Hızlı bir giriş yapalım istedim. Son zamanlarda The Away Days’te neler oluyor?
Oğuzcan: Geçtiğimiz 3 ay içerisinde iki single yayımladık, Your Colour ve Paris. Eylül bitene kadar 2 tane daha yayımlamayı planlıyoruz. Şu an ağırlıklı olarak onlarla uğraşıyoruz, onun dışında tabii konserler var. Ama yaz aylarında malum konser sezonu biraz ölü olduğundan dolayı zamanımızın çoğunu kayıtlar üzerinde harcıyoruz.
Peki her şey nasıl başladı?
Sezer: Oğuzcan’la okulda tanıştık, kısa bir süre sonra da grubu kurduk. İlk aylar grubu ikimiz yürüttük, kendi kendimize çaldık ettik derken sonra davulcu ve basçı bulduk. Bulmaya ve aramaya devam ettik baktık olmuyor, basa ben geçtim.
Grup üyelerinde çok değişim yaşandı sanki.
Sezer: Aynen. 3-4 tane davulcu, en az 10 tane de basçı değişti diyebilirim. İlk başladığımızda gitardaydım, şimdi bas çalışıyorum. Şu an her şey gayet iyi gidiyor. Vokalde Oğuzcan, davulda Ulaş, gitarda Haktan ve klavyede de Orkun var.
Oğuzcan: Her an her şey olabilir ama... Belki bir dahaki sefere ben davula geçerim, Sezer de vokale.
Şaka bir yana çok fazla insan değiştirmemizin nedeni biraz seçici bir müzik yapıyoruz ve hep daha iyisini yapmak istiyoruz. Haliyle kişiler bizimle aynı frekansta olmayınca çok zorluk yaşanıyor. Bu gibi nedenlerle değişiklikler yaşadık ve yaşanması da anormal gelmiyor.
Müzik dışında neler yapıyorsunuz?
Oğuzcan: Ben aynı zamanda grubun menajerliğini yapıyorum. Daha çok yurt dışıyla ilgili olan kısmı çok vaktimi alıyor. Şu sıralar da birtakım gelişmeler yaşanıyor, somut olarak açıklamasak da daha çok yurt dışıyla ilgili gelişmeler. Onun dışında ikimiz de Yıldız Teknik’te İktisat okuyoruz.
Sezer: Hâlâ okuyoruz.
Oğuzcan: Şu sıralar bütün ilgimizi müzik üzerine yoğunlaştırdığımız için uzayacak gibi de.
Sezer: Ayrıca ben de bir bankada part-time olarak çalışıyorum. Müzik dışında yaptığımız şeyler kısıtlı. Yani kısacası hayatımızın ekseni müzik etrafında dönüyor.
Yaptığınız müzikte indie, dream pop ve shoegaze gibi türlerden etkiler görülüyor. Sizin kafanızda belli bir sound var mıydı? Yoksa her şey doğal bir süreç içinde mi gerçekleşti?
Sezer: Elbette bir ‘şey’ olsun diye yapmıyoruz. Çok keskin hatları yok, tak diye shoegaze diyemiyorsun. Bir ayağı, shoegaze’de bir ayağı dream pop’da.
Oğuzcan: Ben bile yaptığımız müziğe 15 farklı etiket koyabilirim. Örneğin ilk EP’nin çok daha rock/indie bir sound’u vardı. Son şarkılardaysa biraz daha dreamy bir tür beliriyor.
İlk EP yayımlandıktan sonra özellikle yurt dışından çok fazla yorumlar aldık. Yabancı pek çok müzik eleştiremeni ve yazar bizi; indie, dream pop, shoegaze grubu olarak etiketledi. Hatta İngiltere’deki BBC Radio’da Galaxies post rock olarak tanımlanmıştı, başka yerlerde garage rock diyen de oldu. Yani sanırım yoruma dayalı olması gerekiyor, çünkü biz bunu yapıyoruz desek de herkes için farklı bir algı oluşuyor. Ama genel olarak “biz dream pop ya da şuyuz”’u değil de “indie grubuyuz” demeyi tercih ediyorum.
The Away Days’in müziğinin şekillenmesine yardımcı olan gruplar, kitaplar, filmler ve hatta kişiler kimler desek?
Oğuzcan: Oscar Wilde’ı seviyorum, ne kadar etkisi var bilmiyorum ama baya okurum. Zach Braff’in filmi Garden State’in benim gitara başlamamda çok büyük etkisi olmuştu.
