Kendine özgü ses rengi, çoklu enstürmantal becerileriyle yarattığı özgün müzik tarzıyla tanıdığımız şarkıcı, söz yazarı ve müzisyen Asaf Avidan ile “ICHONOLOGY Solo Tour 2023” başlıklı solo turu, müzik kariyeri ve gelecek planlarına dair merak ettiklerimizi konuştuk.
One Day/Reckoning Song, Lost Horse, My Tunnels Long And Dark These Days gibi hit şarkıları başta olmak üzere pek çok başarılı albüme ve iş birliğine imza atan Asaf Avidan, beş yıl aradan sonra “ICHONOLOGY Solo Tour 2023” kapsamında 23 Eylül’de Zorlu PSM Turkcell Platinum Sahnesi’nde dinleyici ile buluştu. Özgün yorumu, derin duygularda gezinen şarkı sözleri, blues, rock, folk ve caz ile harmanladığı müziği ile kariyerinde her zaman ileriye odaklanan Avidan bu solo tur ile yine farklı bir deneyimi araştırıyor.
Konseri öncesi sanatçı ile bir araya geldik ve yeni solo turunu, Live at the Acropolis albümünü, hayallerindeki konserin hikâyesini, üretim sürecinde önemsediklerini ve müzikal yolculuğuna dair sohbet ettik.
23 Eylül’de “ICHONOLOGY” solo turunuz kapsamında Türkiye’de sahne alacaksınız. “Ichnology”nin temsil ettiği dünyadan ve neleri simgelediğinden bahseder misiniz? Bu solo tura çıkmanızda size ilham veren şey neydi ve izleyiciler bu performanslardan neler beklemeli?
Öncelikle, biliyorsunuz ki bir arkeoloji terimi “Ichnology”, ikincil ipuçlarına dayanan arkeolojik kazılardan gelen bir terim. Sanatçı olarak yaptığımın bu olduğunu, kendimi ikincil ipuçları aracılığıyla araştırdığımı düşünüyorum. Gerçekten kim olduğumu asla bilmiyorum. Her zaman bir ya da birden çok karakter hayal etmek ve bunları bir araya getirmek zorundayım. Bu solo turun temeli de bu. Yapay zekâ kullanarak oluşturduğum sanat eserlerini, posterleri ve videoları gördünüz mü bilmiyorum. Bilgisayara kendimin farklı versiyonlarını, tonlarca fotoğraf ve materyal yükleyip, “Tamam, şimdi bana bir Asaf Avidan resmi göster” dediğimde onun bunu yeniden oluşturması fikrini seviyorum. Bilgisayar, bildiği tüm farklı Asaf Avidan’ları alıp kendi Asaf Avidan’ını oluşturuyor. Bu fikri seviyorum çünkü her saniye yaptığım şeyin bu olduğunu hissediyorum. Her birimizin yaptığı şey bu. Bu turun tüm sanatı, ikincil ipuçları aracılığıyla kimlik fikri ve bir karakter oluşturma ihtiyacına dayanıyor. Sahne bile neredeyse 50’lerin film noir (kara film) sahnesi gibi kurulu. Küçük bir sandalye var ve ben 50’lerden kalma bir takım elbise giyiyorum sahnede. Orada bir karakter var ama fikir şu ki bunun hiçbir önemi yok. Müzik başladığı, şarkılarımı yorumlamam gerektiği an, bir şeyler değişiyor. En içsel sürecimi yaşayabilmek için derinlere, kendimin derinliklerine iniyorum, gerçek bir şey bulmaya ve dışa yansıtmaya çalışıyorum. O zaman izleyici ne bekleyebilir burada? Günün sonunda, şarkı söyleyen bir adam var ve bir şeyler oluyor. Gitar ve şarkılar, piyano ve şarkılar, döngü istasyonları ile şarkılar, sentezleyicilerle şarkılar; her şeyi kendim yapıyorum. Sadece kim olduğumu değil, aynı zamanda insan deneyiminin tam spektrumunu yansıtabilmek için katmanlar oluşturmaya çalışıyorum. Umuyorum ki, bu büyük bir ihtimaldir, çünkü çabam bu yönde.
Solo turlarınız vokallerinizi ve şarkı yazma yeteneğinizi sergiliyor. Bu turun setlisti için şarkıları seçerken nasıl bir yaklaşımınız oldu? Yarattığınız bu samimi ortamda sizi daha derinden etkileyen şarkılar var mı?
