Türkiye prömiyerini 31. Adana Altın Koza Film Festivali’nde yapan ve Adana İzleyici, Film Yönetmenleri Derneği En İyi Yönetmen ve Türkan Şoray Umut Veren Genç Kadın Oyuncu (Tuana Almacı) ödüllerini alan Hakkı filminin ortaya çıkış ve yaratım sürecini filmin yönetmeni Hikmet Kerem Özcan’a sorduk.
Orta yaşlı Hakkı, ailesiyle birlikte tarihi bir Ege köyünde yaşamaktadır. Yakınlardaki antik kentin önünde heykelcikler satarak ve yerel turlara rehberlik ederek geçimlerini sağlar. Bir gün bahçesinde tesadüfen bulduğu tarihi bir eseri bir araba fiyatına satar, daha sonra ise eserin gerçek değerinin yüz kat fazla olduğunu öğrenir. Daha fazla değerli eşya bulma umuduyla ve büyük bir hırsla bahçesinde tüneller kazmaya başlar ama hiçbir şey elde edemez. Saplantılı hâli deliliğe dönüşür. Çok sevdiği aile yaşamını feda ederek, hem kendisi hem de ailesi için karanlık bir yolculuğa sürüklenir. Yapımcılığını Öykü Canlı, Hikmet Kerem Özcan gerçekleştiği filmin yönetmen ve senarist koltuğunda Hikmet Kerem Özcan var. Filmin oyuncu kadrosunda Bülent Emin Yarar, Hülya Gülşen, Cem Zeynel Kılıç, Duygu Gökhan, Özgür Emre Yıldırım, Tuana Almacı yer alıyor.
Hayatının bir anda değişebileceğine inanan Hakkı, gittikçe her şeyden uzaklaşarak ona miras kalan yoksulluğa meydan okur. Kendisine verilenin bundan daha fazlası olabileceği düşüncesi ve bir adım daha ileri gidebilme ihtimali Hakkı’nın ayaklarını olduğu yere daha da saplar. Hakkı, yıllardır süregelen “yoksulluk” hâlinin döngüsel yanının altını kazıyarak kendine bir ihtimal yaratmaya çalışır. Etrafındaki insanlar kendisinden uzaklaştıkça, onları yitirdikçe daha da hırslanır. Ayaklarının altında duran, başını soktuğu evin altını kazmaya devam ettikçe kendi yaşamının da altını kazır. Ve gittikçe derinleşen bir yalnızlığın içine doğru çekilir. Nihayetinde izlediğimiz film; bir yaşam mücadelesinde kendimize bir başka ihtimal yaratmanın karanlık ve gayet insani olan yanını anlatır.
Filmin ortaya çıkış hikâyesini sizden duymak isterim. Masa başına oturmadan önce ve sonrasında aklınızda neler vardı?
Filmin ortaya çıkış hikâyesi aslında çocukken duyduğum bir olayla başladı. Küçük yaşlarımda bir aileyle ilgili bir hikâye dinlemiştim; bahçelerinde tarihi bir eser buluyorlar ve o noktadan sonra hayatları altüst oluyor, bir daha huzura kavuşamıyorlar. Bu hikâye, insanın hayatının bir anda sihirli bir şekilde değişebilme ihtimaline duyduğu tutku beni çok etkiledi. Böyle bir ihtimalin cazibesi ve aynı zamanda tehlikesi her zaman dramatik ve anlatılmaya değer geldi bana.
Masa başına oturmadan önce aklımda bu hikâyenin çekirdeği vardı; bir insanın aniden hayatını değiştirme fırsatıyla karşı karşıya kalması ve bunun getirdiği bedeller. Bu konuyu ele almadan önce, kendi içimde de bir keşfe çıkmam gerektiğini hissettim. Yazma sürecinde, insanın açgözlülüğü ve hırsı üzerine derin düşüncelere daldım. Kendi bilinçaltımdaki bu yönleri anlamaya ve karakterlerle özdeşleştirmeye çalıştım.
Masa başına oturduğumda, hikâyeyi sadece Hakkı’nın değil, onun etrafındaki herkesin etkilediği bir yapı olarak tasarladım. Onun hırsının, ailesini ve çevresindekileri nasıl bir girdaba sürüklediğini düşündüm. Film, sadece bireysel bir hikâye değil, aynı zamanda insanın toplumsal ve duygusal bağlarını nasıl kopardığını da anlatan bir yapıya evrildi.
