Bu sene 10. yılını kutlayan Tiyatro iN yapımı Kim Bu Ben oyunu üzerine yönetmeni Engin Hepileri ve oyuncuları Beyza Şekerci, Onur Ünsal ve Neslihan Arslan ile sohbet ettik.
Engin Hepileri’nin yeni ve yenilikçi yapımları bir platform altında toplama kararıyla kurulan Tiyatro iN, 10. senesinde Kim Bu Ben oyunuyla izleyiciyle buluşuyor. Rose Leilani’nin yazdığı, Onur Ünsal’ın çevirdiği oyunda Beyza Şekerci, Onur Ünsal ve Neslihan Arslan rol alırken oyunun müzikleri ise Kenan Doğulu imzası taşıyor. Küresel iklim krizi, pandemi, neoliberalizm, bireyselleşme, dijitalleşme ve gözetleme kapitalizminin şifreleriyle uğraşan, aşk dolu kriminal bir gerilim olan Kim Bu Ben’in hikâyesini yönetmeninden ve oyuncularından dinledik.
Engin Hepileri
Tiyatro iN’in 10. yılını kutlarken “Kim Bu Ben’i seyirci ile buluşturma hikâyenizi dinleyerek başlayalım isterim. Nasıl başladı Kim Bu Ben’in hikâyesi?
Yurt dışında takip ettiğim pek çok tiyatro var. Bunlardan bir tanesi de İngilizlerin köklü tiyatrolarından Royal Court. Geçtiğimiz sene yeni bir oyun için provaya girdikleri haberini aldım. Oyunun metnine ulaşmaya çalışırken, son derece ilginç ve gizemli bir süreç geçirdim. Aklıma çok takıldı ve oyunun Türkiye hakları ile ilgili harekete geçerek öncelik hakkı istedim ve beklemeye başladım. Ve elbette ki beni yine yanıltmadılar. Günümüz dünyası için son derece çarpıcı, etkili, vurucu bir metinle karşılaştık ve hiç beklemeden hemen çalışmaya başladık.
Aslında burada da Kim Bu Ben’in çeviri bir oyun oluşuna değinmek gerek diye düşünüyorum. Oyunu Türkçeleştirirken ne gibi zorluklarla karşılaştığınızı merak ediyorum. Neler yaşadınız, özellikle kendinizden kattığınız neler oldu?
Çeviri konusu bizim için çok önemli. Hem yazarın tam anlamıyla ne demek istediğini anlamak hem de onu Türkçe kelimelerle bir karakter üzerinden ifade etmek gerçekten de ustalık gerektiren uzun bir süreç. Çeşitli ön çalışmalardan sonra Onur çeviriyi kendimizin yapması gerektiğini söyledi ve çeviriye Onur önderliğinde başladık. Böylece bir taraftan oyun çevrildi, bir taraftan da oyunun içindeki alt metinleri daha iyi anlama, inceleme ve algılama fırsatımız oldu. İki ay süren müthiş bir çalışmanın sonucu da sahneye yansıdı.
Oyunun müzikleri Kenan Doğulu tarafından yapıldı. Ritmi ve heyecanı yüksek bir oyun olduğu için müziklerle ilgili nasıl bir çalışma sürecinden geçtiğinizi anlatabilir misiniz?
Bu kadar etkili bir metne açıkçası fikrine ve sanat görüşüne inandığımız insanları dinletmek istedik. Kenan abi bizim için çok özel. Müzik dehası, çalışkanlığı, cesareti ve ufuk açıcı fikirleri ile her zaman yanımızda sağ olsun. Bir gece Kenan abinin stüdyosunda oyunu ona okurken bir anda ayağa kalktı ve dört nota bastı. İşte bu dört nota oyunun ana temasını oluşturdu ve o gün itibari ile hepimiz Kenan Doğulu müzikleri sayesinde oyunun ana atmosferini daha iyi anladık ve sonuca aynı pencereden daha rahat bakar olduk. Kim Bu Ben daha güçlü, daha derinlikli ve daha parlak bir oyun oldu onunla birlikte.