Bu iyi bir soru. Her zaman acı verici ve her zaman karmaşık bir süreç oluyor. Şarkı seçmek hiçbir zaman kolay değil. Bir uzlaşma var. Sadece kendim için performans sergilemediğimi biliyorum. Bir dinleyici kitlesinin olduğunu biliyorum ve dinleyicilerin çok sevdiği şarkılar olduğunu biliyorum. O tür gruplardan biri olmak istemiyorum. Yani, Radiohead’in “Creep”i söylememeyi seçmesi gibi olmak istemem, anladınız mı? Onlar istediklerini yapabilirler. Ama sanırım insanların gerçekten bir şarkıyla bağ kurup kuramadığını ve onlara bu şarkıyı söyleyebilir miyim bilmiyorum, anlatabildim mi? Her şarkı benim ama bunu fazla düşünmemeye çalışmıyorum. O anda hangi şarkılara güçlü bir şeyler hissedebileceğimi düşünmeye çalışıyorum ve sonra tüm hikâyeyi hangilerinin daha iyi anlattığını düşünmeye çalışıyorum. Sadece bir renge odaklanmak istemiyorum. Farklı renklerle bir tablo olmasını ve aynı zamanda bana ve dinleyiciye sıkıcı gelmeyecek ilginç bir yolculuk olmasını istiyorum. Aslında her zaman bir jonglörlük durumu gibi bir şeyler var. Dinleyicinin ne istediğini hesaba katmanız gerekiyor ama aynı zamanda da ne istediğinizi de bilmeniz gerekiyor. Ne hissettiğinizi ve ne hissetmediğinizi, diğer şarkılarla neyin işe yaradığını ve neyin biraz fazla tekrarlayıcı olduğunu hesaba katmanız gerekiyor. Yani, sonuç olarak çok teknik bir iş ve çok çabalıyorum. 15 yıldır sahnedeyim ve geçmiş tecrübelerime göre her zaman çok hazırlıklı gelirim ve genelde ilk on gösteride her şeyi sürekli olarak değiştiririm. Bir şeyin işe yarayacağını düşünürüm, sonra gerçek dinleyici önünde denerim, işe yaramaz ve değiştiririm. Eğer şanslıysam, turun yedinci gösterisinde, belki de onuncu gösterisinde, işler netleşmeye başlar ve “Ah, gideceğimiz yer burası” derim.
Bunu birkaç gün önce bir röportajda söyledim ve gerçekten hoşuma gitti. Ben bir Schrödinger sanatçıyım, Schrödinger kedisi gibi, bir gözlemci olana kadar onun ölü mü yoksa diri mi olduğunu bilmiyorsunuz ve sonra kedinin gözlemi buna karar veriyor, neyse. Yani, bir gözlemcinin önüne çıkana kadar var olduğumu hissedemiyorum. Dinleyicilerle diyaloğa girdiğimde gösterinin neyle ilgili olduğunu biliyor ve bunu böyle sonuçlandırabiliyorum.
Geçtiğimiz ay yayımladığınız Live at the Acropolis albümünüzden bahsetmek istiyorum. Bu konseri diğer konserlerinizden farklı kılan neydi?
