16 ŞUBAT, PERŞEMBE, 2017

Boğazın Prensi Lüfer Yok Oluyor

Bu yıl !f İstanbul Bağımsız Filmler Festivali’nin ‘’Ev’’ bölümünde gösterilen Lüfer belgeseli, denetimsiz avcılık, dünden bugüne deniz yaşamı ve yok olan türleri çerçeveye alarak aklımızdan çıkmayacak kanıtlar sunuyor. Belgeselin yönetmeni Mert Gökalp ile kültür, doğa, belgesel yapımcılığı, deniz ve mitoloji üzerine konuştuk .

Boğazın Prensi Lüfer Yok Oluyor

Lüfer belgeseli; lüferin hikâyesini, etkileyici sualtı çekimleri, balıkçılar, aktivistler ve konuyla ilgili diğer kişilerle anlatıyor. Bilimsel verilerin sade bir dille sunulduğu belgesel etkileyici yakın çekimlerle öne çıkıyor. 

Belgesel fikri neden lüfer balığı üzerine kuruldu?

Hatırlarsanız, Greenpeace Akdeniz’in ‘’Seninki kaç santim?’’ adlı bir kampanyası vardı. Bu kampanyaların insanların fikirlerini değiştirdiğini, algılarını harekete geçirdiğini görünce gerçekten büyük bir problem olarak gördüğüm konular üzerine fikirler üretmeye başladım. Daha önce de doğa fotoğrafçılığı ve film yönetmenliği yaptığım için bu konunun önemini anladım. Fakat bu film, sadece lüfer üzerine değil aslında, lüfer bir sembol. Aslında tüm deniz yaşamını baz alan bir belgesel yapmaya çalıştık ekip olarak. Nasıl ki Bizans döneminde orkinos, sikkelerin üzerine sembol olarak kullanıldıysa, bu dönemin sembolik balığı da olsa olsa lüferdir ancak. Banu Dökmecibaşı, Tan Morgül, Gündüz Vassaf gibi yazarların lüferden bahsetmeleri meşhurdur örneğin. Yani bu balığın bu kadar çok yerde adının geçmesi boşuna değil.

Deniz hayatını meslek olarak benimseyenler var, bilimsel anlamda ilgilenenler var. Siz ikinci taraftan biri olarak bu ikisi arasında fark görüyor musunuz?

Denizci, denizi seven, denizi dinleyen insanlar birbirlerini anlarlar. O insanların arasında fazla fark yoktur. Ben de kendimi bilim adamları ve balıkçılar arasında bir köprü olarak görüyorum. Bilim adamları kullandıkları dil nedeniyle halka seslenemiyor, benim gibi insanlar ise onların mesajını halka iletiyor. 

Sizce belgesellerin evrensel konulara hitap etmesi gerekli mi? Evrensel belgeseller daha fazla mı farkındalık yaratıyor?

Aslında evrensel olmayan bir konu yoktur, fakat çerçeveyi küçültürseniz genele ulaşmanız daha kolay olur diye düşünüyorum. Ben ve ekibim Lüfer belgeselinde lüfer balığı üzerinden deniz hayatının nasıl yok edildiğini, edileceğini anlatmaya çalıştık ve çerçeveyi lüferde tuttuk, insan buradan birçok şeye dair mesajlar çıkarıp genele ulaşabilir. 

Belgeselin bir kısmında açık arttırmayla satılan balıkları görmüştüm ve çok şaşırmıştım. Ancak sanırım bu günümüze has bir şey değil. Balık ticaretinin dünü, bugünü hakkında neler düşünüyorsunuz?

Bir katliam oluyor orada. Belgeselde o görüntülerin çok kötü olduğunu biliyorum ama o kötülüğüyle vermemiz gerekiyordu. Bu bir zincir ve birçok yerde açık var; yavru balıklar, kaçak balıklar bir sürü konuya değiniyoruz. Hallere ne kadar balık girip çıktığı bilinmiyor, mahalle aralarında satılan balıkların boyu bilinmiyor, balıkçı ne kadar avlıyor bilinmiyor. TUİK bu konuda veriler tutuyor, onlara gelen veriler ne kadar doğru bilinmiyor. Yani bir denetimsizlik söz konusu, emin olamıyoruz. Bilimsel çalışma yok denecek kadar az. Yeterince kaynak, araştırmacı yok. Hiçbir şekilde devlet denetlemesi yok, olsa bile yeterli kişi yok. Orfoz balığı avı şimdi yasaklandı örneğin ama balık ekonomisi açısından fazla rant sağlayan balıklar yasaklanmıyor hala. Yani yeterince istenirse tüm bunların engelleneceğini düşünüyorum, aslında herkes her şeyin farkında. 

