Yeni albümün Başka önceki albümlere göre enstrümanlar açısından daha baskın. Bir önceki albüm Flu’da başlamıştı bu değişim. Enstrümanlardaki bu artış neden?
Bu sefer dedik ki biraz daha müzik olsun, kullanmadığımız enstrümanlar da olsun. Söz yazan ve eşine dostuna besteleten bir adammışım gibi bir algı var, bunu hiç kompleks edinmedim ama bu şarkıları sonuçta ben yazıyorum. Flu ile beraber senin de gözlemlediğin gibi oldu. Bir zamandan sonra insanlar sadeleşiyor. Konu başlıklarım aynı, ama artık daha çarpıcı kullanmaya çalışıyorum sözleri. Böylece müziğe daha çok yer açıyoruz. Bazen konserlerde eski parçaları çalarken, başka bir adamın şarkıları gibi geliyor bana; bu da çok normal. Hayatla ilgili hedeflerimin, hayallerimin, meraklarımın daha fazla olduğu dönemlerde yazdığım şeyler ile 45’i devirmiş, ununu eleyip eleği asmış ve şaşırdığı şeyler azalmış biri olmanın etkisi bu oldu.
Söz yazmaya küsmek, söz yazmaktan sıkılmak gibi bir durum değil di mi?
Hayır ama kelimeler kaçar. Fazla hassas bir adamım, dünyanın bu zamanı için yanlış bir tasarımım aslında. 1800’lerde mutlu olurmuşum gibi geliyor. Bir şey canımı sıktığı zaman memlekete, ilişkilere ya da dostluğa dair yazamıyorum.
Hassas olmak konusuna gelmişken... Twitter’dan çıkışın da bir hassasiyet göstergesiydi diyebilir miyiz? Çok konuşuldu gerçi ama…
Çok konuşuldu ama en önemli kısmı konuşulmadı. HDP’nin gönüllü takımından bir beyefendi kendi tasarrufuyla Ben Kısaca F D’yi partisine ve partisinin genel başkanına uyarlamış. Bana menajerim mail attı, aslında şarkıyı dinlediğimde hoşuma gitti. O dönemki siyasi gerginlik içerisinde “Sen kimsin ki?” polemiği yaşanmıştı Cumhurbaşkanı ve HDP başkanı arasında. Onlar da esprili bir şekilde bunu düşünmüşler. Ben çok medeni, çok anlaşılır bir Türkçe ile bir açıklama yaptım. O şarkı iki kere çok özel benim için. Birincisi kendi dinleyicim ile aramda kurduğum bir bağ oluşu. İkincisi dünyada başka hiçbir rahatsız yok ki kendi doğum günü için şarkı yazsın. İzin veremeyeceğimi, bu şarkının benim ve dinleyicilerimin arasında kalmasını belirtirken HDP lideri Selahattin Demirtaş’a olan güvenimi ve sempatimi de ifade etmiş olmam çok fazla insanın canını sıkmış ve kalbini kırmış olmalı ki Facebook’taki 1 milyonu aşkın takipçimizin üçte biri gitti. Sosyal medya üzerinden günlerce “vatan haini”, “terörist”, “Apo’nun kankası” gibi söylemlere maruz kaldım. Seçim arifesiydi ve bu söylemler de iktidar partisi yöneticilerinin telaffuz ettiği kelimelerdi. Partinin destekçisi olan dinleyicilerim de o kelimeleri bana yönlendirdiler. Konuşulmayan kısmı ne? Gazetelerde çok haber olması ve “HDP’lilere kızdı, Twitter’ını kapattı” olarak yer alması. Oysa hiç de böyle olmadı. Tam tersi, o koşturmaca arasında sayın Demirtaş bizzat beni arayıp çok samimi bir şekilde özür diledi. Emeğe ne kadar saygıları olduğunu anlattı uzun uzun. Ben de bunları duymama gerek olmadığını ve gerçekten bir kırgınlık yaşamadığımı izah etmeye çalıştım. Twitter’ı kapatma sebebim, yıllardır kendi şarkılarını yazan bir adam olarak, çok sevdiğim bu ülkede vatan haini, terörist gibi akıl almaz suçlamalara maruz bırakılmam oldu. Faşist söylemler yüzünden kapattım. Çok seyredilen haber bültenlerinde bile konu yapıldı bu. O kadar mutsuzdum ki o haberleri bile düzeltme gereği duymadım. Ama şunu da söylemek gerekiyor; bunlar kişisel