Uzun zamandır gerçekten hiç yapmadığım bir canlı performans albümü yapmak istiyordum. Günümüzde, bilgisayarlar ve benzeri şeyler olduğu için, neredeyse her gösteriyi çok kolay bir şekilde kaydedebiliyoruz. Neredeyse her turda, bir yerlerde, bir hard diskte, bir çekmecede, birinin evinde, gösterilerimin kayıtları var. Belki bir gün onlara ulaşır, karıştırır ve onlarla bir şeyler yaparız. Ancak uzun zamandır canlı bir gösteri yapmak istiyordum. Her mekân özeldir ve her gece de öyledir. Bazen, daha önce hiç duymadığınız bir yerde bir mekâna girersiniz ve “Tanrım, burada ne yapıyorum?” dersiniz ve bunlar bir şekilde en iyi gösterilere dönüşür. Bazen en prestijli yerde büyük bir şehirde performans sergilemeye gidersiniz ve bu sadece iyidir. Yani, her mekân eşsiz ve önemlidir, her gösteri de öyle. Ancak tabii ki benim de yaşantımda, sanatçı olarak kariyerimde, hedeflediğim bazı noktalar var. Tüm kariyerim boyunca Herodes Attikus Odeonu’nda, Akropolis’te sahne almak istedim. Bu benim bir numaralı hayalimdi. “Wembley’de mi çalmayı yoksa orada mı çalmayı tercih edersin?” diye sorarsanız, orayı tercih ederim. Yunan mitolojisi hakkında çok şey yazıyorum, Antik Yunan’a takıntılıyım; Atina’yı bir şehir olarak seviyorum ve orada bir turist olarak dolaşıp o yer hakkında hayal kuruyorum. Orada çalabilmiş olmak bir onur ve benim için kişisel bir zevk. Bu konseri ayarladığımızda kaydetmek istediğimi biliyordum. İyi olup olmayacağını, yayımlamaya değer olup olmayacağını bilmiyordum çünkü bunu asla bilemezsiniz. Daha önce söylediğim gibi her gösteri eşsizdir ve o gece ne olacağını asla bilemezsiniz. Bu deneyim benim için çok özeldi çünkü gösteri hakkında çok endişeliydim, ki normalde endişelenmem. Dünyanın en rahat performans sergileyen kişisiyimdir; genellikle endişelenmem. Bu sefer büyük bir hayal olduğu için çok endişeliydim. Sahneden indiğimizde, herkes bana “Nasıldı?” diye sordu ve ben de “Bilmiyorum, hiçbir fikrim yok.” dedim. Bu yüzden, görüntüleri olması benim için büyük bir şanstı. Ben de kendi düzenlememi yaptım ve gösteriyi seyredip hissedebildim çünkü ilk seferde gerçekten deneyimleme fırsatım olmadı. Bu yüzden onu yayımlamak benim için önemliydi. Bunu yapmanın harika bir şey olduğunu düşündüm. Canlı bir gösteri yapmak istiyordum; orada sahneye çıkmak benim hayalimdi.
Şarkılarınızdan herhangi birini dinlediğimde, kafamda belirsiz bir yere yolculuğa çıkıyorum. Sizin sesiniz inanılmaz duygulu ve güçlü. Şarkılarınızın çoğu son derece kişisel ve içe dönük sözler içeriyor. Şarkı yazma sürecinizi ve şarkılarınızı yaratırken nereden ilham aldığınızı bizimle paylaşır mısınız?
Genellikle alana ve sessizliğe ihtiyacım oluyor çünkü ilhamın gerekli olduğunu düşünmüyorum. İlham sürekli olur; bir süngeriz. Hepimiz birer süngeriz; deneyimler, düşünceler ve duygular biriktiririz. Yazmamı sağlayan tek şeyin uzaklaşmak olduğunu fark ettim. Çok izole bir yere giderim; telefonumu kapatırım ve başlarım. Günlük hayatta, her şeyin sürekli içimizden bize bağırdığını hissediyorum. Şu anda içimizde bize bağıran binlerce duygu var ama biz onları gerçekten dinlemiyoruz çünkü onları sürekli duyacak zamanımız, enerjimiz, isteğimiz, cesaretimiz ya da gücümüz yok.
Aslında yaptığım şey, kendimi bu sesleri dinlemek için zamanım ve gücüm olduğu bir yere götürmek ve hangisinin gerçek hangisinin bir serap olduğunu, hangisinin dürüst hangisinin saçma olduğunu, hangisinin bana yalan söylediğini ve hangisinin kim olduğumu ve duygusal yapımı belirleyen temel bir şey olduğunu fark etmeye çalışmak. Bu bir süreç. İlk albümler kolay yazılır; bir şey görürsünüz ve “Oh işte bu” dersiniz veya kız arkadaşınızla konuşursunuz, kapatır ve hemen gidip kâğıda yazarsınız. Şimdi, durum çok farklı. Yazdıkça hayatı deneyimliyorum. Hiçbir zaman yazmayı düşünmüyorum; bu böyle bir an değil. Hafızama ve duygusal kapasiteme, bu deneyimlerin bir yerlerde kaydedileceğine güvenirim. Bir veya iki ay insanlardan, hayattan uzak kalırım ve gerçekten sadece odaklanmaya çalışırım. Manzaranızı değiştirmek önemli. Gerçekten öyle düşünüyorum. Günlük manzaranızda, rutininizde hep oradasınız; çok fazla dışsal varlık var.
