13 EKİM, PERŞEMBE, 2016

Blues’a Benzeyen Ama Anadolu Adı Taşıyan Bir Müzik

Sözler İngilizce ama müzik tam Anadolu’nun içinden… Üç yıldır birlikte müzik yapan İngiliz müzisyen Nikolai Galen, BaBa ZuLa’dan Murat Ertel ve Gevende’den Gökçe Gürçay “Anadolu Blues” yaptıkları Eis Ten Polin grubunu kurdu. Grubun ilk albümü Wild Flowers of Anatolia/Anadolu’nun Kır Çiçekleri bu topraklardan hikâyeler anlatıyor. Grupla bir araya gelerek Anadolu’yu ve yaptıkları müziği konuştuk.

Blues’a Benzeyen Ama Anadolu Adı Taşıyan Bir Müzik

Farklı gruplarda müzisyen olarak tanıdığımız isimler nasıl bir araya gelip Eis Ten Pol adı altına bir araya gelip müzik yapmaya başladı?

Nikolai: Ben Türkiye’ye ilk kez 2003 yılında geldim. Yollarımız Baba Zula’yla kesişti. O dönem rock müzik benzeri şeyler yapıyordum, blues’a benzeyen ama Anadolu tadı taşıyan bir müzik... Daha sonra Murat’la bir araya gelip çalmaya başladık. Ardından bu grubu kurmaya karar verdik. Şarkıları yazdık ve üçüncü bir müzisyene ihtiyaç duyduk. Murat da ben de Gevende’yi çok beğeniyorduk ve Gökçe doğru isimdi.

2003 yılında yolunuz İstanbul’a nasıl düştü?

Nikolai: Bu hikâye tam bir delilik. Ben Londra’da yaşıyordum. Aslında gelmemin hiç bir mantıklı sebebi yok. İstanbul’da hiçbir tanıdığım yoktu ve sadece uzak bir yerlere gitmek istiyordum. Dilini konuşamıyordum müziğini bilmiyordum. Bilmediğim bir yere geldim ama zaten bir bilinmezliğe gelmek istiyordum. Müzik şirketi Pozitif’in ofisinde Murat’la tanıştık. 


Murat: Grup fikri aslında Nick’ten doğdu. Nick’i Pozitif daha Cihangir’deyken görüyordum. “İlginç bir adam” diye düşünüyordum. Muhabbet ettiğimde hafif bir delilik gördüm onda. Baya çılgın bir insan diye düşündüm. Arkadaş olduk ve beraber müzik yapalım dedik. Sözler getirmeye başladı ve doğal bir şekilde çalmaya başladı. Doğallığında üçüncü bir kişiye ihtiyacımız oldu  ve Gökçe’yle birlikte çalışmaya başladık.


Nikolai: Aslında nasıl bir araya geldiğimizin pek önemi yok. Önemli olan müzikal birleşim ve çıkan sonuç. Klişe bir söylemdir ama doğruluğuna inanırım: Farklı insanlar olarak farklı karakterlerdik ama ortak bir müzik kültürümüz vardı. Çalışma yöntemimiz ve kafalarımız çok uydu. Özgür bir çalışma yakaladık. Bu çalışma yöntemi herkese uyar mı emin değilim. Bunun sonucu da yaptığımız müziğe yansıdı. 

©Nazlı Erdemirel

Müziğinizi Anadolu Blues olarak tanımlıyorsunuz. Peki “Anadolu Blues yapalım” diye mi yola çıktınız, yoksa üçünüzün ortak müziği sonucunda mı Anadolu Blues’u oluştu?

Gökçe: Albüme giderken kafamızda Anadolu Blues diye iki kelime yoktu. Bu yavaş yavaş şekillendi. Müziğimizin insanın kafasında tanımlanabilmesi için en uygun iki kelimeyi kullandık. Müzik ortaya çıktıktan sonra bu tanımı koyabildik. Çalışmayı yaparken kendimize böyle bir sınırlama yapmadık.


Murat: İkincisi oldu. Nikolai İngiliz kültüründen geliyor. Ben oradaki tam da Nick’in sevdiği batı kaynaklı müzikleri seviyordum. Onun bu coğrafyada dinlediği müzikler de keza benim sevdiğim müziklerdi. Müzik zevklerimiz çok uydu. Her şey doğal gelişti.

