Hedda Gabler, döneminin sıra dışı ve yenilikçi oyun yazarı Henrik Ibsen’in güçlü, aynı zamanda kusursuz bir psikolojik derinliğe sahip karakterlerinden biri. Karakterin adıyla anılan oyun, bu sezon Tiyatro Pangar yapımı olarak, Mehmet Birkiye rejisiyle seyirciyle buluşuyor. Yönetmeni, oyuncu kadrosu, sahne düzeni, dekor ve ışık sistemi, hatta tanıtım görselleri ile de iddiasını ortaya koyan Hedda Gabler, bu sezonun en çok konuşulacaklarından biri olma yolunda.
Ne zaman evleniriz? Bize rahat bir yaşam sürdürmeyi kesin olarak kafasına koymuş biriyle karşılaştığımızda mı, yoksa artık evlenme ve çocuk sahibi olma yaşının sınırlarına yaklaştığımızda mı? Peki, sürekli ve sonsuza kadar aynı kişiyle birlikte olmaya dayanabilecek miyiz? En kötüsü de aslında ne bir anne ne de eş olmak istemiyor ve canımız çok ama çok sıkılıyorsa… Ve bir skandaldan ölesiye korkuyorsak? O zaman kurtuluş belki de dünyada sadece kendi isteğimizle yaptığımız cesur bir davranış olarak ölümdür, üzerine güzelliğin parıltılı ışığı düşen bir şey…*
Oyunu seyrederken, oyunun yazıldığı dönemde üzerine çektiği tepkilerin ve günümüzde hâlâ bir döneme ait olmayıp, zamansız olarak değerlendirilerek sahnelenmesinin sebeplerini kolayca görüyorsunuz. Metinin çağdaşlaşmaya yatkın yapısının yanında, Mehmet Birkiye’nin konuyu güncellemedeki ve karakterleri yeni boyutlara taşımadaki hünerleri de göz ardı edilemez.
Oyun Hedda ve akademisyen kocası Jörgen Tesman’ın altı aydan fazla süren balayı seyahatlerinden dönmeleriyle başlıyor. Yeni evli çifti, özenle döşenmiş evlerinde Jörgen’nin fedakâr halası Juliane Tesman ve hizmetçi Berte bekliyor. Juliane Hala’nın tabiriyle, “birçok talibi olan ve herkesin hayran olduğu” gelinleri Hedda Gabler, el üstünde tutulmalı, her şey ve herkes ona layık olmalı. Fakat Hedda’nın sahnede göründüğü andan itibaren, bunun o kadar da kolay olmayacağı anlaşılıyor. Oyunun yazarı Henrik Ibsen’in tabiriyle: “Yirmi dokuz yaşında bir kadın. Yüzü ve davranışları zarif ve asil. Teni donuk ve pürüzsüz. Çelik grisi gözlerinde soğuk, berrak bir ifade var. Saçları güzel, kumral, ancak fazla gür değil. Üstünde şık, ancak bolca bir sabahlık var”.
Burjuva Konvansiyonunun Yüksek Duvarlarını Tırmalayan Bir Kadın!*
Hedda’nın sert ve küstah karakteriyle ilk anda sarsılan seyirci, bir yandan amaçsız bir özgürlük arzusu, diğer yandan sıkı sıkıya bağlı olduğu yüksek standartlar ve “insanlar ne düşünür?” prangası altında yaşayan, yaşı daha fazla geçmeden istemediği bir evliliği yapmayı seçen, mutsuz, tatminsiz bu kadının trajik öyküsüne şahit oluyor.
Kadın üzerinde yüzyıllardır devam eden baskı ve onun yarattığı sıkışmışlıktan kaynaklanan dönüşüm, Kafka’nın ünlü eseri Dönüşüm’de Gregor Samsa’nın bir sabah böcek olarak uyanması gibi bir gecede olmuyor elbette. Hedda Gabler, belki de doğduğunda bu dönüşümün çoktan bir evresindeydi zaten. Zavallı Gregor, herkes tarafından görünen bir çirkinliğe ve tuhaflığa bürünürken, Hedda’nın gösterişli güzelliğinin gölgesindeki ruhunda oluyor olanlar.
Hedda’nın geldiği nokta ve dönüştüğü yapıda, elbette güçlü bir karakter olan general babasının disiplini altında, her zaman aranan güzel ve genç bir kadın olarak yaşaması, dahası hiçbir zaman bir anne ve eş olmak üzere yetiştirilmemiş olmasının etkisi büyük.
Bir Başka Ibsen Klasiği: “Nora Bir Bebek Evi”
Hedda Gabler, Ibsen’nin kendisinden yirmi bir yıl önce yazdığı benzer dertlerden muzdarip Nora’nın aksine, tüm gücüne ve imkânlarına rağmen onun cesaretini gösterip, konforlu alanını terk edemiyor. Karar verme ve çözüme ulaşma aşamasında çok daha naif bir karakter olan Nora kadar kararlı ve cesur değil. Oysa her ikisi de kendi kaderini belirleme, özgür birer birey olma, yani kendini gerçekleştirme noktalarında kadının evrensel ve zamansız krizlerini yaşıyor. Yine de Hedda, kendini bulma mücadelesinde, Nora gibi çocuklarını ve kocasını, yani tüm hayatını geride bırakmaktansa, hayatı tümden bırakmayı seçiyor. Yaşadığı buhranları ve can sıkıntısının acısını çevresindeki insanları birer zavallı hâline getirmekle çıkarıyor.