Film, soğuk bir açılış sahnesi ile başlıyor. Aynada yüzüne bakan Hakkı, tozlar içinde kalmış yüzünün hissini yitirmiş biçimde, yıkıntılar arasında çayını yudumlar. Bir tür yabancılaşma hikâyesi izleyeceğimiz izlenimine ilk andan kapılıyoruz. Hakkı, hem kendine yabancılaşan hem de gittikçe toplumdan uzaklaşan biri. Karakterinizi toplumdan sıyıran ve onu topluma dahil eden özellikler sizce neler?
Hakkı’nın hikâyesi, içsel bir yabancılaşmayı derinlemesine işliyor. O ilk sahnede, aynada kendi yüzüne bakan Hakkı’nın artık kendini tanıyamadığı bir noktaya gelmiş olduğunu görüyoruz. Tozlar içinde kalmış, yıkıntılar arasında çayını içerken, aslında bu onun dış dünyadan kopuşunu ve içsel bir yalnızlığa sürüklendiğini sembolize ediyor. Yabancılaşma, Hakkı’nın hayatındaki temel bir tema hâline geliyor hem kendisine hem de çevresine karşı bir tür kayıtsızlık geliştirmiş durumda.
Hakkı’nın topluma yabancılaşan tarafı, onun hırsının ve takıntısının yarattığı izolasyon. Bulduğu tarihi eserden sonra hayatının amacını tamamen bu keşiflere odaklamış durumda ve bu süreçte kendisini ailesinden, arkadaşlarından, hatta toplumdan soyutluyor. Onu topluma dahil eden insani özellikler, başlarda sevecen, mülayim bir adam oluşuydu. Ancak bu hırs, onu yavaş yavaş bu özelliklerinden uzaklaştırıyor. Toplumun değer verdiği ilişkilere, aile bağlarına ve hatta toplumsal normlara karşı ilgisini kaybetmeye başlıyor.
Ama Hakkı’yı hâlâ topluma bağlayan ince bir iplik var; o da başlangıçtaki dürüst ve insancıl tarafı. Bu tarafı, aslında onun kaybolan benliği. Filmde bu benliğe tutunma çabası ile kaybedilen insanlık arasındaki çatışmayı görüyoruz. Hakkı, toplumun bir parçası olarak kalmak ve insan olmanın getirdiği sorumlulukları yerine getirmek ile sadece kendi arzularına hizmet eden bir yabancı arasında sıkışmış bir karakter.
Her şeyin bilgisine kolayca vakıf olabildiğimiz bir zamanda, sınırları belirli bir alanda rehberlik yaparak bir tür hikâye anlatıcılığı yapıyor Hakkı. Bülent Emin Yarar’ın sesini düzeyli bir biçimde kullanması ve yörenin şivesi bu etkiyi katlandırarak güçlendiriyor. Bu noktadaki tercihinizin hikâyeye olan katkısından bahseder misiniz?
Hakkı, bir rehber olarak insanlara sadece yerel tarihi anlatmıyor; aynı zamanda kendi yaşamını ve hırslarını da bir hikâye gibi sunuyor. Şive kullanımı da onu daha otantik ve yerel bir figür hâline getiriyor. Bu, izleyiciyi Hakkı’nın dünyasına daha derinden bağlayan bir unsur. Sakinliği ve oturaklılığı ise Hakkı’nın derinlerinde yatan karmaşasını maskeliyor, bu da hikâyeye zenginlik katıyor.
Topraklarında tarihin önemli bilgilerini taşıyan, günümüzde de birçok hikâyenin kaynağını oluşturan bir coğrafyanın hikâyesini ezberleyip anlatan Hakkı, ne tesadüf ki evinin bahçesinde tarihi bir eser buluyor. Bu fikrin nasıl olgunlaştığını, neleri vurgulamak istediğinizi sizden duymak isterim.
Hakkı karakteri, tarih dolu bir coğrafyada rehberlik yaparak geçmişin hikâyelerini ezberleyip anlatıyor. Onun tarihle bu kadar iç içe olması ve ardından kendi bahçesinde tarihi bir eser bulması aslında tesadüf değil, bilinçli bir tercihti. Bu fikri geliştirirken, insanın kendi anlattığı hikâyelerin bir parçası hâline gelmesini ve kaderinin onu nasıl etkileyebileceğini vurgulamak istedim.
Hakkı’nın evinin bahçesinde eser bulması, onun içsel dünyasıyla dış gerçekliğin kesiştiği bir nokta. Bu olay, onun hayatındaki dengeleri değiştiriyor ve hırsının tetiklenmesine yol açıyor. Amacım, insanın tutkularının ve arzularının onu nasıl dönüştürebileceğini göstermekti. Hakkı’nın tarihle olan bağı ve bu bağın kendi yaşamına doğrudan etkisi, hikâyenin derinliğini artırarak izleyicilere evrensel bir mesaj iletmeyi hedefledi.
