim. Ama her sabah uyandığımda bomboş buluyorum bilincimi. Sanki hiçbir şey yaşamamış gibi. Gelecek yıl Paris’te kalmak istiyorum. Bunun için bir dahaki gidişimde Mme Hatinguais’yi yeniden göreceğim. Ayrıca senden gerekli bazı belgeleri de –Memet Fuat’tan ve başka editörlerden alınacak kâğıtlar– zamanı gelince isteyeceğim. Dersler başladı. Pazartesi, salı ve çarşamba günü altı saat kadar dersim var. Perşembe, cuma, cumartesi, pazar boş. Ama sandığım kadar kolay değilmiş 3ème degre. Epey çalışmak gerekiyor. Yalnız üniversite çevresini hiç sevmedim. Öğretmenlerin hiçbirinde iş yok. Üstelik müthiş gerici insanlar. Derslerde gerçekten canım sıkılıyor. Ağzımı açıp hiçbir şey söylemeden sadece dinliyorum. Üstelik yabancıları da dünyadan habersiz sanıyorlar. Kısacası öğrenim bakımından pek iyi değil burası. Sessiz –isterlerse bilgisiz sansınlar– bir öğrenci olarak dersleri izleyip yıl sonunda imtihanlara girmekten başka çare yok. İmtihanları verebileceğimi sanıyorum. –Eğer bir süre sonra çalışma tempomu yeniden kazanıp kendimi derslere daha yakın duyabilirsem-Ama bu o kadar önemli değil. Poitiers öylesine garip bir şehir ki, “hiçbir şey yok.” Ne sinema ne kalabalık ne kitapçılar ne de kahveler. Böyle olunca da zaman uzuyor. Sanki çok uzun süreden beri buradaymışım gibi bir duygu getiriyor bu şehir. Aklıma ne gelirse yazmaya başladım. Düşüncelerimi biraz toparlayıp daha somut şeylerden söz edeyim biraz da. Paris’ten pazar akşamı trenle döndüm. Bugün bütün gün kütüphanede çalışıp bir ödev hazırladım. Şimdi de bu satırları yazıyorum. Sağlığım çok iyi. Sen sakın Memet Fuat’a yazımı basmamasını söyleme. Ben bilirim seni, gidip “Aman Memet Bey şimdilik dursun, bizim oğlanın başına bir şey gelir sonra” demişsindir. Senin oğlanın başı bundan böyle beladan kurtulmayacak. Hem de her türlü beladan. Önemli olan belalara alışması. Hem senin oğlanın üstüne çok düştüğünü Cağaloğlu’nda pek belli etme. “Anasının kuzusu. Bir gün anası onu elinden tutup Memet Fuat’a götürdü, ‘Benim oğlum Orhan Veli’den daha güzel La Fontaine çevirdi, çok güzel hikâyeler de yazıyor’ dedi” derler sonra. Anneciğim ayrıntılı mektupların çok sevindiriyor beni. Yabancı’ları göndermene gerek yok. İleride senden bazı kitap ve dergiler isteyeceğim, onlarla yollarsın. Şimdilik bu kadar. Düzensiz, karmakarışık bir mektup oldu bu. Şu sıra kafam da biraz böyle. Akşam oldu. Kütüphaneyi kapatıyorlar.”

    0
    0
    307
  • 18-01-2025

    Prömiyerini yaptığı Altın Koza’dan 6 ödülle dönen Tunahan Kurt’un çıkış filmi Karganın Uykusu, MUBI’de gösterime girdi.

    Tunahan Kurt’un yazıp yönettiği ilk uzun metrajlı filmi Karganın Uykusu, yaşam umudu kalmamış uyurgezer bir adamla oğlunun ilişkisini odağına alıyor. Düşle gerçek arasında gezinen bu sert ve karanlık film, taşrada izole bir hayat süren baba-oğulun hikâyesini mekâna ve atmosfere yoğunlaşan sürükleyici bir üslupla beklenmedik bir finale taşıyor. Psikolojik derinliği, görsel estetiği ve özgün anlatımıyla dikkat çeken filmde Kurt, “sessizliğin dili”ni sinematik bir araç olarak kullanarak izleyiciyi bilinçaltının karanlık dehlizlerinde yolculuğa çıkarıyor. 30. Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali’nde başrol oyuncusu Ahmet Ağgün’e En İyi Erkek Oyuncu ödülünü getiren film, aynı zamanda En İyi Görüntü Yönetmeni, En İyi Müzik, Umut Veren Genç Erkek Oyuncu, Yılmaz Güney ve İzleyici ödüllerini de kazandı. 34. Ankara Film Festivali’nde ise En İyi Film ve SİYAD En İyi Film ödüllerinin sahibi olan filmde Ağgün’ün yanı sıra Alperen Aktaş, Eser Ağçalı, Nesrin Yari, Engin Yüksel rol alıyor. 

    “Nasip çocukluğundan bu yana uyurgezerlik sorunu ile baş etmeye çalışır. Uyurgezerliği ona ve ailesine büyük bir trajedi getirmiştir. İntihar etmeyi kafasına koyan Nasip, oğlunun yalnız kalmaması için ona bakacak bir aile ararken, bir yandan da oğluna uykusunda zarar vermemek için mücadele eder.”

    0
    0
    322
DAHA FAZLA
Geldanlage