2016’da !f İstanbul Keşif yarışması ve Siyad ödülünü kazanan, Veşarti/Gizli filminin yönetmeni Ali Kemal Çınar, bu sene !f İstanbul ‘’Ev’’ bölümünde yeni filmi Genco ile yer alıyor. Diyarbakır’da geçen öyküde, beş yaşındayken süper güçlere sahip olan bir adamın gündelik yaşamındaki zorluklar fantastik bir üslupla karşımıza çıkıyor. Yönetmen Ali Kemal Çınar ile yeni filmi, Genco hakkında konuştuk.
!f İstanbul'a katılma aşamanız nasıl oldu, süreç nasıl gerçekleşti?
!f İstanbul beni yakından takip ediyor sanırım. Her üç filmimi de izlemek için istemişlerdi sağolsunlar. Kendilerine uygun filmler diye düşündüklerinden olsa gerek... Hoş, ben de bundan şikayetçi değilim. Böyle giderse !f’in kadrolu elemanı olacağım.
Genco’nun oldukça ilginç bir konusu var. Gündelik yaşama meteor gibi inen bu fantastik öyküye başlamanızdaki itici güçler nelerdi?
Gênco benim çocukluk hissim. Tek cümleyle böyle ifade edebilirim. Süper kahraman filmleri erkek çocukların ilgisini hep çekmiştir. Ben de bundan muaf değildim. Sinema veya sanat yapmaya başlayınca kendinize dönmekten başka çareniz yoktur. İyi ki de böyle bir çaresizlik var. Bu çaresizlik hissi beni fantastik olana, gerçeğin üstünden sıçramaya itiyor. Ama gündelik olanı da gözeterek... Bunu kendi hikayemle harmanlayarak... Başka türlü bana ait olanı da keşfedemem çünkü.
Sizce kahraman ne demektir? Bir kahramana ihtiyacımız var mı?
Ben kahramanlara ihtiyacımızın olmadığı bir dünyaya inanıyorum. İktidarların, liderlerin olmadığı, iyi olanın yani hislerimizin ve zihnimizin öncülük ettiği bir dünyaya... Benim için iyi veya kötü muğlak, karmaşık şeyler değil, en temel anlamıyla insani ihtiyaçlara karşılık gelen şeylerdir. İyi olana kötülükle de varılabilir çünkü, o zaman, neye göre iyi ve neye göre kötü gibi bir karmaşa ortaya çıkar, ki bu da zaten bugünkü kaosun nedenidir. Filmlerin büyük çoğunluğunda bunlar nettir. İyi olan da kötü olan da bellidir. O yüzden fantastik olana ihtiyaç duyuyoruz. İyiliği temsil edenin mutlak kazandığını, sorunları çözdüğünü görmek bizi mutlu ediyor. Gerçek hayat bu kadar net değil maalesef, keşke net alanları daha da arttırabilsek. Hayat daha kolaylaşırdı.
Bu filmi yapan biri olarak sizin kahramanınız var mı?
Çocukken Michael Jackson’ı çok severdim. Giydiği kıyafetler, kostümler onu zaten gözümde bir süper kahraman yapardı. Ondan çok etkilendiğimi hatırlıyorum. Artık dünyanın katı gerçekliği karşısında kahramanlara inanacak ne enerjimiz ne de hevesimiz kaldı. Hayat filmlerdeki gibi değil, o yüzden kendi kahramanımız olmaktan başka çaremiz yok. Hayatın içinde kendi küçük dünyasında insalara faydası dokunan, iyi olmaya gayret edenlerin benim üzerimde daha büyük etkisi var. Küçük kahramanlara inanıyorum aslında, Gênco gibi.
Öykü neden Diyarbakır'da geçiyor?
Çünkü Diyarbakır’da yaşıyorum, motivasyonum buradan geliyor.
Güç isteği belki de insanlık tarihinin en önemli hikayelerinin yapı taşını oluşturur. Güç sizce nedir? Bir güce halihazırda sahip miyiz, yoksa güç kazanıldığı gibi kaybedilen de bir şey midir?
Yine benim çocukluğumda He-Man diye bir çizgi dizi vardı. He-Man “Gölgelerin gücü adına güç bende artık” deyince birden güçlenirdi. Her şey o gölgenin verdiği şeyle ilgili aslında. Sırtınızı ve benliğinizi, varoluşunuzu nereye yaslarsanız oradan da kaybedersiniz. Gücü olanın tercihlerine inanmak isterdim ama insanlık tarihi hep bunun tersini göstermiştir. İnsanın güçle imtihanı hep insanın hüsranıyla, kaybedişiyle sonuçlanmıştır. O gölgenin yiyip yutmadığı kimse yok. İktidarı doğuran ve öncelikle sahip olanı yok eden, ardından hakim olduğu her alanı kendine benzeten bir kirli gölgedir güç. O yüzden insanın gücü olmasın, hep eksik ve olmamış olsun ki ne kendine ne de bir başkasına zararı olsun.
''Dünyamız Tersyüz Olmuş ve Hiçbir Şey Olmamış Gibi Nefes Alıyoruz.''
Filmde en çok etkilendiğim karakter Berrin oldu. O, dünyayı ters görüyor. Bu bence sembolik bir yere de çekilebilir. Sizce bugün dünyayı ters gören insanlar çoğunlukta mı?