Ama sanıyorum en çok 2006’da Arctic Monkeys’in ilk albümü çıktığında etkilenmiştim, müziğe başlama kararımı destekleyen bir diğer şey de bu oldu. Bir de ek olarak abilerim sürekli Joy Division ve The Beatles dinliyordu. Evde sürekli çalan müzikler böyle olunca onları dinleyerek büyüyor haliyle de etkileniyorsun.
Sezer: Lisede çok daha farklı şeyler dinliyordum, mesela metal gibi.
Oğuzcan: Zaten Sezer çok solo atar, bazen zor tutuyoruz.
Sezer: 2008 civarı yeni şeyler arayışına girmiştim, karşıma Sakin çıktı. İlk dinlediğimde çok etkilenmiştim, sonrasında baya araştırma yapınca ‘indie rock’la tanıştım ve her şey böyle başladı gibi.
Şimdi neler dinliyorsunuz peki?
Oğuzcan: Son zamanlarda ağırlıklı olarak Jungle, Slow Club ve Mac DeMarco dinliyorum.
Sezer: Dinleye dinleye eskitsem de Real Estate’in son albümü Atlas çok güzel.
Şarkılara geri dönmek gerekirse, üretim sürecinde kimler katkıda bulunuyor?
Oğuzcan: Şu ana kadar hep Sezer’le ben yürüttük.
Sezer: Birisi bir fikir attı ortaya, onun üzerine hep bireysel ya da ikimiz ilerledik. İlk defa 2013 Mart gibi Your Colour ve Paris’in altyapıları üstüne grupla ilerledik. Eskiden aklımıza gelen melodileri iPhone’a kaydediyorduk, şimdi Pendik’te stüdyoda kaydediyoruz. Hatta son zamanlarda Oğuzcan’ın stüdyoda tek başına yaptığı şarkılar bile oluyor.
Oğuzcan: Evet, akşam 8’de stüdyoda giriyorum. Sabah 6’da bitmiş bir şarkıyla çıkıyorum. Sezer’e “al abi hayırlı olsun” dediğim 4-5 tane şarkı oldu sanırım. Tabii bu şarkıların çoğu albüme girecek şarkılar.
Sezer: Şu an paylaşmadığımız 15 civarı şarkı var sanırım. Önümüzdeki Peyote konserinde 10 tanesini çalmayı planlıyoruz. (Evet, Peyote konserindeydim ve bahsedilen 10 yeni şarkıyı çaldılar.)
Şarkılara geri dönmek gerekirse, üretim sürecinde kimler katkıda bulunuyor?
Oğuzcan: Şu ana kadar hep Sezer’le ben yürüttük.
Sezer: Birisi bir fikir attı ortaya, onun üzerine hep bireysel ya da ikimiz ilerledik. İlk defa 2013 Mart gibi Your Colour ve Paris’in altyapıları üstüne grupla ilerledik. Eskiden aklımıza gelen melodileri iPhone’a kaydediyorduk, şimdi Pendik’te stüdyoda kaydediyoruz. Hatta son zamanlarda Oğuzcan’ın stüdyoda tek başına yaptığı şarkılar bile oluyor.
Oğuzcan: Evet, akşam 8’de stüdyoda giriyorum. Sabah 6’da bitmiş bir şarkıyla çıkıyorum. Sezer’e “al abi hayırlı olsun” dediğim 4-5 tane şarkı oldu sanırım. Tabii bu şarkıların çoğu albüme girecek şarkılar.
Sezer: Şu an paylaşmadığımız 15 civarı şarkı var sanırım. Önümüzdeki Peyote konserinde 10 tanesini çalmayı planlıyoruz. (Evet, Peyote konserindeydim ve bahsedilen 10 yeni şarkıyı çaldılar.)
Peki albüm için kafanızda tasarladığınız bir tarih var mı?
Oğuzcan: Açıkçası albüm için biraz işin gerçekçi tarafına bakıp, ‘bu albümü nasıl en iyi kaydedebiliriz?’i düşünüyoruz. İstediğimiz sound’u ve kaydı elde edebilmek oldukça masraflı bir süreç ve bu masrafların karşılanması için çok net yurt dışında bir plak şirketi gerekiyor.
Bu nedenlerden dolayı ilk albüm olayına şu an çok önem veriyoruz. Oldu bittiye gelmesini ve sonrasında da güme gitmesini istemiyoruz. “Bir albüm çıkarıyorsan ya o albümle patlayacaksın, ya da hiç o albümü yayımlamayacaksın” gibi bir düşüncem var. İstediğimiz gibi olana dek bekleyeceğiz.
