Her zaman orijinal bulduğum; farklı ama abartı değil, farklı ama doğal olan nadir insanlardan biri Bedük. Karaköy’ün, geceleri kadar yemekleriyle de keyif veren mekanı Fosil’de buluştuk ve bir yandan bir şeyler atıştırıp bir yandan güzel mi güzel bir sohbet ettik. Hayat, müzik, aile ve çok daha fazlası… Buyrunuz, başlayınız okumaya…
Albüm çıktı, klip çıktı, konserler başladı ve benim gördüğüm kadarıyla tepkiler çok güzel. Nasıl gidiyor?
Yeni başladık meseleye, konserler yeni yeni oturmaya başladı. Lansmanı Zorlu Center’da yaptık. Hayatımın en efsane işlerinden bir tanesiydi. Özkan Uğur’la yan yana söylemek de efsaneydi. 13 kişilik bir ekip ile sahnede çalmak inanılmazdı. Hemen arkasından Ankara ve İzmir yaptık. Çok güzel gidiyor.
Kliple ilgili nasıl tepkiler aldın? Dansöz zannederken köçek ile karşılaşıyoruz, biraz ters köşe. Şarkı da öyle.
Bizim kendimize ait değerlerimizi, değerli bir şeyin içinde, medeni bir şekilde gördükleri zaman insanların tabii ki hoşuna gidiyor. Şimdiye kadar kendimizle ilgili şeyleri batılı bir şeyin içinde gördüğümüz zaman bir dalga geçme unsuru olur ya, “Köçekler hahaha” gibi… Ben tam tersine kendi kültürümüze ait şeylere değer verme taraftarıyım. Batılı bir şeyin içinde ve medeni dünya çerçevesi içerisinde… Klipteki amaç da oydu. Tepkiler güzel oldu ama beni yıllardır tanıyanlardan, dört tane İngilizce dans albümü yapmış bir adam olarak işin içine yerel sound’lar girince “A-a ne yaptı acaba?” tepkileri de geliyor.
Piyasa bir şey yaptın gibi mi mesela?
Piyasa gibi geliyor olabilir insanlara. Ama baktığın zaman müziğin altı komple funk. Eh söylediğim şeyler “Hadi bebeğim, salla şekerim” gibi şeyler değil. Sallamayı ve sallattırmayı severiz tabii ki. Ben sonuçta popüler kültürün bir parçasıyım ama kaliteli, güzel bir müzikle kendini bozmadan düzgün bir şeyler verdiğin zaman insanlar kabul ediyor.
Ülkemizde durmaksınız olaylar oluyor maalesef ki… Acı kayıplar, üzücü günler… Bu yaşananlar genelde ilk eğlence sektörünü vuruyor. Aman dışarıya çıkmayalım, aman müzik dinlemeyelim. Zaten ruh durumumuz da pek normal sayılmaz artık. Bir müzisyen olarak sen ne yaşıyorsun bu süreçte?
Mücadele tabii ki. İnsanları eğlendirmek için bir mücadele veriyorsun bu çok enteresan bir şey. Her şeyin ötesinde bir parantez açayım, eğlence vergisi diye bir şey var. Konser yaptığın zaman “Eğlence yapıyorum ben” diye vergi veriyorsun. Konuya dönecek olursak bütün dünya karıştı, sadece Türkiye değil ve biz tam ortasındayız. İnsanlar için sanat, müzik bir lüks haline geliyor. Ben de bu lükse içerik sağlayan bir adam olarak tabii ki bunu sunmakta zorlanıyorum. Daha dün bir bomba patlamışken, insanlar hayatını kaybetmişken yapacağın konserin tanıtımını yapman ya da insanların ilgisini çekmen imkansızlaşıyor. Ama her zaman söylediğim gibi, dünyada bir çok negatif şey var ve hiçbir zaman daha iyi bir yer olmayacak. Eskiden de kötü bir yerdi, milattan önce de. Dünya böyle. Ben bu garipliğin içerisinde kolay olmasa da pozitifliğimi korumaya çalışıyorum. İnsanlar için de hayatlarında sıkıldıkları anda sığınabilecek bir liman olmaya çalışıyorum. Yaptığın her ne ise devam etmek zorundasın, çöpçüler bir gün çöp toplamasa kokar bütün İstanbul. Durduramayız hiçbir şeyi. O sebeple eğlenceyi de durduramayız, insanların ihtiyacı var. Tabii ki bir tarafta insan ölürken yanında göbek atmak doğru bir şey değil ama bir şekilde de orta yolu bulup hayatın devam etmesini sağlamak zorundayız.
