9 Mayıs Perşembe akşamı Lütfi Kırdar UKSS’ye giden şanslı topluluk İstanbul’da her zaman yakalanamayacak eserleri dinleme fırsatı buldu demek çok abartılı olmayacaktır. Isabella Van Keulen’e geçtiğimiz Perşembe akşamı gerçekleşen konserinde Borusan Filarmoni Orkestrası eşlik edecekti. Klasik müzik severlerin adını iyi bildiği bir kemancı olan sanatçı bugüne kadar müziğe karşı ciddi yaklaşımıyla ve kendine özgü yorumculuğuyla dikkatimi çekmişti. Konser programında ilk eser Brahms’ın Trajik Uvertür’üydü ve ardından gelen Korngold’un keman konçertosuyla ilk bölüm sona erecekti. İkinci bölümde ise Şostakoviç’in abidevi beşinci senfonisi vardı. Konser salonundaki yerimi aldığımda beklentilerimi çok yüksek tutmadımsa da gerçek bir müzik akşamı yaşayacağımdan emindim.
Brahms’ı Çalar mısınız?
İlk eser başladığından Brahms’ın duygu dolu havası tüm salonu kapladı. Eserin derinlikli yapısı ve duygulara hitab eden sesleri benim için de biçilmiş kaftandı fakat Orkestra devam ettikçe aklım Françoise Sagan’ın Brahms’ı sever misiniz isimli romanının imgesiyle doldu. Orkestra üyelerine de aynı soruyu yönelttiğimi düşündüm. Kafamda bu düşüncenin doğmasına sebep olan şey orkestranın pek de cezbedici olmayan Brahms yorumuydu. Öncelikle orkestra üyelerinin son derece uyumsuz olduklarını ve eseri dağınık bir havada çaldıklarını söylemeliyim. Sanki aynı anda dört Brahms duyar gibiydim. Her ne kadar forte çalınan pasajlarda orkestra iyi bir yorum ortaya çıkarsa da ikinci ve üçüncü planlarda bir karmaşa kenidini pek gizleyemiyordu. Söz gelimi kontrbasların daha bir bütünlük içinde olması gerekirdi. Burada galiba sorumluluk biraz da şef’in üzerinde. Sascha Goetzel artık
rüştünü ispatlamış bir şef olarak dinleyicilere daha iyi yorumlar gösterebilecek biri sanırım. Şefle ilgili bir başka nokta da temponun bir parça hızlı seçilmiş olmasıydı. Avrupa’nın önemli orkestralarında çalışmış bir müzisyen dostum günün birinde bana “Brahms asla hızlı birşey yazmadı” demişti. Bir başka müzisyen de “Brahms’ın müziği yoğurt banyosu gibidir. Onun içine yavaş yavaş girecek ve derinize teneffüs ettiğini hissedeceksiniz” diye açıklamıştı. Birinci eserde yaşadığım hayal kırıklığından sonra kafamda Korngold için de soru işaretleri doğmaya başladı. Ancak Isabella Van Keulen onları ilk birkaç notadan itibaren silmeyi başardı.
Tutkulu Romantik...
Erich Wolfgang Korngold için söylenebilecek yüzlerce kelime var ancak bana göre ona hemen ilk bakışta yapıştırılan film müzikleri bestecisi yaftası, kelimenin tam manasıyla haksızlık. Zira Korngold film müziklerinin ötesine geçen bir tutuku adamı ve pekçoklarının dediği gibi son romantik. Yazmış olduğu keman konçertosu da film müziklerinden temalar içermesine rağmen dört başı mamur bir eser. Ayrıca yorumlanmasının zor olduğunu ve çoğu dinleyici tarafından pek de sevilmediğini eklemek gerek.
Isabella kemanından harika tınıları çıkartmaya başladığı ilk andan itibaren ne derece usta bir müzisyen olduğunu gösterdi. Dengeli ve bir parça akademik icrası eser için biçilmiş kaftandı. Yoğunluk eserin başından sonuna hiç düşmeden devam etti. Kemanından çıkardığı ses hakikaten anlatılmaya değer.
Çağımızın efsane kemancısı Itzhak Perlman bir röportajında eski nesil kemancıların hepsinin kendine has bir tınısı olduğundan ve ne yazıkki günümüz kemancılarının bu özelliği yitirdiğinden yakınıyordu. “Menuhin’i, Stern’i veya Heifetz’i dinlediğininzde hepsinin ayrı bir ses karakteri olduğunu hemen farkeder ve kimin çaldığını anlarsınız” diyordu. Ben Isabella Van Keulen’i dinlerken geçekten de kendine özgü bir karakteri olduğunu hemen fark ettim. Hem yorumculuğuyla hem ciddiyeti ve tekniğiyle eskinin büyük ustalarına yakışır bir evlat olduğunu gösterdi. Bu eserde orkestra da gerçek karakterini bularak daha derli toplu bir yorum ortaya çıkardı. Belki de Isabella’nın havası orkestra’yı da etkiledi. Böyle romantik bir düşünce de tam olarak bu esere yakışır doğrusu. Isabella’nın kullandığı enstürmana da değinmek gerekir doğrusu. Konserden sonra yapımcısını öğrenmeye fırsatım olmadı ancak sıcak ve koyu tonuyla bana bir Guarnerius’u anımsattı. Yeniden ayağa kalkan orkestrasıyla birlikte şef Goetzel’in de toparlandığını söylemek gerek ancak bazen fazla teatral olmaktan da kaçamadı sanırım. Hakkını teslim etmem gereken bir başka kişi de orkestranın arpistiydi. Konser kitapçığından ismini gördüğüm kadarıyla İpek Mine Sonakın –eğer isim konusunda yanılıyorsam beni affetsin- arp partisini hemen farkedilir bir başarıyla çaldı. Ufak tefek noktalar dışında tertemiz bir icrası vardı. Konçerto bittikten sonra sanatçılar uzun süre alkışlandı. Fakat ara verilip fuayeye çıktığımda
anladım ki dinleyicilerin çoğu Isabella Van Kuelen için benimle aynı hayranlığı paylaşmıyorlardı. Hatta bir müzik esleştirmeninin kemancıyı beğenmediğini söyleyip ardından da bis yapmamasına kızdığını eklemesi bana komik geldi. Takılmak için ne gereksiz bir nokta!
İkinci bölümdeki Şostakoviç’in beşinci senfonisi için fazla söz söylemeye gerek yok. Orkestra bekleneni fazlasıyla verdi. Eseri olması gerektiği gibi çaldı ve gecenin sonunda damağımızda hoş bir tat bıraktı.
Konserin Sonunda...
Konserin ardından söylenebilecek söz eksiklerine rağmen artılarının daha fazla olduğu ve gerçekten de kaçıranların üzülmesini gerektirecek kalitede bir müzik olayı olduğuydu. Isabella Van Keulan beni kendine hayran bırakan yorumuyla konserden sonra hemen bende olmayan kayıtlarını edinmeye itti. Konser her zaman dinleme fırsatı bulamadığımız eserleri dinleme fırsatını da bize sundu. Salonlarımızda Beethoven ve Bach’ın pekçok eserini dinleme şansı bulurken bir Şostakoviç senfonisini ne kadar aralıklarla dinleyebiliyoruz bilmiyorum. Korngold için konuşmuyorum bile. Konser bu yönüyle benim için gerçek bir şanstı. Eğer yazının tamamını okuyup buraya kadar geldiyseniz bu gün, güne Korngold’un bir eseriyle başlamaya ne dersiniz?