Amerika’da SXSW, İngiltere’de de The Great Escape gibi festivallerde çaldınız? Nasıl geçti?
Oğuzcan: İlk yurt dışı konserinin SXSW olması esasında birazcık “noluyoruz” dememize neden oldu. Festivalde hem çok fazla müzik grubu hem de izleyici var. Bütün dünya müzik endüstrisi orada. Her ne kadar Amerika kısmı ‘noluyoruz’ olarak başlasa da South by Southwest’e giderken bir yandan da olabildiğince gerçekçiydik. Bin tane grup gidiyor, grupların arasında Local Natives var The xx var. Yani anlayacağınız bir anda aralarından parlamak gibi bir niyetimiz yoktu. Sadece orayı görmek ve kontakt edinmek istiyorduk. Her ne kadar realist yaklaşmaya çalışsak da şansımız ilginç bir şekilde yaver gitti. Çünkü pek çok grup varken festival sonrası The Guardian’ın bahsettiği 4,5 gruptan biri olduk.
Şans dememizin sebebi de South by Southwest’in bildiğimiz müzik festivalleri gibi olmayışından kaynaklanıyor. Showcase bir festivaldi, yani kısıtlı bir alan değil de Austin’e yayılan dev bir festival şehri düşünün. Mekanlar, stüdyolar, oteller yani aklınıza gelebilecek her yerde müzik yapılıyor. Her köşe başında davullar var. Sokaktan geçenler çalıyor. Yani aynı anda 100 tane konser olurken The Guardian yazarının bizim konsere denk gelip izlemesi oldukça şans.
Sezer: İngiltere’de biraz daha bilinçliydik, kendi konserimizi vermeye gittik. The Great Escape de gene showcase bir festival. Seyirci, gruplar her şey gene çok iyiydi. Buradan bir konser için gitmiştik ama sonrasında 2-3 tane daha konser verdik.
Oradayken de baya bir yolumuz olduğunu, kendimizi geliştirmemiz gerektiğini bir kez daha fark ettik. Çok iyi grupları izledikçe hem motive oluyorsunuz hem de onları izledikçe kendinizi geliştirmek için bir nevi rakip olarak algılamaya başlıyorsunuz. Burada ne yazık ki öyle bir motive, itici güç bulamıyoruz.
Austin ve Brighton seyahatleriniz sonrası The Away Days’de değişen şeyler neler oldu?
Sezer: Müzikal vizyonumuza çok etkisi oldu. Festivalleri, grupları görünce daha iyi işler yapmanız gerektiğini hissediyorsunuz, önceden de bu algı vardı ama görmek daha etkili oluyor sanırım.
Oğuzcan: Yaptığımız şarkılarda çok daha kendi tarzımızı bulmaya başladık. Şarkılar şimdi çok daha özgün ve bir karaktere büründü.
Bir de çoğu müzisyende iyi yerlerde çalıp edince “olmuşum ben” algısı ortaya çıkabiliyor. Bizde “olmuşum ben”den ziyade “daha çok yolum var” etkisi oldu.
Bu da tamamen biraz önce bahsettiğimiz vizyonla ilgili, zaten gruptaki değişimlerin çoğunun sebebi de bu “olmuşum ben” tavırlarından dolayı kaynaklandı. Grubun menajerliğini de yaptığım için hep daha somut hedefler belirlemem gerekiyor. Hatta bazen Sezer’e “Biz hiçbir şeyiz, hâlâ hiçbir şeyiz.” dediğim de olmuştur. Mükemmeliyetçi tavırlarım oluyor, mesela konser bitiyor, sahneden iniyoruz gruba dönüp, “Farkındasınız di mi ne kadar kötü olduğumuzun? Evet insanlar alkışlıyor ama iyi değildik ve yeri gelecek yurt dışındaki izleyiciden bu kadar iyi bir tepki alamayacağız.” gibi realist yorumlarım oluyor.
Sezer: Bu mükemmeliyetçilik insanı mutsuz edecek, ömrümüzün sonuna dek mutsuz olacağız, ama bir yandan da iyi işlere götüreceği kesin, ama diğer yandan hiçbir zaman mutlu olamayacağımız da kesin.
Mükemmeliyetçilik her ne kadar iyi işler yapmaya yöneltse de memnuniyetsizliğe doğru gidiyorsa yıpratabilir. Aralarında çok ince bir sınır var.