Haklısın… Peki müziğe dönecek olursak, bu albümü kendine kurduğun stüdyoda kaydettin. Eminim stüdyon ile büyük aşk yaşıyorsundur. Albüm hazırlık sürecinde de stüdyonun epey renkli ve bol konuklu olduğunu biliyorum. Ve stüdyo hayatının büyük parçası. Peki Bedük’ün bol stüdyolu bir günü nasıl geçiyor?
Öncelikle hayatımda iki tane canavar var, çocuklar. Bir yandan da hayata devam etmeye çalışıyorum ve onlar varken denge sağlamak kolay olmuyor. O yüzden genelde uyandıktan sonra stüdyoya gidip ya da işim her ne ise onu yapıp, onların okuldan gelme saatine göre eve dönüp onlarla ödevleri yapıyor ya da oyun oynuyorum. Sonra da onları uyutuyorum. Bir de garip bir şey var, çocukları uyuttuğun zaman çok fena uykun geliyor. Sıcaklıkları, kokuları… Olur da yanlarından kalkabilirsem akşam 9 ya da 10 gibi tekrar stüdyoya gidiyorum. Sabaha kadar stüdyoda oluyorum. Kimse olmuyor, telefon da çalmıyor... Sabaha kadar çalışıyorum ve sabah 6:30 civarı çocuklar okula gitmeden önce eve yetişip onları hazırlayıp, okula gönderip uyuyorum. Her günüm böyle geçiyor hemen hemen.
“Bu işten hiç haberi olmayana müziğin nasıl yapıldığını anlatacağım”
Neler yapıyorsun stüdyoda?
Bir yandan var olan şarkıların değişik versiyonlarına bakıyorum, bir yandan da yeni üretimle uğraşıyorum. Şarkı ve remix talepleri geldi onları yapıyorum, Benim şirketimden yeni artistler çıkaracağız. On Yedi diye bir grup var onun üzerinde çalışıyoruz şu an. Akın Sevgör var, yıllardır çıkartamadığım Federaller diye bir grup var. Bir yandan kendime, bir yandan başkalarına şarkılar yazıyorum. Özetle yazıyorum da yazıyorum…
Bir yandan da YouTube’da bir programa başlayacaksın. Neler olacak bu programda?
Youtube.com/Beduk’ten yayın yapacağım. İnsanlar merak ediyorlar nasıl yapılıyor bu müzik işi diye. Müzisyene ya da prodüktöre yönelik değil, bu işten hiç haberi olmayan insana “müzik nasıl yapılıyor”u anlatacağım. İlk videoda ‘Oynayalım’ şarkısını nasıl yaptığımı anlattım. Bir diğer bölüm Youtuber bölümü, fenomen olmuş YouTube kullanıcılarını konuk ettim. Bir bölümü Rodimiz Ahmet ile çektik. Uzun uzun anlattı bize. Bir tane de 90 saniyede şarkı yapmak bölümü olsun istedik ama sonra bunun çok saçma olduğuna karar verdik (kahkahalar). Sonra bunu 5 dakikaya çıkardık. En azından nakaratı çıksın. Sonra her hafta onu geliştirme filan gibi bir şey yapacağız. Böyle bir programlar silsilesi.
Ne zaman başlıyor?
Şubat başı başlar.
Sosyal medya ile ilgili ne düşünüyorsun? “The next big thing” olalı çok oldu ama ya sonrası?
Geçenlerde bir üniversitede söyleşiye gittim. Konu sosyal medyaydı, “Sosyal medyayı sevmiyorum” dedim. Ertesi gün haber çıktı “Bedük sosyal medyadan nefret ediyor” diye. Tıklanma oranı, like, arkadaş sayısı filan derken her şey sayılara indirgenmiş durumda. Bence bu her şeye zarar veriyor özellikle de içeriğe. Bütün amaç daha çok gözün oraya bakması. Daha çok göz neye bakar? Sokakta normal yürüyen bir insan veya mutlu bir çifte bakmazsın. Kavga eden birine, yerde yaralı olan birine, saçmalayan birine bakarsın. O yüzden sosyal medyada artık ne kadar çok gariplik olursa o kadar çok like alıyor. Bütün dünyada yara bu konu. İki türlü insan var artık: Seyirci ve içerik yaratan. Ben içerik yaratan tarafım. Müzik yapıyorum, klip çekiyorum vs. Artık içeriğin önemi kalmadı. Ben şu an pantolonumu indirsem, birisi çekse rahat 50 milyonu var. Ama bu içeriğin iyi olduğunu göstermiyor. Eğer YouTube’daki izlenme sayısı, Twitter’da takipçi sayısı kalkar ve sadece sen görüyor olursan çok daha doğru hale gelir bence.
