New York’un ünlü Radio City Music Hall’unun dışında onlarca metrelik bir kuyruk. Yüzlerce kişi, Adele’in yeni albümü 25’ın yayınlanmasından sonraki ilk büyük performansa tanıklık etmek umuduyla orada. “Umuduyla” diyoruz; çünkü kuyruktakilerin hiçbirinin bileti yok. Kalabalıkta bir biletin 1500 dolara el değiştirdiği görülüyor hatta. NPR Music’ten Saidah Blount’un naklettiği bu anekdot, aslında 2015’in son haftalarında yaşanan Adele çılgınlığının “küçük” bir örneği, hepsi o.
Adele, 25’ı yayınlayacağını samimi bir tweet’le duyurmuştu. 130 bin kez retweet’lenen, 180 bin kez beğenilen bir mesajdan bahsediyoruz. Hello klibi çıktı, YouTube tarihinde 100 milyon izlenme barajına en kısa sürede ulaşan video oldu (beş gün). Şarkı da bir haftada en fazla dijital satışa ulaşan parça rekorunu kırdı zaten. 25 yayınlandığında kıracağı rekorların yanına birkaç tanesi daha gelecek. Amerika’da gelmiş geçmiş en iyi ilk hafta satışını yakaladı, İngiltere’nin rekorunu kırması da an meselesi.
Tüm bu çılgınlık arasında hatırlaması vakit alıyor insanın: Arkalarda bir yerlerde de müzik vardı, şarkılar vardı, oraya bakalım. 25’ın açılış şarkısı, artık tüm dünyanın dinlemiş olduğu Hello. Adele eski sevgilisine telefon açıyor, “bir şans daha” diye yalvarmasa da ondan af diliyor. Xavier Dolan’ın çektiği klipte de gördüğümüz sadece bu: Sepya tonlar, bir telefon, eski bir ev ve orada canlanan anılar. Dolan son yılların en başarılı yönetmenlerinden birisi; dahası filmlerinde müzikle ilişkisi de çok yaratıcı. Ama klipte bu yaratıcılığın sadece kırıntılarını görebiliyoruz. Tıpkı şarkıda Adele’in devasa yeteneğinin sadece bir kısmını gördüğümüz gibi.
Doğrusunu söylemek gerekirse, 25’ın geneli için de bu değerlendirme yapılabilir. Hello en azından zirvesi olan, Adele’e sesinin kuvvetini ve farklı perdelerini gösterme fırsatı tanıyan bir ballad. Albümdeki kardeşlerinden I Miss You yeni Someone Like You, Remedy de yeni Turning Tables olsun diye konmuş duran formül parçaları. Million Years Ago ise 1990’ların Toni Braxton hiti Un-Break My Heart’ı fazlaca anımsatıyor: 25’ın sıradan bir diva albümü formülünü uyguladığının en belirgin kanıtı. Kötü mü? Asla değil. Ama Adele yeteneğinde bir sanatçının yapabileceğinin çok altında. Elbette çok satıyor, muhtemelen çok da sevilecek. Özellikle kırık kalpler, romantik aşıklar ya da akşamları eve dönüş yolunda ’slow’ müzik çalan radyo istasyonlarını dinlemeyi sevenler için yılın albümü dahi olabilir. Ama Adele’in potansiyelinin bu aşırı makyajlı prodüksiyonun altında kaldığı, muhteşem sesinin bu overproduced sound’un altında nefes almakta zorlandığı bir gerçek.
Peki hiç mi parlak bir yan yok 25’da? Korkmayın, tablo o kadar da karanlık değil. All I Ask olanca sadeliğiyle parıldayan bir parça. Send My Love (To Your New Lover) hem pozitif sözleri, hem de pop büyücüsü Max Martin’in Adele’i klasik çizgisinin dışına taşıma cesaretiyle nefes aldırıyor. Water Under The Bridge de ana akımın sıra dışı prodüktörü Greg Kurstin’in elinden çıktığını belli eden bir başka ferahlama anı.
25, can çekiştiği söylenen müzik endüstrisini tek başına kurtaran albüm oldu. Şüphesiz bu Beyonce’ler, Rihanna’lar, Bieber’lar evreninde Adele’in bütün rekorları dümdüz etmesinde insana keyif veren bir yan da var. Ama kendi kuşağının tartışmasız en kuvvetli sesinin yapabileceği en iyi albüm bu muydu derseniz, yanıtımız hayır. Rolling In The Deep’lerin, Right As Rain’lerin, Rumour Has It’lerin geldiği, modern bir Aretha Franklin kuvveti taşıyan bir yetenekten daha azını beklemek, Adele’e de haksızlık etmek olur.
https://www.youtube.com/watch?v=YQHsXMglC9A