Böyle bir dünyayı ters görmeyi ben de tercih ederdim. İyi olan hiçbir şey kalmadı çünkü. Hep filmlerden dem vurduk, evet, hayat filmlerdeki gibi değil. Maalesef yaşadğımız dünya süper kahramanların olduğu ve iyilerin kazandığı bir dünya değil. John Berger’in dediği gibi; “Münabetsiziz, kopuğuz. Dünyanın pisliğini olduğu gibi kabullenir buna rağmen nasıl hayatta kaldığımıza dair hikâyeler paylaşırız”. Bunu idrak da edemiyoruz çünkü bünye bu kadar kötülüğü kaldıracak derecede de değil. Aynı zamanda böyle bir bünyeye de sahibiz. Dünyamız tersyüz olmuş ve hiçbir şey olmamış gibi nefes alıyoruz.
Umut, boşluk, anlamsızlık, imkân arayışları... Bu kelimeler bana Samuel Beckett'in Godot'yu Beklerken adlı oyununu anımsattı. Üslup ve sahneleme olarak çok farklı bir yerde olsalar da metin olarak bana aynı soruları sordurttu. Bu filmin ilham kaynakları var mı? Varsa neler?
İlham kaynağım umutsuzluk, absürdlük, olmamışlık, oldurma çabası ve beraberinden gelen boşluk, anlamsızlık... Aynı oranda Kafka’dan da bahsedebilirim. Artık içime öyle işlemiş ki ne yana kaçsam yoluma bu temalar çıkıyor. Hakketen bazen sadece eğlenceli bir film yapmak istiyorum ama olmuyor sanırım. Bu da benim trajedim artık.
Filmi yazıp yönetip, aynı zamanda görüntü yönetmenliğini ve kurgusunu da üstlenmişsiniz. Bir film için ağır bir yük. Çekim süreci nasıl geçti?
Kısa filmlerimden bu yana neredeyse hep aynı yöntemi kullanıyorum. Uzun filmlerden itibaren de bu yönteme bir de oyunculuk eklendi. Hem yüküm hafifledi hem de biraz daha sorumluluğum arttı. Artık kolay yazıp kolay film çekiyorum. Sanırım elim alıştı. Çok zorlandığımı söyleyemem. Benim için zor olan filmi bitirdikten sonraki aşama olan post-prodüksiyon süreci. İkinci biriyle iş yapmak oldukça zor oluyor benim için. Onu da halletsem hiçbir sorunum kalmayacak.
Geçtiğimiz sene Veşartî/Gizli filmi ile !f Keşif’te ve Siyad’da ödül aldınız. Türkiye’de henüz şekillenmeye başlayan LGBTİ sinemasıyla ve onlara verilen değerle ilgili güzel gelişmeler olarak görüldü bunlar. Dünyadaki ve Türkiye’deki örneklerini düşünürsek LGBTİ sinemasıyla ilgili neler düşünüyorsunuz, izleyicinin bu filmlere bakışı nasıl?
Burada sorun olabilecek asıl şey temsil edilme meselesi. Bu bütün LGBTİ karakterlerin iyi birer insan olarak gösterilmesi gerekir anlamına gelmiyor. Ancak temsili doğru bir zeminde kurulmalı. Türkiye’de maalesef çok az örneği var bunun, ya LGBTİ karakterler bir komedi unsuru olarak kullanıyor ya da kötü niyetli olunmasa dahi, hep mağduriyet çerçevesinde ele alınıyor. Belki de Veşartî’de ilk kez hiç bunlara takılmadan meselenin kendisiyle ilgili bir film gördü insanlar. O yüzden tepkiler olumlu oldu. Hem LGBTİ’den hem de beden, cinsiyet mevzusuyla ilgilenen insanlardan. Dünyada çok iyi örnekler var elbette ki ama Türkiye’de hâlâ gidilecek çok yol var.
İlk uzun metraj filmiyle özgün bir dil oluşturan ve bunu koruyup geliştiren film yönetmeni çok nadir oluyor. Siz bu azınlık kısımdasınız, film dili açısından etkilendiğiniz isimler var mı?
Eskiler beni çok etkiliyor. Carl Dreyer, Jean Vigo, Jean Luc Godard, Agnes Varda... Bu isimlere hep yakın olmaya çalışıyorum.
Düşük bütçeyle, amatör oyuncularla film yapmak her yeni sinemacıya ilham veren bir kıvılcım olarak başladı. Ama bunu içerikten yoksun bir estetik olarak kullananlar da çoğunlukta. Geleceğin sineması adına düşük bütçeli film yapmak isteyenlere önerileriniz neler?
Her şey biraz cesur olmakla ilgili. Tabii fazla cesaretten kaçınılmalı. Bu iş çok korkutucu, birden kafanızda tasarladığınız filmden çok uzağa da düşebilirsiniz. Cesaret ederken temkini elden bırakmamak lazım. Benim en olumlu yanım cesaretten çok temkinli olmak sanırım. Bir şeyi tamamlayana kadar defalarca kez ölüp ölüp diriliyorum.
Son olarak, ticari gösterime sokmayı düşündüğünüz projeleriniz var mı?
Aslında ben her filmimi gösterime sokmak için çaba sarfettim. Ama her defasında ya red cevabı aldım ya da hiç cevap almadım. Zaten bu filmleri gösterecek tek yer Başka Sinema’dır ama maalesef orası bile bana kapalı. Ne yapacağım bilmiyorum. :)