Emre Yeksan’ın dünya prömiyerini 75. Venedik Film Festivali’nin Biennale College Cinema bölümünde yapan ikinci uzun metraj filmi Yuva üzerine bir inceleme.
2017’de çektiği ilk filmi Körfez’le yönetmenlik kariyerine adım atan Emre Yeksan’ın ikinci uzun metrajı Yuva, Venedik’te yaptığı galanın ardından ülkemizde Adana, İstanbul, Ankara ve daha birçok film festivalini dolaştıktan sonra vizyona giriyor. Yeni Türk sinemasında tek tipleşen ilk film furyasının dışında kalmasıyla dikkat çeken Körfez’deki özgün sinema anlatısı Yeksan’ın yeni filminde de mevcut. Ancak ilk film hoşgörüsüyle üzerinde durulmayan defolar Yuva’da, belki de daha rahatsız edici bir şekilde yer alıyor.
Yuva, ormanda yarattığı kulübesinde yaşamayı seçen Veysel karakterinin öyküsünü anlatıyor. Veysel’in nereden, neyden kaçtığından çok nereye kaçtığıyla ilgileniyor. Kaçılana dair pek çok sembol verse de bu sembolleri yalnızca “baskı” ortak paydasında birleştirebiliyoruz. Üç bölüme ayrılan filmin ilk bölümü Veysel’in yuvası olan ormanla ilişkisini ele alırken, ikinci bölüm onu ormandan çıkarmaya ikna etmek için gelen küçük kardeşi Hasan’ın gelişiyle birlikte başlıyor. Filmin final bölümünde ise Hasan’ın abisinin geçirdiği dönüşümün bir benzerini geçirmesine tanık oluyoruz.
Yönetmen Yeksan, final bölümünde daha kişisel, deneysel bir sinemaya yakınsıyor. Git gide ormanda yaşamanın da imkânsızlaştığı ortamda Veysel doğaya sığınıp, doğayla iç içe geçiyor. Veysel’in yaşadıklarını dış dünyadan olanlar olarak biz, kardeşi Hasan’ın gözünden görüyoruz. Veysel’i eve dönmeye ikna etmek için ararken gizli yuvaya/mağaraya giren Hasan, orada yaşadığı ve üzerine pek çok okuma yapılabilecek tecrübe neticesinde filmin girişinde gözlemlediğimiz Veysel’e eviriliyor adım adım. Karakterler doğayla bütünleşiyor.
Emre Yeksan’ın iki filminde de hikâyeye ve karaktere dair bırakılan büyük boşlukların bilinçli tercihler olduğuna şüphe yok. Bu alanların izleyiciye kendi yaşantısındaki deneyimlerden elde ettikleriyle kişisel filmini yaratma imkânı vermesi düşüncede iyi gözüküyor olabilir fakat sonuca baktığımızda büyük bir eksi. Karakterin ait olduğu dünyayla ilişkisine ikna olma, motivasyonunu anlama, haklı – haksız bulma, ailesiyle ilişkisine dair fikir edinmemize olanak sağlamıyor Yeksan. Ormanda da benzer bir durum söz konusu. Ülkenin yakın geçmişinden pek çok baskı unsurunun dolaylı anlatım aracılığıyla arasında dolaşıyoruz. Bu hızlı geçişler filmin izleyiciye sağladığı alanda kendi dünyasını kurmasına izin vermiyor.
Körfez’de olduğu gibi Yuva da çok şey anlatmaya çalışılmasının kurbanı olunmuş. Öteki, azınlık olarak damgalanan her kesimi içinde barındıran film, bu politik yapısını imgeler, metaforlar üzerinden kuruyor. Yuvalarından ayrılmak zorunda bırakılan Kürtler, Gezi direnişi, Aleviler, doğa katliamı, askeri dikta… Ülke sinemasında her biri tek başına tema olarak defalarca kullanılan etmenleri “baskı” potasında eriten Yuva, başvurduğu metaforların üst üste binmesi, bu sıklığın dolaylı anlatımın büyüsünü bozması ve kendini açıklamaya başlaması nedeniyle tek tek bakıldığında iyi duran imgeler izlerken birbirine girip anlamsızlaşıyor.
Kare format tercihi, ses tasarımı, atmosferi, sinematografisinin anlatılan evrenle uyumu Yuva’nın en büyük artısı. Ormanın bir sığınma yerinden bir tehdide dönüştüğü anlarda kameranın konumlandırması da oldukça etkili. Yuva, yeni Türk sinemasında kendi yolunu arayan sınırlı sayıdaki eserden ve ilerisi için senarist Emre Yeksan’dan ziyade yönetmen Emre Yeksan’a heyecan duymamıza neden olacak gibi.