Kim Bu Ben’e girmeden önce oyunun süresiyle ilgili şüphelerim vardı. Bir tiyatro izleyicisi olarak 120 dakika ciddi bir zaman olabiliyor. Dikkat süresinin oldukça kısaldığı bu zamanda, seyircinin ilgisini bu denli canlı tutabilen ve merak uyandıran bir oyunu keşfetmek sizin için nasıl bir deneyimdi?
Oyun sürpriz konusu itibari ile bizi hemen derinden etkiliyor. Günümüz dijital dünyasında eminim herkesin düşündüğü endişelendiği ve meraklandığı konuları seyircinin önüne sunuyor ve seyirciyi hemen yakalıyor. Bu bağlamda da gerçekten de çok güçlü bir metin. Tempolu oyunculukları, hızlı sahne geçişleri, etkili videoları, derinlikli müzikleri ve atmosfere müthiş katkıda bulunan ışıklarıyla bir tiyatro metni sahneye uyarlanmasında maksimum estetik kaygı içerisinde yaratıldı bu oyun. Bütün bunları topladığımızda seyirci o 120 dakikayı gerçekten de hayatın içinde tek bir an gibi hatırlayıp oyundan çıkıyor. Bu da bizim için gurur verici.
Oyunun adına da değinelim istiyorum. Kim Bu Ben’i bizim için biraz açar mısınız? Kim Bu Ben’i nasıl bir kavramsal çerçeveye oturtuyorsunuz?
Günümüz dijital dünyasının, neoliberalizmin, bireyselleşmenin ve toplumsal pek çok derdimizi aynı potada eritebilen güçlü bir metin Kim Bu Ben. En basitinden cep telefonu kullanan herkesin yani artık hepimizin duyabileceği kaygıları, kafadaki soru işaretlerini, endişelerini dile getiren bir metin. Daha da ötesi tüm bu sorulara cevap ararken neler yapılması gerektiğini nasıl bir cesaret gösterilmesi gerektiğini bize imgeleyen bir oyun.
Bu imgeler ile birlikte gerçek ve paranoyanın iç içe geçtiği bir oyun var karşımızda. Eminim ki birçoğumuz salondan çıktıktan sonra telefonlarımıza sarılıp bu çiftin isimlerini Google’ladık. Ancak oyunun adını araştırdığımızda bir metin çıkıyor, oyun ise bize başka bir gerçeklik sunuyor. Bu ikili durum seyirci tarafından nasıl değerlendiriliyor sizce?
Seyircinin ilgisini çekiyor. Bizim derdimiz doğru ve gerçek arasındaki farkı irdelemek. Günlük hayatta doğru olarak düşündüğünüz pek çok haberi, tweet’i ya da bilgiyi biraz araştırdığınızda gerçek olmadığını görebiliyorsunuz. İşte bu küçücük ayrımı değerlendirmek bunun üzerine düşünmek ve sonuçlarına odaklanmak bence herkes için önemli bir deneyim hâline geliyor.
Beyza Şekerci, Neslihan Arslan ve Onur Ünsal
Sahte kimlikler, haberler, karakterler ve yaşamların var olduğu, kim isterseniz o olabileceğiniz bir yer internet. Siz metni ilk okuduğunuzda neler hissettiniz? Role hazırlık süreciniz nasıl geçti, neler yaptınız?
Beyza Şekerci: Oyunu ilk okuduğumda tam da içinden geçtiğimiz dijitalleşmiş dünyanın tehlikelerinden ne kadar da cesurca bahsedilmiş diye düşündüm. Tüm prova sürecimizde de bunun üzerine çok fazla araştırma yapıp, çok şey izleyip, okuduk ve anladık ki teknolojinin güzelliklerinden bahsederken yeni dünyanın bir o kadar tehlikeli boyutunu görmezden gelmemek gerekli. Gerek masa başı süreci gerek araştırma evresi gerekse ayaklanıp sahne üstünde prova yaptığımız zamanlar, hepsinin ayrı bir lezzeti vardı. Provalarda konuştukça anladık, anladıkça pekiştirdik, pekiştirdikçe iyice içine düştük ve bu bize inanılmaz bir keyif verdi.