Stokları koruyan avcılık kanunları yapılmıyor. Evet herkes bu konuda bir şeylere kızıyor; kimi oltaya giden balığı teknede avlayamadığı için kızıyor, kimi rakının yanına lüferi 80 liraya alamıyorum diye kızıyor. Herkes kendi tarafından bakıyor, kimse balığın tarafından bakmıyor.

İnsanın doğaya tahakkümü hakkında ne düşünüyorsunuz?

Bir eşiği geçtik, son bir yüzyılda yok edilen stokla, biyolojik çeşitlilik kaybettiğimiz alanları düşünürsek artık geri dönemeyiz. Fakat bu hızla da devam edemeyiz, bu bir tartışma konusu değil kesin bir şey. Biz bodoslama düşüyoruz. Saniyede kaybolan türler var dünyada. Bunlardan bir tanesi de biz olacağız. Bu bir eşik, o kırılma noktasına geldiğimizde artık bunun dönüşü yok. Biz bu dünya için bir virüsüz. Ben doğa kazanır diyorum. Bir şekilde insanları uyarıyoruz belgeselci olarak, fakat nereye kadar? Kendimizi insanoğlu olarak çok üstün görüyoruz ama aslında çok zavallıyız. Bütün duygularımız o hayvanlara kıyasla çok daha az, bir tek beynimiz var ama beynimizi de yok etmek için kullanıyoruz. Belgeselde bu yok olan balıkların çığlıklarını görüyoruz. Ya farkına varacağız ya da farkına varamayacağız, doğa bu sorunu çözecek.

Çekim süreci nasıl geçti? 

Filmin birçok şeyi planlı değildi. 12 aylık prodüksiyon aşaması var. Portekiz’den animasyoncu bulundu, normalin onda biri fiyatına yapıldı. Bu animasyon sahnelerinin yapılışı altı ay sürdü, kısa bir animasyon için uzun bir süre. Kurgu süresi çok zor geçti. 2.5 Terabaytlık bir görüntü havuzunun içinden bu belgeseli çıkardık, çünkü planlı başlamamıştık. Benim kafamda bir şey var, hikayeyi nasıl kurmak istediğim ile ilgili bir plan var ancak bu görüntülerin bir araya gelmesi yazılı bir senaryoya bağlanması mümkün değil, bütün çekimleri baştan kurgulamamız gerekti.  

Türkiye Deniz Canlıları Rehberi adlı bir kitabınız ve Doğa Rehberi adlı bir telefon uygulamanız var. Belgeselden öte soracak olursam deniz sizin için ne anlam ifade ediyor?

Denizde hiçbir şey düşünmezsiniz, canlılara daha rahat yaklaşırsınız, daha rahat iletişim kurabilirsiniz. Denizden korkmam gerekiyor, korkmayınca o beni kabul ediyor kendine. Ve olmam gerektiğim yerde hissediyorum. Bu bence hepimizde var, sadece deniz değil genel olarak doğada var. 

Mitolojide deniz ve deniz canlıları önemli bir yer tutuyor bildiğim kadarıyla. Geçmişten günümüze denize hep değer verildi. Sizce denize bugün verilen değerle geçmişte verilen değerler arasında nasıl farklar var? Denizin geleceği nasıl olacak?

Örneğin Evliya Çelebi yazılarında o dönemde esnafın sattığı balıkları tek tek inceleyerek isimlere ayırmış, devlete ödedikleri vergiye kadar birçok bilgi vermiş.  Aristo History of Animals adlı metninde bir balıktan bahsediyor, belli bir dönemde gelip, tuna nehrinden geri dönüp İstanbul boğazına geçtiği ile ilgili metin var. Bu balık lüfer olabilir, araştırabilir bu. Daha yakın dönemde dünyanın en önemli deniz biyologlarından Karekin Deveciyan’ın Türkiye'de Balık ve Balıkçılık adlı kitabında ülkemiz denizlerinde yaşamış ve yaşamakta olan balıkların detaylı anlatımı var. Bu insanların hepsi denizlerdeki zenginlikten büyük bir istekle bahsetmişler. Sonuç olarak geçmişte insanlar doğayla çok bütün yaşıyordu. Hayatımın büyük bir kısmını doğada geçiren biri olarak ben bile heyecanlanıyorum gerçek bir doğal yaşamı görünce. Bir sürü insan işi gücü bırakıp doğaya dönmeye çalışıyor. O kadar yabancılaşmış durumdayız. Biz bir şeyi sahiplenmeden hiçbir şeye yaklaşamıyoruz, her şey bizim olmak zorunda. Asıl sorun burada.  

©Nazlı Erdemirel

Son olarak gerçekleştirmeyi düşündüğünüz başka projeleriniz var mı?

Orfoz koruma alanları ve deniz çingeneleri ile ilgili iki projem daha var. 

0
7034
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Geldanlage