“One day baby, we’ll be old” şarkısınızda da dediğiniz gibi bir gün yaşlanacağız ama o güne kadar şimdi, geçmişe baktığınızda müzik yolculuğunuzu nasıl tanımlarsınız? Bu yolculuk nasıldı ve nereye gidiyor?
Bu ikinci zor soru. Nasıldı ve nereye gidiyor, ikisi de yanıtlaması çok zor olan farklı sorular benim için. Peki, nasıl oldu? Ben de bilmiyorum. Şarkı yazarken ne kadar karmaşık ve dürüstsem, bu cevapta da o kadar karmaşık ve dürüst olmak istiyorum.
Sadece harika olduğunu söylemek istemiyorum. Ben bir “Instagrammer” değilim. Olan her şeyi olduğu gibi söylemek önemli. Harika oldu, ama aynı zamanda hayal kırıklığı da oldu. Neşe dolu ve kahkahalarla dolu oldu, ama aynı zamanda gözyaşları ve acıyla da dolu oldu. Çok doygun olduğunu söyleyebilirim. Çok dolu ve yoğun geçen 15 yıl oldu benim için. Her şeyden çok çok yaşadım. Çılgınca oldu ama zaman zaman da sıkıcı oldu, biliyorsunuz, turneler gibi. Sadece turneyi örnek alın. Bazen turne çılgınca bir şeydir. Hayranlarla tanışırsınız, şovdasınız ve orada 30,000 kişi var. Çok şey var, gençsiniz, kızlar var, bazı şeyler var, içiyorsunuz, biliyorsunuz işte çılgınca. Ben de öyleydim. Çin’e gittik, askerler kovaladı bizi orada yani pek çok çılgınca hikâye var. Bunun yanı sıra çoğu zaman, bir otel odasında, yalnız, sıkılmış, kimsesiz ve umutsuz hissederim, “Hayatımla ne yaptım? Ailemle birlikte değilim, arkadaşlarımla da değilim” diye düşünürüm. Yani, tüm bunlar bir arada. Ama hiçbir şeyi değiştirmezdim. Güzeldi ve doygunluğunu seviyorum. “Nereye gidiyor?” sorusuna dönecek olursak. Nereye gideceğinden çok korkuyorum. Önceki röportajda bu tüm yapay zekâ devrimi ve akışın aşırı doygunluğu, çok fazla içerik olduğu ve benim gibi bir sanatçının günümüz toplumunun neresine uyduğu konusunda konuştuk. Yani, korkuyorum, ama başlangıçta başarılı olmak amacım değil; bu ikincil hatta üçüncül bir amaç. Başlangıçta istediğim müziği istediğim şekilde yapmak ve istediğim şekilde yaşamaktı. Bu iki şeyin devam edeceğini düşünüyorum. Bunları müzisyen olmadan önce bile yaptım. Hayatımı o an istediğim gibi yaşadım ve bu yüzden korkmuyorum. Hâlâ çok uzun ve çok çılgın bir yolculuk olacağını düşünüyorum, ama eğer bana ne olacağını soruyorsan, kolay olmayacağını kesinlikle söyleyebilirim. Umarım çok fazla güzellik ve asalet olacak.
Çok fazla albümünüz ve şarkınız var. Merak ediyorum, bir yandan sanatsal vizyonunuza sadık kalırken bir yandan da sürekli değişen müzik endüstrisine ve dinleyici tercihlerine uyum sağlamayı nasıl başarıyorsunuz?
Dinleyici tercihleri hakkında gerçekten düşünmüyorum. Yeterince şanslıyım; Coldplay veya Taylor Swift olmadığım için şanslıyım. Endüstrinin ne yaptığını düşünüp, o endüstri için bir ürün yaratmaya çalışmıyorum. Yapmaktan hoşlandığım şeyi yapmayı seviyorum ve yapmak istediğim şeye inanıyorum. Eğer bunu önemseyen bir dinleyici kitlesi olacaksa, bu harika; bu demek oluyor ki bunu yapmaya devam edebilirim. Ama olmazsa, onlara uyacak şekilde kendimi değiştirmiyorum. Yani, bunu dengelememe gerek yok. Bu benim işim değil; işim kendime dürüst olmak. Çok klişe olduğunu biliyorum, ama gerçekten de bu doğru. En önemli şey kendinize karşı dürüst olmak. Yapabileceğin tek şey budur.