Neslihan Arslan: Metni ilk okuduğunuzda, aslında fazlasıyla içinde olduğunuz bir zamana karşıdan bakabilme fırsatı yakalıyorsunuz. Bu dijitalleşme çağının içindeyiz ve bu konuya vakıf olduğumuzu düşünüyoruz belki evet. Ama hayat koşuşturmacasında pek de üstüne düşünmeye zaman ayırmadığımızı hissettirmişti bana oyun ilk okuyuşumda. Bir çoğumuzun da böyle olduğunu düşünüyorum. Yani durumun içindeyiz ve kullanıyoruz ama üstüne yeteri kadar düşünmeyi ıskalıyoruz sıklıkla, belki farkında bile olmadan.
Hazırlık sürecinde de (özellikle oyundaki rolümden ötürü) ne söylediğime ve nedenlerine dikkat etmeye, anlamaya çalıştım. Konuyu düşündüğünüzde pek de kolay olmadı aslında ama bir yandan da yaşattığı “aydınlanma”dan ötürü fazlasıyla keyifliydi diyebilirim.
Onur Ünsal: Biz metne hazırlanırken önce çeviriye oturduk. Sonra bize işaret ettiği kitaplar vardı. Shoshana Zuboff’un Gözetleme Kapitalizmi Çağı kitabını okuduk. Dezenformasyon, manipülasyon, gerçek-doğru gibi kelimeleri tartıştık. Oyunun niyetini anlamaya çalıştık. Role hazırlık ve bu süreç hep iç içeydi.
Sahneye çıkmanızı sağlayan itici gücü nereden alıyorsunuz?
B. Ş.: Ben kendimi bildim bileli sahnede olmaktan, bir şeyler anlatmaktan, seyredilmekten keyif aldım. İnsanın içindeki bu istek ve güç orada olmak için ilk adımda çok önemli bence. Aynısı şu an her oyun sahneye çıkarken ya da bir oyundan diğer oyuna kadar geçen sürede de hissediyorum.
N. A.: Özellikle bu oyun özelinde seyirciyle beraber “aynı yerde duruyor olmak” benim için. Yani “kalktım ve size bir hikâye sunuyorum”dan daha öte bir şey hâliyle. “Size anlatıyorum ve ben de hâlihazırda içindeyim” diyor içten içe.
O. Ü.: Dünyayı değiştirebileceğim yanılsamasından. :)
Hazırlık sürecinde diğer oyuncularla etkileşiminiz nasıldı? Sahnedeki uyumu nasıl yakaladınız?
B. Ş.: Üç kişilik iyi bir takım olduk bence, tabii ki Engin’i de en başa koyuyorum. Dört kişi diyebilirim ama arkada da bizi tamamlayan bizden daha kalabalık muhteşem bir ekip var.
Neslihan konservatuardan, üniversiteden sınıf arkadaşım. Onur hayatımda artık et tırnak diyebileceğim, ayrılmaz bir ikili oluğum kardeşim, sırdaşım. Onur ile daha önce de bir projede birlikte çalıştık, bu projede de bu şekilde bir araya gelmek müthiş oldu. Tanıdığın, sevdiğin ve çalışmaktan keyif aldığın insanlarla aynı oyunda olmak da ayrı bir şans bence.
N. A.: Oyun gereği iç içelikten çok uzağız ama aslında birimiz olmadan diğeri de olamıyor. Çalışmalar bazen birlikte bazen de ayrı ayrı geçti bu yüzden. Benim açımdan bu çok güzel bir deneyimdi, daha önce tecrübe ettiğim bir şey değildi. Yan yanayken zaten omuz omuza olursunuz provalarda, bu mümkün olması en kolay olan. Ama bu oyunda ayrı ayrı prova aldığımız zamanlarda bile bu birlik olma durumunu hissettim ben kendi adıma.