Benim bir türlü anlayamadığım, Miley Cyrus gibi efendim Justin Bieber gibi, Demi Lovato gibi isimler var… Benim küçüklüğümde Britney Spears, N’sync, Christina Aguilera, Backstreet Boys filan vardı. Ama kıyaslayınca şu anki müzik bana daha kalitesiz geliyor. Sen ne düşünüyorsun?
Bize de “Sizin dinlediğiniz müzik mi? Bizim zamanımızda Led Zeppelin vardı” derlerdi bize. Biz Rage Against the Machine dinlerdik. Biz yaşlanıyoruz, ondan sana öyle geliyor.
Peki senin gibi modern, günü yakalayan ve hatta günün ötesine müzik yapan biri olarak ne düşünüyorsun müziklerle ilgili olarak?
Dünyada müzik çok kötü. Ama zaten az önce saydığın isimlere de popülerliği sağlayan şey onların müzik sektörü. Örneğin İstanbul nasıl bütün Türkiye’nin sanatına, müziğine filan hakim ama Artvin’in bir ilçesi hakim olamaz. Aynı şey… Amerika ve İngiltere de Türkiye’nin İstanbul’u gibi dünyada. Bütün müzik dergileri, eğlence kanalları, ödül törenleri filan hep Amerikalıların ve İngilizlerin. Mesela Adele’in albümü güzel ama bu kadar mı yani? Sektör bunu sağlıyor. Aynı zamanda sektör rekabet de sağlıyor ve yeni şeye açık. Bizdeki olay “Bilmem kim şu kadar para kazandı, ben nasıl o kadar kazanabilirim?”. Steve Jobs İstanbul’da yaşasaydı bunları yapamazdı. Justin Bieber İstanbul’dan Cezmi Biber olarak çıksa aynı adam, aynı tip, aynı müzik ile beş dakika kariyeri olamazdı. Sırf ismi öyle diye. Benim gibi. Benim adım Johnny bilmem ne değil. Bedük. Ü ile. Düdük gibi ve İstanbul’dan çıkmışım. Ya da Daft Punk mesela. Kafamda kasketle şuraya çıkıp “Müzik yapıyorum ben” desem millet benimle dalga geçer. Ya da Pitbull, bayılıyorlar ya hani ona, Sivas Kangal diye çık aynı müzikle olmaz.
Dediğin gibi dünyaya açılmayı geçtim, kendi ülkende bile rekabet edecek insan bulamıyorsun bazen… Mesela senin rekabet etmeni gerektirecek kişi yok şu anda. Sıkıcı değil mi senin için?
Hem sıkıcı hem de sıkıntılı. Rekabet olmazsa iş iyiye gitmez ki. Ben deli gibi kendi kendime daha iyi ne yapabilirim diye bakıyorum. “Daha uçarsam ne olacak acaba?” diye korkmaya başlıyorsun, bir korku geliyor. “Overload” albümünde uçtum mesela.
“İndie şeyler dinleyip Vikings izliyorum”
Biz bir zararını görmedik…
Ben gördüm mesela. Ama arada öyle şeyler yapmak lazım. Genel olarak bakınca alıcı yok. Benim kendime ait alıcım var. Ama genel olarak farklı şeylerin alıcısı Türkiye’de çok az. Özellikle yüksek sanat yapanlara çok şaşırıyorum mesela, nasıl devam edebiliyorlar… Popüler kültürü de seviyorum, pop müziği de seviyorum, televizyon dünyasını da. Yaptığım şey de gayet popüler kültürün ortasında duruyor ama insanlara farklı geliyor. ‘Oynayalım’ şarkısının nasıl farklı gelebildiğini anlayamıyorum mesela.
Sen yaptığın için mi farklı geliyor acaba? Bana sen yaptığın için normal geliyor mesela.
Bilmiyorum ki, anlamıyorum. Değişik olmak güzel de bana değişik gelmiyor işte o yüzden söylüyorum.