2009’dan bir video bulduk; Mojos ile ikinci albümüm için vokal kaydettiğim zamandan ve bunu Instagram’dan paylaştık. Tamamen farklı bir sanatçıyım. Farklıydım; nasıl şarkı söylediğim, ne hakkında şarkı söylediğim, tarzım -ki o zaman rock müziğe çok daha fazla ilgi duyuyordum- ve o benim o dönemki “ben”di bu; o dönem de dürüsttü. Şimdi, eğer 2009’dan bir şarkıyı hâlâ önemsemem gerektiğini hissetseydim, bu saçma olurdu. 2009’daki ben değilim; o başka bir şeyle ilgileniyordu. Ben farklı bir şeyle ilgileniyorum ve 2039’daki ben de farklı şeylerle ilgileniyor olacak. Bu çok normal. Eğer iyi sanatçılara bakarsanız, biliyorsunuz, onların kendiliklerinde bir tutarlılık olduğunu görebilirsiniz. David Bowie, David Bowie’dir ama o her zaman o an kim olduğunu bulmaya çalışır. Yani, bilmiyorum, sanırım bu benim işim, kendim için, sadece mesleğim değil, hayattaki işim, ne yapmak istiyorsam onu yapmak.
Türkiye’deki dinleyicilerinizle yeniden buluşacaksınız. Müziğinizin farklı kültür ve geçmişlere sahip dinleyicilerde nasıl yankı bulduğunu düşünüyorsunuz? Burada olmak size nasıl hissettiriyor?
Her şeyden önce kendimi harika hissetmemi sağlıyor. Müziğin gerçekten sınırsız olduğu fikrini seviyorum. Bir İsrailli adamın Türkiye’ye gelebileceği ve hepimizin müzik diliyle iletişim kurabileceği fikrini seviyorum; bu benim için akıl almaz ve güzel. Bir liberal olarak, yaşamak istediğim dünya bu. Dünyanın farklı bölgelerinde, farklı kültürlerde, farklı etnik gruplarda, farklı dinlerde benim için bir dinleyici kitlesi olması beni heyecanlandırıyor. Müziğimi Çin’e veya Hindistan’a veya ABD’ye veya Kanada’ya, Avrupa’nın herhangi bir yerine veya İsrail’e, Türkiye’ye götürüyorum ve insanlar aynı şekilde tepki veriyorlar. Bu bir kanıt; insanların katmanlarını soyduğumuzda gerçekten aynı olduklarının bir kanıtı. Bunun apaçık olduğunu biliyorum ama günümüz dünyasında, özellikle de popülizme, faşizme ve biliyorsunuz, bu popülist izolasyoncu hareketlerde faşizme girdiğimizde, açıkça ortada değil sadece. Yani ruhumuzun en derin köşesindeyken aynı şeyleri hissettiğimizi, birlikte iletişim kurabildiğimizi ve hepimizin bu duyguları, bu düşünceleri, bu korkuları ve bu umutları anladığımızı tekrar tekrar kanıtlamak… Ben bundan daha güzel bir şey olmadığını düşünüyorum. Bundan daha umut verici bir şey olamaz benim için.
Son olarak şu günlerde üzerinde çalıştığınız proje veya iş birliklerini bizimle paylaşabilir misiniz?
Aslında son bir yıldır kendimi biraz izole ediyorum, çok fazla iş birliği içeren işler yapıyorum ama daha çok solo projeler üzerinde çalışıyorum. Üzerinde çalıştığım bir video projesi var ve bu çok, çok, çok yakında yayımlanacak. Geçmişte hiç albüme girmemiş şarkılardan oluşan bir koleksiyon üzerine çalışıyorum, farklı yapımcılar bunun fazla üzücü olduğunu düşünüyor ama ben hüznü seviyorum, bu yüzden kayıp, hüzünlü şarkılardan oluşan bir albüm yayımlayacağım. Daha sonra, yeni bir albüm üzerinde çalışmaya başlayacağım, bu benim planım. Bu yıl ve açıkçası önümüzdeki iki yıl boyunca da turnede olacağım. Ayrıca, film müziği yazmak için başka iş birliği projeleri arıyorum ve şu anda bir opera üzerine arkadaşlarımla çalışıyorum.
https://www.youtube.com/watch?v=upNzRGSSbzI