kederim ve olup bitenlerin yanında hiçbir şey değil. Birçok şey oldu biliyorsun ve bunları konuşmak bile can sıkıcı. Hikaye bundan ibaret. Futbol da yazan bir adam olarak, insanların kendini sevmeyenler tarafından hakaretlerle eleştirilmesi gibi sığ bir durum var ülkemize özgü. Çok küfür yedim bugüne kadar ama ilk kez bir konuyu mahkemeye taşımak zorunda kaldım. Çünkü kapalı devre bir adamı böyle ithamlarla suçlayanlara hiçbir şey yapmasam kim bilir daha neler yapacaklar diye düşündüm ve sembolik davalar açtım. Şarkı sözlerimden yola çıkan bazı dindar dinleyicilerim, ki başımın üstünde yeri var hepsinin, şeklinin şemalinin hiçbir önemi yok ama bana bilmiyormuşum gibi bazı şeyler öğretmeye çalıştılar… Ben bu ülkeyi seviyorum, bu ülkenin insanları bana lazım, ritüellerimiz bana lazım. Mümkün olduğu kadar yurtdışına çıkıp gezen bir insanım, oradan dönüşlerde küçük travmalar yaşıyoruz ama bunu kibirle söylemiyoruz. Bizim insanımız neden Avrupa’daki kadar mutlu değil diye üzülüyoruz, oralarda herkes birey ve bir arada yaşıyor. Koskoca aydın sandığımız gazete yazarları son seçim sonuçlarından sonra ülkeyi terk etmeyi düşünen insanlara çocuk gibi davranıyorlar. Bu da normal değil, normal olmayan birçok şey gibi.
Peki albümün hazırlık sürecine dönelim. Yeni sözler mi yoksa geçmişten gelen hali hazırda sözler mi?
Kül’ü yazdığım gün yeni bir albümün lokomotifi olabilecek gibi hissettim. Başka’yı yine Can Arıkan’la birlikte yaptık. Flu’dan beri daha organik, daha işin mutfağında. Birbirimizi görmekten bıktığımız bir süreç oldu yani, o kadar yoğun çalıştık. Çok gencecik heyecanlarla listeleri filan takip ediyorum. Görmeyi arzuladığım sonuç ile gerçekler arasında korkunç bir uçurum var. Kendimden özetlemem gerekirse eskiden albümlerin peşinden koşardık ama şimdi daha dijital bir dünya var, albümü yüklediğiniz anda sizin iki yıllık emekleriniz iki kelime ile yerle bir edilebiliyor. Flu’ya göre daha çok bahsedilen, hiç değilse içinden birkaç parçanın ayrıştırıldığı ve tırnak içinde “Feridun Abi yine yapmış” dedirten birkaç şarkıyı barındırması itibariyle müsterihim ama birazcık da plansız bir çıkış oldu. Ama rahatız. Bir daha yaparsak 10. albümü yapacağız ve yeni bir şarkıyı beğendirmek benim konumumda, akranım birçok kişi için çok zor. Bazen kendi şarkılarımızla kavga eder hale geliyoruz.
Başka’yı başka yapan nedir?
En büyük başkalık, iki tane şarkının iki versiyonu olması. Son yıllarda radyoların domine ettiği, hit’e dayalı müziklerin yer bulduğu ve diğerlerinin hiç yer bulamadığı bir dünya var. Özellikle Kül ve Biçare için eğer orijinal rock sound’lu halleri sevilmez çalınmazsa, bu şarkılara alternatif düzenlemeler olsun, araya gitmesin duygusunu güçlü bir şekilde hissettim. Bu sistemle de çok barışık değilim. Albümünün adları da fazla konuşulan bir adam olarak söylüyorum, o iş kaldı. Yani unuttuk albüm ismi kısmını. Bu sefer şarkı sayısı az, kendi şarkım Beyaz’ı yeniden yaptım. Sevgili Bahadır’a yıktım bütün artwork işini. Yaşımla ya da zamanın ruhuyla ilgili zorluklarım da var. Biraz zorlandım Başka’yı bitirene kadar. Sorma ve Olmasaydın çok kıymetli ve sahneyi paylaştığım sevgili Ata’ya ait. O şarkılardaki klarnete Ata’yı zor ikna ettik.
1996’ya ait bir şarkı Beyaz. Nasıl oldu 20 yıl sonra çıkan bu albümde kendisine yer verdin? Tabii bu arada senin de müzikteki 20. yılın olacak.