Senden şarkı isteyen isimlerden bahsediyorsun. Bunlar içinde senden şarkı istediği için seni şaşırtanlar oldu mu?
Oldu ya…
İsimleri söylemek ister misin?
Yok istemem. Ama ben daha çok bekliyorum aslında. Mesela nasıl Pharell kendinden çok farklı işler yapıyor, öyle olmasını da isterim. Yani Ben Kibariye’yle de bir şey yaparım. Sırf popülerliğini arttırmak için değil, müzik için yapıyorsa bir kişi bunu ki zaten bu kendini belli eder, bunların hepsi olur. Ayırmıyorum kimseyi. Normal hayatta da statülere, insanları ayıran keskin çizgilere inanmıyorum. Bir insanın ne iş yaptığı ile normalde olduğu kişinin birbirinden tamamen farklı olabileceğine inanıyorum. O yüzden herkesin yaptığı şeye saygı duyuyorum. Bazılarının neden yaptığı belli oluyor, her yer çakal dolu. Onun dışında bir insan normalse, saygı duymak lazım.
Albüme başka klipler de çekeceğinden bahsetmiştin. Hangi şarkı geliyor şimdi?
Aa evet, şimdi yenisini sana izlettireyim telefondan, bu hafta çıkacak. Zorlu’da altı kamera ile konseri oldukça profesyonel çektik ve oradan bir klip yaptık. Ardından da ‘Salla Beni Güzel’e çekeceğim. Oldukça kalabalık bir ekiple çekeceğiz sen de gel cast’a (kahkahalar).
Günümüz koşullarında eğlence dediğimiz şey ölüyor. Bunun yanında sen gece dışarı çıkışlarının çoğunlukla kendi konserlerinden ibaret olduğundan daha önce bahsetmiştin. Ama bunun yanında en sevdiğim mekan diyebileceğimiz bir yer var mı?
Bizim Kulp vardı, Emrah’ın yeri (Bedük ile davul çalıyor) orada kabine de geçiyordum, biraz içtikten sonra bara geçip saçma sapan kokteyller hazırlayıp shot’lar da sunuyordum. Onun dışında çok böyle “Bir yere giderim şurada hep kahve içerim” filan bana çok dünyevi geliyor. Tamam modadır, mekandır filan önemli ve güzel şeyler ama o kadar. Bir yere gidiyorsam canlı müzik dinlemek için giderim. Onun dışında beni bir yere götürürler filan mesela müzik çalıyordur, insanları izlerken kafamda müziği kapatıp bakarım deli gibi gözüküyor millet. Sanki bir set hazırlanmış ve insanlar deli gibi gözüküyor. Kendine kurduğun evde, dünyada arkadaşlarınla ya da ailenle takılmak daha gerçekçi geliyor bana. Ama canlı müzik dinlemeye gitmeyi başka tutuyorum.
Peki Bedük ne dinliyor bu aralar?
O kadar çok şey dinliyorum ki… İndie şeyler hoşuma gidiyor. Albümü yaparken çok fazla Norah Jones dinledim. Amy Winehouse dinledim. Plağa sardım bu aralar. Bir sürü 70’ler plağı var bende onları dinledim.
Neler izliyorsun?
House of Cards’ın yeni sezonunu bekliyorum. Vikings izliyorum. Mesela hiçbir zaman Star Wars olayım olmadı. Benim için sadece bir film. Lost’u da hiç sevemedim mesela.
Hayatımın filmi diyebileceğin film nedir mesela?
Saturday Night Fever, Fight Club, The Party
Son olarak seyahat etmeyi sevdiğini de biliyorum. Nerede kendini “işte olmam gereken yerdeyim” diyeceğin şekilde hissediyorsun?
Amerika’da ama New York değil. Cincinnati, Kentucky filan. Ben dört yaşındayken iki yıl orada kaldık. Bir şekilde oranın havası, rengi, kokusu beni çekiyor. İngiltere’de, Hollanda’da öyle olmuyorum. İtalya’ya gittim geçenlerde hiçbir şey ifade etmiyor bana. Ama Orta Amerika’ya doğru gittiğim zaman tüylerim diken diken oluyor. Garip bir şey. Bir de Ankara…
Ben de Ankara’yı hiç sevmem…
Ama o zaman senin kötü geçmiş. Orada arkadaşların olacak. O kasvetin içinde arkadaşlarınla bir yer buluyorsun kendine. O yüzden İstanbul’a taşınan Ankaralılar hep bir komün hayatı yaşar bir-iki sene.