Oğuzcan: Memnuniyetsizlik değil yahu, orası bir gerçek. Hatta şu an yaptığımız birkaç şarkı için mesela ‘inanılmaz’ kelimesini rahatça kullanabiliyorum. Ama aynı şekilde çok objektif ya da negatif olduğum durumlar da oluyor. Önemli olan şey; ‘Hedefin ne ve sen neresindesin?’
The Away Days neyi hedefliyor? dünyadaki en iyi festivallerde, en iyi yerlerde çalıp iyi dinleyicilere hitap edebilmeyi. Neredeyiz şu an; %1 falan, e haliyle demek ki olmamışız diyebiliyorsun.
Sezer: ‘Biz olduk’ ruh haline çok bürünebileceğimi sanmıyorum. 40 yaşına geldiğim zaman da dinlediğim şeyler beni şaşırtacak. Çünkü müzik sabit bir şey değil, seninle birlikte ilerliyor. Hep şaşırtacak şeyler elbette çıkacak. Sen istersen Glastonbury’de de çalmış olsan herhangi bir yerde dinlediğin bir grup karşısında şaşırıp, ne iyi çalıyorlar diyeceksin.
Oğuzcan: Şu da bir gerçek, insanların, grupların zamanla birlikte kişilikleri değişebilir. İnanılmaz baskı ve ilgi olabiliyor, bu da değiştirebilir. Bir anda dünyanın en büyük ilgisi gelir ve şımarık biri olur çıkarsın, bunla ilgili kimse kesin bir şey diyemez. Diğer yandan da bir insan kendisini tanıyabilirse çok da şımarmaz gibi geliyor.
Yapacağımız şeyde zaten, dünyada çok çok popüler olalım gibi bir hedef de yok, kendi hedefimizden şaşmamak ve hep daha iyi şarkılar yapmak istiyoruz. Ayrıca sadece hayatını farklı ülkelerde iyi seyircilere çalarak geçirebilmek ideali bile fazlasıyla güzel.
Son single’ınız Paris geçtiğimiz haftalarda yayımlandı, Videoyu ilk olarak SPIN duyurdu, her şey nasıl gelişti ve tabii ki dinleyicilerinizden aldığınız etkileşimler nasıl oldu?
Oğuzcan: Your Colour’ın klibini ben çekmiştim, hayatımda ilk defa edit programı indirerek öğrenip tek başıma uğraşmıştım. Malzememiz aşırı kısıtlıydı. O yüzden Your Colour gözünüze amatör bir klip olarak gelebilir.
Paris’te biraz daha üst seviyeye taşıyalım istedik. Ali Demirel ile çalıştık. Öncesinde kendisi bizimle iletişime geçmişti, ben de bu işle ilgilenmeye başlayınca birlikte çektik klibi. Editleme kısmını ben hallettim. Açıkçası Paris, içimize sindi.
Sezer: İki klibi de çok küçük bütçelerle çektiğimizi ekleyelim ama.
Oğuzcan: Your Colour için 10 dolar harcadık, bisiklet kiralamıştık. Paris’te de 100 liraya meşale, çatapat falan aldık. O bütçelere göre gerçekten harika işler. 10 bin tl’ye bu klipler çıksa elbet tatmin olmazdık. Hatta 10 bin verip de ortaya böyle klipler çıksa ben birkaç kişiyi öldürürdüm sanırım.
Sezer: Yorumlar da iyi, şarkı çok sevildi, catchy ve hareketli ama daha çok yeni yayımladığımız için tam anlamıyla dönüşler hakkında bilgi sahibi olamıyoruz. İlerleyen süreçte her şey daha çok belli olur.
Bizi bekleyen yeni şeyler neler peki?
Oğuzcan: Tam bahsetmek istemesek de şu sıralar büyük gelişmeler oluyor. Konserler tarafında da gelişmeler var. Tam tarihleri belli olmasa da Eylül/Ekim gibi 9 tane Türkiye konseri olacak. Onun dışında da 2015’e doğru İngiltere, Almanya konserleri olacak gibi gözüküyor.
Sezer: Son yaptığımız şarkılarda yenilik olarak en önemli faktör sanırım vokalde olacak. Önceki şarkılarda vokal enstrüman gibiydi ama şimdi vokal gibi oldu.
Oğuzcan: Vokal eskiye oranla daha melodik olmaya başladı. Ses rengimi bulduğumu düşünüyorum. Bakalım, biz de çok heyecanlıyız.