Bu coğrafyada sizden önce müziğini Anadolu Blues olarak tanımlayan ve bu albüm için size ilham veren müzisyenler var mı?

Murat: Aslında “Aşıklar Anadolu’nun Blues’cuları dır” derler…


Nikolai: Aşık Veysel, Neşet Ertaş. Bu bana göre blues müzik. Teknik olarak blues değil elbette ama duygusu blues’a çok benziyor.  Ben tarihi Osmanlı’ya dayanan klasik Türk müziğini dinlediğim zaman benim geldiğim yerden çok uzakta duruyor. Ancak aşık müziği öyle değil. Aşık müziği bana da hitap ediyor. Anadolu Blues dediğimiz de aslında çok net bir şey değil. Ama bu tanımlama bize ve Anadolu müziği ve blues arasındaki o bağlantıyı anlatıyor. 

©Nazlı Erdemirel

Müzik yazarı Chris Potts müziğinizi “21. yüzyılın avangart-sayko İngilizce sözlü Türk folk-rock üçlüsü” olarak tanımladı. Buna katılır mısınız? 

Nikolai: Müziğimizin bir parçası elbette saykodelik etkiler taşıyor.


Gökçe:  Bu tanımlamada sadece Anadolu havaları eksik. Bu üçlüde öyle bir öngörülemez sound ortaya çıkıyor ki üç kişiden bağımsız bir varlık oluşuyor ve o oluşan dördüncü şey Anadolu’da geziniyor.  

Ein Ten Polis ismi nereden geliyor?

Nikolai: Eis Ten Pol İstanbul’un geldiği kelime kökenlerinden biri.  Aslında ironik bir isim çünkü Yunan kökenli bir isim ve şu anda İstanbul’a ait. Polis kelimesi aynı zamanda politika kelimesinin kökeni ve ayrıca şehir anlamına geliyor ve biz şehir müziği yapıyoruz.


Murat: Mesela Gökçe’nin Gevende grubu Eskişehir’de kurulmuş bir grup. Nick İngiltere’de,  Rusya’da bulunmuş. Ama biz grup olarak İstanbul’da buluştuk.  İsim bana göre baya anlamlı. İstanbul’un ayrıca tüm Anadolu’yu temsil ettiğine inanıyorum. 

“Etnik Müzik Olarak Anılmak İstemeyiz”

Sizin için Anadolu ne anlama geliyor? Anadolu neden müziğinizde bu kadar etkili?

Murat: Eskiden ulusal ve evrensel sanat diye şeyler vardı. “Evrensel sanat için yaptığınız müziğin coğrafi bağının olmaması lazım” gibi bir düşünce vardı. Bu konu uzun süre sanatçılar arasında tartışıldı. Ben coğrafi bağa inanıyorum. Bu coğrafi bağ, kapitalizm tarafından etnisite olarak tanımlanıyor. Bunun ırkçı bir şey olduğunu düşünüyorum. Etnisitenin kelime kökeni “Hristiyan ve Yahudi olmayan” demek. Bu da çok kötü bir şey. Bu yüzden etnik müzik olarak adlandırılmak istemeyiz ama bundan kaçamayız. Kültürel bir ürün verdiğinizde içinde yaşadığınız coğrafyayla ilişkiye geçmeniz gerektiğini düşünüyorum.

Bu grubun Baba Zula’dan bir farkı olsun istedim. Babazula’da genellikle elektrosaz kullanırım. Bu grupta kullanmamayı seçtim. Dört tane akustik saz aldım. B”ir tane de makedon tamburası var.


Nikolai: Anadolu kelimesine baktığımda bir coğrafyayı görmüyorum, milletleri görüyorum. Anadolu kelimesini çok seviyorum. Çünkü herhangi bir etnisiteyi kapsamıyor. Bu coğrafyada yaşamış herkesi kapsıyor. Tüm kültürleri, tüm dinleri... Herhangi bir sınırı yok, çok açık. İlerici kültürlere baktığınız zaman her zaman açık olan kültürleri görürsünüz. Benim görüşüme göre bir insan diğerinden daha önemli ya da daha değerli değil. Türk müziği, Ermeni müziği, Yunan müziği, Hristiyan ya da Müslüman müziği… Beni hiç ilgilendirmiyor. Önemli olan bu müzik beni nasıl etkiledi, bende nasıl bir duygu bıraktı. Tüm kültürlerle ilişkim çok açık. Kültürel kimliklerimize bu şekilde bakarsak dünya yaşanması daha kolay hale gelir ve aynı yerde birlikte daha güzel yaşarız. Benim için Anadolu’nun böyle bir anlamı var. 

