Fatih Akın’ın 75. Altın Küre Ödül Töreni’nde Yabancı Dilde En İyi Film Altın Küre Ödülü’ne layık görülen ve Diane Kruger’a Cannes’da En İyi Kadın Oyuncu ödülünü getiren In The Fade (Paramparça) filmini değerlendirdik.
Başrolünde Diane Kruger’ın yer aldığı Paramparça'nın senaryosunu avukat Hark Bohm ile birlikte yazan Fatih Akın, daha önceki bir röportajında hikâyeyi bir Neo-Nazi grubunun işlediği cinayetlerden yola çıkarak oluşturduğunu anlatmıştı. Akın: "Türk kökenli olduğum için bu olaylar bende derin bir şok etkisi yarattı ve kardeşim de Hamburg'da bu cinayete kurban giden birini tanıyordu. Bu yüzden Paramparça'nın hikâyesinde bu olaylardan yola çıktım" demişti. Dünya prömiyerini yaptığı Cannes Film Festivali’nde de büyük övgü toplayan In The Fade, Akın’ın “Bir yumruk gibi çarpıyor. Sevseniz de, sevmeseniz de kesinlikle kalbinizi yakacak” şeklinde nitelediği bir filmi olarak karşımıza çıkıyor. Paramparça aynı zamanda Almanya’nın bu yılki Oscar adayıydı ancak adaylık alamaması hayal kırıklığı yarattı. Filmde Diane Kruger’a oyuncu olarak Numan Acar ve Ulrich Tukur eşlik ediyor.
Paramparça öncelikle ön yargıları sürekli kıran bir film. Kutupları, alışagelmiş kötüleri, vicdanı ve klişe suçlamaları ramak kala seyircinin zihninde kırıyor. Aslında filmin işlediği konu ile konuyu ele alma biçimi, yani anlatı dili paralellik gösteriyor. Film Nuri’nin öldürülmesiyle başlıyor. Nuri’nin dükkanının önünde bir bomba patlatılıyor. İzleyicinin de filmdeki karakterlerin de aklına hemen en klişe sebepler veya hazır yaftalar geliyor; mafya, Türk-Kürt düşmanlığı veya uyuşturucu anlaşmazlığı. Nuri’nin “kesin bir suçu vardır” diyebileceğimiz ön yargılı sekanslarla baş başa kalarak öldürülmesiyle ilgili başka sebepler aramıyoruz. Çok geçmeden kimsenin aklına gelmeyen bir sebeple, bu cinayetle ilgili ipuçları ortaya çıkıyor. Bu noktada Katja’da şaşırıyor, polisler ve seyirci olarak bizler de.
Katja ve Nuri de nereli olursa olsun doğup büyüdüğü coğrafyada birbirini sevmiş, kültürünü bir diyalektiğe sokmuş ve sevgiyi yüceltmiş en mikro topluluk. Bu yüzden filmin yüzeye hemen çıkan temaları anlaşılır olabiliyor. Neo-Nazi’ler bir Türk’ü hedef alıp onun hayatını yok ettiğinde yalnızca başka uluslara değil, kendi vatandaşına da kast etmiş oluyor. Katja’nın saf Alman olduğu özellikle bir sahnede geçiyor ve bu cinayet Katja’nın evini, yuvasını, ailesini yani onun hayatını dağıtıyor. Günün sonunda ayrımcılığın aslında yıllardır Almanya’da kaynaşmış, dost veya akraba olmuş olan (Alman olsun veya olmasın) tüm insanları etkileyebileceği aktarılıyor.
Bir başka göze çarpan sahne ise vicdan sahnesi. Katja’nın intikam almakla ilgili gelgitleri bir insandan tüm ülkenin vicdanına kadar uzanıyor. Karavanın dikiz aynasında uçuşan kuş bize kısa bir an içinde tüm bu karmaşanın yersizliğini ve bir canlının hayatının değerini hatırlatıyor. Vicdanı ve yaşadıklarıyla hayata devam etmek konusunda büyük bir çatışma yaşayan Katja’nın tercihi ise, yine ramaktan dönen bir çözümlemeyle gözler önüne seriliyor. Burada seyirci muhtemelen “ben olsam ne yapardım” sorusunu da kendisine sormadan edemiyor. Dolayısıyla Fatih Akın’ın seyirciye üstü kapalı bir biçimde bu soruyu yöneltmesi, evrensel değerleri hatırlatması ve çok boyutlu bakış açısını sunarak bir perspektif yaratması filmin hümanizmasını ortaya koyuyor. Bu durumda intikam, suç, vicdan ve insan tek tek birbirleriyle bir çatışma yaratarak çok boyutlu düşünme olanağı sağlıyor.
Üç bölümden oluşan filmin ilk iki sahnesi daha çok karakter ve olay serimleriyle bir gizem ve çözümleme olarak geçiyor. Üçüncü bölüm ise artık Katja’nın adalet arayışını ve verdiği savaşı içeriyor. Mahkeme salonundaki yüksek tempolu mücadele ve güçlü karşıt iki avukatın ellerindeki kanıtları sunuşları ve atışmalarıyla devam ediyor. Kendi tarafını korumak için suça pervasız bir şekilde gözünü yuman Neo-Nazi tarafındaki avukatın hırslı ve tahakküm içeren tavrı, dünya üzerindeki tüm kötülüklerin çıkış noktasına bir referans niteliğinde oluyor. Gözünü karartıp almak istediğini alana kadar elindeki her kozu ve gücü kullanan avukat ve davanın geldiği nokta neticesinde Katja’nın adaleti kendi inisiyatifinde arayışı bu bağlamda yeniden düşünmemizi sağlıyor. Dolayısıyla insanın içindeki en temel itkilerden biri olan adil olmak ve adalet arzusunun suistimal edilmesi durumunda kurallara uymakla ilgili bireysel bozulmaların başlayabileceği ve bireyin kendi adaletini aramak durumunda kalacağı önermesi de tutarlı oluyor.
Paramparça, Fatih Akın’ın son dönem çektiği filmlerle kıyasladığımızda öne çıkan bir filmi olarak görülebilir. Diane Kruger’ın sergilediği oyunculuk performansı da gerçekten övgüleri hak ediyor. Anlatı dili ve aktüel bir konuyu tutarlı bir bakışla aktarma çabası açısından da evrensel niteliklere sahip bir film.
https://www.youtube.com/watch?v=E15zD9tPqck