Tam da onu söyleyecektim. Şöyle düşündüm, siyaseten kutuplaştık, linç ediliyoruz, insanlar haksızca ithamlarda bulunuyor ve bu çok kalp kırıyor. “Gencecik çocuklar çok da bilmedikleri bir adama haksızlık ediyorlar”dan yola çıktım aslında. “Atıp tutuyorsunuz ama ben 20 yıldır şarkılar yapan bir adamım” demek istedim. 20. yılımı hatırlatacak bir şarkı koyma fikri vardı aklımda. Aklımdaki 1996’dan Buralar Soğuk şarkısıydı. Tam o zamanlar sevgili Oya, İstanbul Caz Korosu’yla acapella bir çalışma yapmak istediğini ve bunun için de Beyaz’ı seçtiğini söyledi. Sonra o proje olmadı ama ben Beyaz olsun istedim. Albüm içinde çok ayrı duran çok da başka dünyaya ait bir sound’la keyifle dinlediğim bir versiyon çıktı.
20 yıl sonra çıkan bir albümde 20 yıl öncenin şarkısının yer alabilmesi de çok güzel…
Benim şarkılarımın ortak özelliğini sorsanız zamansız şarkılar olması. Büyük kitleler küçük bir diskografiniz olduğunu düşünebiliyor ama gerçekten 100’e yakın şarkı, içinde yer almaktan onur duyduğum Bülent Ortaçgil, Ahmet Kaya, Nilüfer, Barış Manço gibi proje albümler var.
Kim bilir kaç konser bu süreçte…
Bir ara görmemişin oğlu olmuş gibi sayıyorduk. Kabaca 800’den fazla var. Maalesef çok az görüntü var elimde. Yıllar sonra saç sakal beyazladığında kullanacak malzemem yok (gülüyor).
Bir röportajında “Sokaktaki insanın şarkısını hiç yazmadım” demişsin, dikkatimi çekti, çok net bir söylem.
Bu soru siyasi kutuplaşmadan geliyor. Muhalif olarak kodlanmış bir adamsın ve derdine düştüğün şeylerin neden şarkısını yazamadın yorumundan açıldı konu. Bu ülkede “keşke şu olay olmasaydı” denecek olsa benim için Madımak’tır mesela. Teröre çok alışık bir ülkeyiz, demokrasi tarihimizde de can yakıcı çok olay var ama benim cevabım bu olurdu. Empati gücü yüksek olan bir adam olarak da birçok şeye çağırılıyorum. Cumartesi Anneleri için yürüyüşe gidebiliyorum, Deniz Gezmiş’in yıldönümünde üniversite etkinliklerinde yer alıyorum. Ama bu insanların derdine düştüğü konularla ilgili yazamıyorum; çünkü öfkeleniyorum. Öfke beni benden alan bir şey. O soru onunla ilgiliydi. Gezi döneminden sonra çok şarkılar yazıldı, hala yazılıyor ve yazılmalı da tarihe not düşmek adına; ama o süreçte hayatını kaybeden gençlerden ikisinin Twitter’da benim direkt takipçim olduğunu öğrendiğim an yaşadığım şeyi anlatabilmem mümkün değil. Beni o dönem harekete geçiren şey de buydu. Hataylı Abdullah’ın ve Ali İsmail’in takip ettiği bir şarkıcı olarak da çok acı çektim. Ama bunu anlatmak, şarkısını yapmak çok zor. Halk müziğine dair ciddi koleksiyonu olan bir adam olarak, daha çok halk müziğimizde aşıkların kültüründe yer alan ekmek parası ve yaşam kavgasına dair bir şey yazamamış olmak bir eksiklikse, eksiklik. Ama öyle bir hassasiyetim var. Onun dışında yazageldiğim bir ezber var doğrusu. Aşk, aşka öykünmek, aşkı hayatlarımız için kutsal kılmaya çalışmak… Çoğu zaman bunu aşkta kaybeden bir “loser” edasıyla yazıyor olduğumu kabul etmekle beraber, sonuçta insanın su ve ekmek kadar tanımsız bir diğer ihtiyacını yazıyor olmak bana yetti. Sokağın şarkısını yazmak gerçekten çok zor. Bu dönem itibariyle teknik ve manevi olarak da ekstra zor. Buyurun yazın hadi… Buyurun yazın ve yazanların neler yaşadığını da konuşun.
Konu buraya gelmişken, Kaan’ın albümünü dinledin mi peki?
Kaan ve Duman benim hastalığım. Hayranlıkla izlediğim ve sevdiğim bir grup. Bir Kız Bana Emmi Dedi favorim (gülüyor). Çünkü birebir yaşama yaşlarındayım o şarkıyı. Bekle Dedi Gitti çok ıskalanmış bir Özdemir Asaf şiiriydi ve çok yakışmış. Çok konuşulan ve konuşulduğu için çok mutlu olduğum bir albüm. Kızımla bizim müzik konusundaki en büyük ortak noktamız Duman hayranlığımız. Her şeyden önce çok cesur bir iş, saygı duyulması gereken bir cesaret ve kararlılık örneği. Tek endişem Duman ile ilgili bir durum olmasın, biz Duman’ı da isteriz, bunu bir hayran kaygısı olarak paylaşmış olayım.