O. Ü.: Beyza ve Engin benim çok yakın arkadaşlarım. Engin konservatuarda hocam olmuştu. Beyza da benim daha önce oynadığım bir oyundan da rol arkadaşım ayrıca. Tiyatro iN’in sahne arkası da artık tamamen dostlarımdan oluşuyor. Neslihan’la da geç kalınmış bir tanışma yaşadık. O kadar mutluyum ki bu dostlarla. Beyza benim bu hayatta en sevdiğim partnerim olabilir. Çok çalışkan çok istekli bayılıyorum ona.
Kim Bu Ben; küresel iklim krizi, pandemi, neoliberalizm, bireyselleşme, dijitalleşme ve gözetleme üzerine bizi düşünmeye iten bir metne sahip. Bu oyunu tüm bunlara birer tepki ve/veya aydınlanma olarak görebilir miyiz? Siz ne düşünüyorsunuz?
B. Ş.: İzleyiciyi her dakika ters köşeye düşüren bir tarafı var oyunun. Yaşananları hem seyrediyorsunuz, içinde bulunduğumuz dünyanın ayna gibi size tutulmasına şahit oluyorsunuz aynı zamanda da bununla nasıl başa çıkarız ya da çıkmak istersek ne yaparız bunu irdeliyorsunuz. Tam da bu sebepten hem tepki hem bir farkındalık hem de bir aydınlanma diyebiliriz.
N. A.: Sadece “tepki” deyip geçilemez bence. Bugünün ve yarının sözünü söylüyor ve birçok konuda farkındalık yaratıyor yine bence belki hatta. “Aydınlanma” kelimesi başından sonuna bu oyuna yakışıyor diye düşünüyorum.
O. Ü.: Galiba bunun tek bir cevabı yok. Oyun aynı zamanda çok feminist de bir oyun. Bunu bulmak için biraz eşelemek gerekiyor doğru J. Oyun bence aydınlanma yolunda çok önemli bir kafa karışıklığı yaratıyor. Sanatta sevdiğimiz şeyler bunlar. Bize öğüt vermeyip konulara daha büyük perspektifler katmak.
Tiyatroda oyuncu ile yönetmen arasındaki diyalog sizce nasıl olmalı? Bu bağlamda Engin Hepileri ile çalışmak nasıl?
B. Ş.: Engin’le çalışmak bir oyuncu için büyük bir konfor ve güven. Her zaman büyük bir özenle yaptığına defalarca şahit olmama rağmen kendisiyle bir yönetmen, oyuncu olarak ilk kez çalıştım. Konuya, işine hâkim ve ne yapacağını, bizden ne istediğini o kadar iyi biliyordu ki bunları ondan dinledikten sonra bir oyuncu olarak oraya ulaşmaya çalışmak müthiş bir haz veriyor. Bu her oyuncuya göre değişse de ben kendi adıma oyuncu ve yönetmen arasında iyi bir iletişimin işi daha yukarıya taşıyacağına inanıyorum. Bizim işte bu fazlasıyla vardı.
N. A.: Ben karşılıklı alışverişin sürekli olması gerektiğine inananlardanım. Ne oyuncu kendini yönetmene ne de yönetmen kendini oyuncuya yüzde yüz teslim etmeli. Evet, yönetmenin kurmak istediği dünyanın içinde karakteri var etmeye çalışırsınız günün sonunda. Ama bu var etmeye çalışmak kendi aklınız ve duygunuzla olabilen bir şey neticede. Günün sonunda sizden çıkacak şeyin en iyisi olması ve o sahnelenişe hizmet edebilmesi karşılıklı fikir alışverişi ile olur diye düşünüyorum. Engin’le çalışmak bu bağlamda çok keyifliydi. Ne istediğini ilk günden beri çok net bir şekilde biliyordu ve bunun içine “kendimcesini” koyabilmem için bana da çok güzel alan açtı.
O. Ü.: Dediğim gibi Engin abi benim uzun süreli abim, dostum. Bundan bir önceki oyunda da ben yönetmiştim o oynamıştı. Ben ikimizin de bu işe olan isteğiyle kurduğumuz bu bağı çok önemsiyorum. Sürekli bir şeyler yapmak istiyoruz.
Kim Bu Ben’i 24 Şubat ve 26 Mart’ta House of Performance’ta, 19 Mart’ta ENKA Oditoryumu’nda izleyebilirsiniz.