Zeki Demirkubuz, 11. filmi Kor ile karşımızda. 22 Nisan’da gösterime giren Kor’un başrollerini Aslıhan Gürbüz, Caner Cindoruk ve Taner Birsel paylaşıyor. Seti yıllar önce başlamasına rağmen, sinemaseverlerle ancak buluşan Kor, diğer Demirkubuz filmlerinden ayrılıyor...
Söz konusu Zeki Demirkubuz olduğunda her filmi merakla beklenir. Ama Kor’u öncekilerden ayıran başka şeyler de var. Öncelikle Demirkubuz’un yıllar önce bu filmi çekmek için sete girdiği ancak bir süre sonra çekimleri sonlandırdığı bilgisi var elimizde. İkinci olarak filmin fragmanının yönetmenin alametifarikası olan karanlık sulara doğru bir yolculuk vaat ediyor olması. Son olarak da Nuri Bilge Ceylan’ın Üç Maymun filminin hikayesinin Zeki Demirkubuz’a ait olduğuna dair ‘kent söylencesi’nin en azından sinema dünyasının ‘çelik çekirdeği’ tarafından biliniyor olması ve bu filmin “Zeki Demirkubuz versiyonu” olacağına dair yaygın kanaat.
‘Kent söylencesi’ tarafı işin taraflarını ilgilendirir. Çünkü ortadaki hikayenin özellikli bir tarafı yok. Türkiye sinemasının Yılmaz Güney’in Baba filminden aşina olduğu bir öykü var karşımızda ve asıl soru, bu öykünün nasıl anlatılacağında düğümleniyor. Kor, kocası çalışmak için Romanya’ya gittikten sonra tesadüfen karşılaştığı eski patronunun ilgisine biraz mecburiyet ve biraz da istekle karşılık veren Emine’nin hikayesi gibi başlıyor. Ama filmin bir noktasında Emine’yi unutup Romanya’dan dönen Cemal’e odaklıyor kendisini. Görüldüğü gibi Kor’un hikayesinin kısa özetinde orijinal bir şey yok. Asıl mesele Zeki Demirkubuz’un bu hikayeyi anlatmak için kuracağı atmosfer, karakterlerinin ağızlarına konduracağı diyaloglar, ortaya çıkacak mizansenler ve hikayenin gidebileceği karanlığın derinliği tabii ki.
İşte filmin “bir Zeki Demirkubuz filmi olmak yerine, bir Zeki Demirkubuz filmi olmaya öykündüğünü” söyleyebileceğimiz nokta, bu temalara bakmaya başladığımızda ortaya çıkıyor. Kor, tabii ki karakterlerinin nedensizliğiyle Masumiyet, Cemal’in umursamazlığı ile Yazgı, Emine’nin ağzından bir türlü alınamayan cevaplar nedeniyle İtiraf ve karanlığı ile Kader’den birçok parça ve esinti taşıyor. Ama toplamda bu anılan filmlerin herhangi birisi kadar olabiliyor mu? Bu soruya evet demek zor. Çünkü her şeyden önce 145 dakikalık süre filmin etki gücünü öylesine seyreltiyor ki, arada hikayenin kendi ekseni etrafında dönüp durduğunu hissediyorsunuz. Evet, filmde Demirkubuzvari anlar tabi ki var. Ama öyle sahneler ve diyaloglar da izliyoruz ki Zeki Demirkubuz’un elinden çıkmış olduğuna inanmak çok zor.
Demirkubuz, Taner Birsel’in karakterini anlatmak istediği ortama bir ‘yabancılaştırma efekti’ olarak bilinçli koyduysa başarılı olduğunu söyleyebiliriz ama işlevsel mi tartışılır. Aksi durumda Devlet Tiyatrosu oyunu izliyormuş gibi hissetmemize neden olan diyalog ve mizansenlerin yarattığı hayal kırıklığını anlatmak için cümle bulmakta zorlanırız. Daha da vahimi Taner Birsel gibi, her koşul ve durumda iyi olmayı başaran bir oyuncuyu kötü oynatmayı başarmak da bir yönetmenlik mahareti olarak tarihe geçer.
Zeki Demirkubuz’un yedi ay içinde izlediğimiz son iki filmi Bulantı ve Kor’dan sonra, bu filmlerin olamamışlığının nedenleri hakkında birkaç kelam edebiliriz artık. Temel sorunun, aynı nehirde bir kez daha yıkanmaya soyunmak olduğunu belirterek başlamak gerek. Demirkubuz’un kendisinin de çok fazla anmadığı C Blok’u bir yana bırakırsak. Masumiyet ile başlayıp Kader ile döngüsünü tamamlayan filmografisinin seyirci için özel bir yeri var. Seyirci hep o tadı bulmak istiyor filmlerde ama o filmlerin kendi koşulları içinde var olduklarını unutuyor her nedense. Çok iyi bir film olmasa da Kıskanmak ve son yıllardaki en iyisi Yeraltı ile Demirkubuz’un yeni bir kulvar açma çabasına girdiğini ve sinemasının yönünü değiştirdiğini düşünmek için elimizde nedenler vardı. Ama Bulantı ve Kor ile anladık ki, Demirkubuz da tıpkı sadık seyircisi gibi ‘eski’ filmlerin ruhunun peşine düşmek istiyor. Ama işte o köprülerin altından artık çok sular aktı. Ne Demirkubuz’un anlattığı sınıfların sosyolojisi aynı, ne de seyircinin. Aradan geçen yıllarda ikisi de büyük bir değişime uğradı. Kor’un temel sıkıntısı belki de tam burada yatıyor. Bu hikayeler yaşanmaya devam ediyor ama artık Masumiyet ve Kader’deki gibi değil. Belki de bu yüzden bir türlü ikna olamıyoruz karakterlerin sahiciliğine, hikayenin olabilirliğine. Demirkubuz’un kötülüğün içinde bile ‘masumiyet’ aradığı zamanlarda değiliz artık. Ve belki de ‘kötülük’ Demirkubuz’un anlatamayacağı kadar yerleşik ve ‘saf’ artık hayatımızın içinde!