©Nazlı Erdemirel

Yaptığınız müziğin politik bir derdi var gibi görünüyor…

Murat: Var… Çok var hem de…


Gökçe: Kendi içinde değil ama hem sıkıştırılmış ruhlarımız olarak hem de ondan çıkmaya çalışan ruhlar olarak müziğimiz politik bir söylem taşıyor. Doğrudan politik bir söylemi olan parçalarımız var. Herkesin kişisel müziğinden ve modundan bir araya gelerek dönmeye başlayan bir şey.


Nikolai: Dünyadaki herkes aslında politikayla ilgilidir. Çünkü politika bizim nasıl yaşadığımıza, mekanlarımıza, yemeğimize her şeyin karar verildiği yerdir. Bu politik partiler anlamına gelmez. İstanbul’da yaşayıp politikaya ilgisiz olmak imkânsız. Aslında dünyanın hiçbir yerinde politikasız yaşayamayız. Bu yüzden bizim müziğimizin de politik bir yanı var. Sanatçı sorumluluğu, yaşadığı döneme dair sorunlara dair bir şeyler söylemeyi gerektirir. Yerel olarak da bu böyledir.  Özel yerlerle ilgili özel müzik yapmak da bunun bir parçası. Bizim projenin diğer işlerden farkı burada ortaya çıkıyor.  Burada neler olduğunu bize anlatabiliyor musun? 

Nikolai İngiltere’den gelip buranın kültürüne ve müziğine karıştı. Sizlerin de müzisyen olarak bu ülkeden kaçıp başka kültürlere karışma isteğiniz oluyor mu?

Murat: Ben bunu kısmen gerçekleştiriyorum aslında. Yılımın yarısını başka kültürlerin içerisinde geçiriyorum. Müzik bütün bariyerleri kırarak geçiyor. Sözel olmasa bile hikâyesi olan bir müzik yaptığınız zaman insanlara bir şeyler anlatabiliyorsunuz. 


“Müziğimizi Başkalarına Beğendirmek İçin Yapmıyoruz”

Popülerlikle olan ilişkiniz nedir? Popüler olandan kaçma gibi duruşunuz var mı?

Murat: Sevdiğimiz işi yapma ve ödün vermeme gibi bir halimiz var. Mesela bu albüm intihar gibi bir şey. Çünkü double albüm. Ama hiç ödün verilmemiş ve başımı yastığa koyduğumda “aman ne iyi ben bu albümün parçasıyım” diyebildiğim bir iş. Diğer türlü başkaları için bir şeyler yapmak gerekiyor. “Ne derler, nasıl yapmalıyım” gibi düşünceler sarıyor... Nakarat tekrarlanmalı, melodik olmalı şu kadar dakika olmalı... Bunlar işin içine girince, olay sizden çıkıyor. Burada gerçekten üç tane bireyin birleşmesinde bir şey oluştu. Başkalarına beğendirmek için yapılan bir şey değil. Ama tabii ki başkaları beğenince de seviniyoruz ve albümü insanlarla paylaşmak istiyoruz.


Gökçe: İnsan, mağarada ilk müziği yaptığında diğerlerinin ne istediğini umursamadı. Diğerleri sadece baktı. Başkaları devreye girince müziğin duruşu değişebiliyor. 

©Nazlı Erdemirel

Wild Flowers of Anatolia albümüyle canlı performanslarınız artacak mı?

Murat: Olacak tabii ama ben bir hata yaptım çünkü sanki hiç canlı performans olmayacak gibi dört enstrüman birden çaldım albümde.


Gökçe: Biz canlı çalmaya geçen yıl başladık. Albümde çaldıklarımızı bambaşka bir halde çalabileceğimizi gördük bu performanslarla. Her çaldığımızda daha farklı müzikler ortaya çıkabilir diyerek heyecanlanıyoruz.


Nikolai: Biz sadece stüdyoda çalan müzisyenler değiliz. Canlı çalarak konserlerde şarkıları yeniden yorumluyoruz ve bu her seferinde yeni şarkılar üremesini sağlıyor. Bu da çok eğlenceli.

0
10394
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Geldanlage