Bir kader gibi başına gelenleri, yaşadığı hayatı kabullenmek istemeyen Hakkı, her şeyi bir mesaj olarak kabul ediyor. Bildiği sesleri susturup iç sesinin gürültüsünü artırıyor. Bu yanıyla Hakkı filmi için, insanın kendi kaderiyle yüzleşmesi üzerine bir film diyebilir miyiz?
Kesinlikle diyebiliriz. Hakkı filmi, bir insanın kendi kaderiyle yüzleşmesini ve yaptığı seçimlerin sonuçlarıyla nasıl başa çıktığını anlatıyor. Hakkı’nın bildiği sesleri susturup iç sesine kulak vermesi, onun iç dünyasındaki çatışmaları ve kaderini değiştirme arzusunu yansıtıyor. Bu açıdan film, insanın kendi kaderini sorgulaması ve bununla yüzleşmesi üzerine odaklanıyor.
Filmin etkisini artıran bir başka unsur karakterin kendi evinin altını kazması oldu. İnsan en çok kendisine yapıyor, en yakınında bulunan kendisinden başlıyor galiba. Ne dersiniz?
En yakınında olan, en güvendiği yerden başlayarak kendi hayatını tahrip ediyor. Bu tercih, karakterin içsel çöküşünü ve hırsının onu nasıl tükettiğini daha da vurguluyor. İnsanın kendi içine dönüp, kendi değerlerini ve sevdiklerini göz ardı ederek sadece hırslarına odaklanmasının sonuçlarını göstermek istedim. Bu şekilde, izleyicinin de kendi hayatında benzer sorgulamalara gitmesini amaçladım.
Hakkı, kendine miras kalan tarihi ve kaderi hem kabul etmeyen hem de onun kendisine verdiği imkânların, evinin altını kazan biri. Bunu yaparken hırslanıp etrafına körleşen biri. Hakkı’nın köşeyi dönme hayali ile kendi sonunu hazırlaması üzerine neler söylersiniz?
Hakkı, kendi mirası ve kaderiyle çatışan bir karakter. Kendisine miras kalan tarihi ve kaderi tam olarak kabullenemiyor, ancak bu mirasın sunduğu imkânları da kullanmaya çalışıyor.
Hakkı’nın köşeyi dönme hayali, onun kontrolsüz hırsının ve maddi kazanç uğruna neleri feda edebileceğinin bir göstergesi.
Göçük altında kalma gibi ülkemizin çok acı bir şekilde yakından yaşadığı travmatik hisleri de tekrar eden bir yanı var filmin. Bu konuya yaklaşımınızı oluştururken mesafenizi nasıl belirlediniz?
Aslında ben bu senaryoyu yazarken Kahramanmaraş depremleri olmamış olsa da deprem ile ilgili travmatik hisler ülkemize hiçbir dönem uzak olmadı. Bu konuda olanı olduğu gibi anlatmaya çalışma dışında bir yaklaşım değişimim olmadı.
Son olarak hikâyenin kurulması aşamasında bireysel ve toplumsal olarak sorgulamak ve içini didiklemek istediğiniz kavramlar neler oldu? Ve artık bitmiş bir film olarak Hakkı’ya dönüp baktığınızda filmde anlatmak istediğiniz kavramlar, meseleler ve hikâye sizin için ne tür değişimler geçirdi/geçirdi mi?
Hikâyeyi oluştururken bireysel olarak insanın içindeki açgözlülük, hırs ve takıntı kavramlarını sorguladım. Hakkı karakteri üzerinden, bir insanın arzuları uğruna nasıl dönüşebileceğini ve kendi benliğiyle çatışmasını ele aldım.
Toplumsal olarak ise maddi kazanç uğruna göz ardı edilen etik değerleri ve toplumun birey üzerindeki etkisini irdeledim. Hakkı’nın hikâyesi, bireyin toplumsal normlarla ilişkisini ve bu normların davranışlarını nasıl şekillendirdiğini gösteriyor.
Film tamamlandıktan sonra, anlatmak istediğim kavramların hikâye içinde derinleştiğini ve evrensel bir boyut kazandığını görüyorum. Başlangıçta planladığım temalar olgunlaştı ve hikâye umduğumdan daha zengin bir anlatıma dönüştü.