Kocasının Karısı Olmak Yerine, Babasının Kızı Kalmak!
George Tesman, Hedda’nın iç dünyasını tamamen serbest bırakacak, müdahale dahi edemeyecek, buna karşılık karısını dış dünyada sarıp sarmalayacak ve ona “layık” olduğu hayatı yaşatacak bir koca görünürde. Hedda’nın korunaklı bir vahşiliğe sahip iç dünyası, hamile kalması ile lüks ve aktif sosyal hayatı ise Tesman’ın hedeflediği kariyere ve paraya hemen ulaşamayacağının anlaşılmasıyla balayı dönüşü büyük bir sarsıntı geçiriyor.
Bu sırada şehre geri dönen Ejlert Lövborg, Hedda’nın romantik, serseri ve özgürlük ideallerinin bir sureti olarak karşımıza çıkıyor. Daha önce kimsenin dizginleyemediği bu eski sevgilinin, Thea Elvsted gibi “silik” bir kadın tarafından kontrol altına alınıp ehlileştirilmesi, Hedda’da bu çifte karşı hayranlıkla karışık bir kıskançlık ve bozguna uğratma isteği uyandırıyor.
Hâkim Brack ise Hedda’yı belki de en iyi tanıyan, geçmişte onun dehlizlerinde çok defa gezmiş, güçlü bir adam, gerçekleşmesini arzu ettiği “üç köşeli ilişki” için, bu vahşi kadını şantaj tehdidiyle kontrolü altına almayı deneyecek kadar da kararlı biri. Seyirci Hedda’yı Brack ile baş başa kaldığında daha iyi analiz etme şansı buluyor.
Hedda Gabler rolünde izlediğimiz Demet Evgar, oyunun sonuna kadar tempoyu ve merakı düşürmeden taşıyor. Karakterin psikolojisini, açmazlarını ve zaaflarını ise son derece özümsemiş olduğu, kendinden emin oyunculuğu aracılığıyla seyirciye yansıyor. Burada Oscar ödüllü oyuncu Cate Blanchett’ın da 2004’te Sydney ve 2006’da Brooklyn’de Hedda Gabler rolünde sahneye çıktığını eklemek isterim.
Tuğrul Tülek tecrübesinde bir oyuncu için, Hedda’nın “mütevazı” kocası Jörgen Tesman, canlandırması zor biri olmuyor. Tülek, karakterde kendine has bir sempati yaratıyor ve silah koleksiyonu olan ve onları kullanmaktan asla çekinmeyen bir kadının, eski terliklerine ve halalarına kalpten bağlı kocası rolünde, seyirciyle duygusal bir bağ kurmayı başarıyor. Bunda, eserin Patrick Marber uyarlamasından Beliz Güçbilmez’in çevirisi ve Mehmet Birkiye’nin oyuncularına sunduğu karakter açılımlarının da etkisi var. Jörgen Tesman, Tuğrul Tülek yorumunda, Ibsen metninde hayalinizde belirenden çok daha anlaşılabilir biri hâle geliyor.
Yeşim Koçak Mrs. Elvsted rolünde göz doldururken, Osman Karakoç, Nazan Diper ve Tolga Çiftçi, oyunculuklarıyla üzerlerine düşeni yapıyor. Hizmetçi Berte rolünde ise Merve Satılan, hemen hemen tüm oyun boyunca elinde cep telefonu ile sahnede bulunuyor ve Hedda’nın her anının gözlendiği ve kaydedildiği vurgusunu yapıyor.
Gamze Kuş’un Hedda Gabler için seçtiği kostüm, bende hayal kırıklığı yarattı. Oyunun tek kostümle geçmesi ve bunun Hedda’nın gösterişli kadın tavrına pek de uymayan bir seçim olmasına bir anlam veremedim. Ibsen’in de özellikle belirttiği gibi, ilk sahnede Evgar’ın salona bir sabahlıkla girmesini tercih ederdim.
Birkiye’nin oyuna güçlü katkılarını hissettiğimiz karakterlerin nevrotik iç dünyalarını yansıttığı anlarda, Cem Yılmazer’in ışık tasarımı başarılı geçişler sağlıyor, Çağrı Beklen’in müzik seçimleri duyguları harekete geçiriyor. Dekor, etkileyici! Sahne ortasına yerleştirilmiş üçgen çatılı ferah ve aydınlık ev konstrüksiyonu, Hedda’nın sıkıntılı ve karanlık iç dünyası ile bir tezat oluşturuyor. Duvarda açılan şömine detayı güzel. Evin iç yerleşiminde, geçmişteki sahnelemelerden farklı olarak, derinlikte mekânı bölmek yerine, bahçe ve salon kullanımı olarak iç ve dış dünya hedeflenmiş. Bu seçim yüzünden, son sahnede birbirine paralel yürüyen iki ayrı diyaloğun tek ortamda gelişmesi ile durum bir parça karikatürize ediliyor ki, bu da dramatik sonu biraz hafifletmek adına rejinin bir tercihi olarak yorumlanabilir.
*Henrik Ibsen Toplu Oyunlar 2 – Mitos Yayınları
*Variety 2006 – David Rooney