Klip Biçare’ye çekildi. Instagram’da ufak bir bölümünü izledim, oldukça güzel.
Bir konser afişinde kullandığımız fotoğrafım Breaking Bad’deki Walter White’a çok benziyor. Bu klipten sonra bu mevzu hortlayacak. Klip işi bizim yönetmenlere ne zaman ne de bütçe vermeyerek haksızlık ettiğimiz bir durum. Hasan’ın ışığı ve rengi benim çok hoşuma gitti. Tasarlayan kişi için çok şey vadedecek sözler var. Ama sözlerden biri ile yola çıkınca çok sert mesajlar çıkabiliyor. Nakaratında “Beni gündüz sarhoş, gece vurup öldürüyorsun” deyince kadına şiddeti çağrıştıran birkaç hikaye geldi. Asla kabul edilemez şeylerdi benim için. Kadına şiddeti protesto ederken bile kadına şiddeti kullanmak çok negatif. O yüzden hikayesi yok gibi bir klip. Ben klip boyunca kendime yeni bir alan bulmak adına bir çukur, bir mezar kazıyorum ve bir şeyleri onun içine gömüyorum. Birileri bir anlam yükleyecektir elbet. Sevgili Hasan klibi bana attığında “Şarkı ilk defa bana kısa geldi” dedim. O da çok mutlu oldu.
20 yıllık bir müzik kariyeri deyince, bir sürü şey de yaşadın. Neler değişti bu yıllar içerisinde?
Üç, beş yıl öncesine kadar sokakta yürürken şarkılarla kurduğum bağ üzerinden aldığım o küçük jestler, gülüşler benim en büyük mutluluğumdu. Sohbetin başında konuştuğumuz sebeplerden bunu nefret şeklinde de yaşıyor olmak bana ağır geliyor. Buna sebep olan benim işim değil. Geri dönüp baktığımda FD7’deki acele dışında yaptığımız bütün albümler beni son derece gururlandırıyor. Orijinal Altyazısız ve biraz da Uykusuza Masallar’ın gölgesinde kalmış olmaları onlarla ilgili bir eksiklik noksanlık algılamamı gerektirmiyor. En büyük gözlem dayanağı da konserler oluyor.
Son olarak kafanda başka projeler var mı? Yine toplama bir albüm, kim bilir belki sinema?
Film ve diziler ile ilgili kredimi galiba tükettim. Oyunculuk gençlik hayalimdi. Şarkıcılığım, diksiyon yüzünden bir oyunun kadrosundan kovulmamla başladı diyebilirim. Biz Adanalıların gönlü de zengindir, ‘e’leri de… Açık ‘e’lerim yüzünden oyunculuk kariyeri başlamadan bitirilen biri oldum (gülüyor). Sinemaya dair Murat Şeker’in filmlerindeki figüranlıklarımı saymazsak belli aralıklarla teklif geliyor ve aktif olarak bir ajansta da yer alıyorum. Genelde kibarca reddediyoruz. O tarafta çok büyük bir heyecanım ya da beklentim yok. Söylediğim gibi 100 tane kadar şarkım var. O şarkılar içerisinden düzenlemesini şimdiki kafam ile yadırgadıklarım var. Tırnak içinde “araya giden şarkılar” tadına olanlar. Kendimi cover’ladığım bir albüm düşünmüyor değilim. Referansı da Başka’daki Kül olabilir. “Best of” için acele etmemekten yanayım. Bir de birileri bu fikri ortaya atarsa bence daha oturaklı oluyor. İnsanın kendi Best of’unu tasarlaması çok da ait olmadığım kibirli bir durum gibi geliyor bana. Bunlar dışında sahnede de değişiyoruz. En uzun yol arkadaşımız olan Ata kendi grubunda yer almak adına erdemli bir gerekçe ile ayrıldı bizden. Biz de alt yapıları ve stüdyodaki sesleri aktardığımız bir iPad aldık gruba (gülüyor). Sisteme daha alışamadım ama artıları eksilerinden fazla. Balad’ları çalmak çok daha keyifli bir hale geldi. Hata oranını düşürüyor ama beni biraz ölçü saymaya zorladı bununla da biraz kavgalıyım. Yine de bu sistemde daha keyifli çalınıyor ve dinleyiciye de geçen bir keyif bu.
O zaman teşekkür ediyorum…
Yine her zamanki gibi fazlasıyla anlattım! (gülüyor)
https://www.youtube.com/watch?v=xbE7BQZS5O4